AB’den bir müzakere tarihi alacağız diye bize pek hoyrat davrandılar, frankofonlarımızın ideallerini yıktılar.
Öyle kibirli davrandılar ki, siz müzakerenizi yapın, sonunda AB’ye girip girmeyeceğinize biz karar vereceğiz dediler. Türkiye Avrupalı değil, öyle olsa biz bilirdik dediler. Onca hırpalamaya rağmen yıkılmadık, tarihimizi aldık. Ama her millet bizim kadar sağlam değil. Mesela Japonlar. Parisli bir Japon psikiyatrın yazdığı kitaba göre kitleler halinde Fransız başkentine giden Japon kadınları, mesafeli ve alaycı tavırlar yüzünden depresyona giriyor ve hastanelik oluyorlar. Hatta intihara teşebbüs edenler bile oluyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Chirac bir Japon fanatiği. Nippon kültürüne hasta. O kadar ki, Elysee Sarayı’ndaki özel kablo sistemi sayesinde sumo güreşlerini Japonya’dan canlı yayında seyrediyor.
Köpeğinin adı Sumo. Son 30 yıl içinde tam 54 kez Japonya’ya gitmiş. Hatta geçen yıl yayınlanan bir kitaba göre bu Japonya aşkı yasak bir meyve de vermiş. Chirac’ın bir Japon sevgiliden gayrimeşru çocuğu varmış. Şimdilerde 20’li yaşlarını süren delikanlı İsviçre’de yaşarmış.
Japon İmparatorluk Ödülü’nün onursal danışmanlığını yaptığı için yılda 140 bin dolar alıyor ve seyahatlerini de bu ödenekten karşılıyor Chirac. Hatta bakan ve başbakanlarını bile Japonseverler arasından seçiyor. Eski Başbakan Alain Juppe ve şimdiki İçişleri Bakanı Dominique de Villepin, Japon kontenjanından.
Chirac’ın sumo merakı polemik konusu da oluyor. 2007’de cumhurbaşkanlığına aday olması beklenen Chirac’ın en ciddi siyasi rakibi Nicolas Sarkozy bir yıl kadar önce Çin ziyareti sırasında Paris-Match muhabirine şöyle soruyor: ‘Bir insan nasıl olur da, atkuyruklu obez heriflere hayranlık duyabilir? Şu sumo pek entelektüel bir spor değil, öyle değil mi? Ayrıca Kyoto’ya (eski Japon başkenti) gelince, insan bu şehrin neresini sever anlamıyorum. Hatta ünlü imparatorluk bahçelerini de pek iç sıkıcı buluyorum.’
Tabii maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Chirac da, o sırada içişleri bakanı olan Sarkozy’nin kime taş attığını bildiğinden yakın çevresine, ‘Sarkozy yanılıyor. Ağırlık ve kuvvet çok önemli ama, sabır ve kurnazlık da öyle. Tıpkı politikada olduğu gibi’ diyor.
Sarkozy şu anda iktidardaki Halk Hareketi İçin Birlik partisinin lideri ve Türkiye’nin AB’ye üye değil, sadece imtiyazlı ortak olabileceğini savunuyor. Son olarak da ‘Türkiye Avrupa’da değil, öyle olsa biz bilirdik’ diyor. Neyse ki Japonlara yaptığı gibi, belli bir spor dalıyla uğraşan Türklerin fiziksel özelliklerine değinmiyor. Kırkpınar ve Karakucak bahsine hiç girmiyor.
PARİS SENDROMU
Tabii, Japon Sumo Federasyonu da Sarkozy’ye çok kırılıyor. Aslında Japonları kıran ilk Fransız Sarkozy değil. 1991’de de Başbakan Edith Cresson, ‘Adamlar karınca gibi çalışıyor’ deyince uzun süreli bir kriz yaşanmıştı.
Ancak tablo bu kadarla da kalmadı. Fransa’da çıkan bir kitap, sanki bu ülkede Japonlardan hazzeden tek kişinin Chirac olduğunu gösteriyor. Paris’teki Sainte-Anne psikiyatri kliniğinde görevli Japon hekim Dr.Hiroyki Ota’nın yazdığı kitaba göre yüzlerce Japon kadın, Fransızların kabalığı yüzünden depresyona giriyor ve Paris’te hastanelik oluyor. Doktorun ‘Paris Sendromu’ diye tanımladığı bu durum önce hafif anksiyete ile başlıyor. Daha sonra hasta takip edildiği hissine kapılıyor, dışarı çıkmaktan korkuyor, derin bir kedere sürükleniyor, intihara bile teşebbüs edebiliyor.
Bütün vakaların kökeni aynı: Paris hakkında şıklık ve nezaket hayalleri kurduktan sonra gerçek Parisliyle karşılaşma sonucu yaşanan şiddetli kültür şoku ve dayanılmaz bir yabancılık hissi. Hepsi aynı şeyi söylüyor: ‘Fransızcamla alay ediyorlar, beni sevmiyorlar, kendimi onların karşısında gülünç hissediyorum.’
AFP’ye göre her yıl Fransa’ya giden milyonlarca Japon turist arasında özellikle kadınlar Paris Sendromu’na yakalanıyor. 20’li, 30’lu yaşlardaki Japon kadınlar değişiklik olsun diye birkaç aylığına Paris’e gidiyor. Kentin romantik imajına kapılıyorlar. Bütün kadınların Louis Vuitton’lar içinde dolaştığını zannediyorlar. İlk ay son derece mutlu ve özgür geçiyor, ancak daha sonra düşman bir çevrede yaşadıkları hissine kapılmaya başlıyorlar. Lokantada garson tarafından ayakta bekletilmek, tezgahtardan yüz bulamamak, konuştukları Fransızca’nın kasten anlaşılmaz bir dil muamelesi görmesi onları yıkıyor.
Akira Hasegava adlı Japon tur rehberi durumu şöyle özetliyor: ‘Parislilerin çok temiz, nazik ve dost canlısı olduğunu zannediyorlar -ki değiller. Kültür şoku yaşıyorlar. Jean Gabin ve Alain Delon gibi insanların ortalıkta dolaştığı eski Fransa’yı istiyorlar.’
Sarkozy’ye bir not: Kendim dahil, Paris’e gidip de kültür şoku yaşayan Türk tanımıyorum. Fransa’ya en azından Japonya’dan biraz daha yakın olduğumuzdan herhalde.