Paylaş
Son günlerde kadının medeni durumunu inceleyen çok sayıda kitap yayınlanıyor Amerika'da. Bunların çoğu, giderek tırmanan boşanmaların sosyal analizini yapıyor. A History of the Wife adlı kitap ise, Havva'dan bugüne kadının ‘eş olarak’ geçirdiği evreleri, bir mülk olarak yaşadığı düşüşleri, ya da hukuki bir varlık olarak yükselişlerini anlatıyor.
Kitabın özgün adı aslında ‘Karı’nın Tarihçesi'. Ancak biz kendi halinde normal bir sözcük olması gereken ‘karı’ya önce aşağılayıcı bir anlam yükleyip, sonra da defterden silmeye karar verdiğimiz için başlık ‘Evli Kadının Tarihçesi’ oldu.
Kitabın yazarı Amerikalı profesör Marilyn Yalom. Kendisi aynı zamanda ‘Kadın Göğsünün Tarihçesi’ adlı kitabın da yazarı. İnsanlığın göğüs merakının sırlarını çözmeye çalışırken yaptığı araştırma öyle derinleşmiş ki, ikinci bir kitap için de malzeme çıkmış ve A History of the Wife yayınlanmış.
Yalom'un en önemli tespitlerinden biri şu: Kadının evlilik kurumu içinde bir mülk olmaktan çıkıp eşit ortak haline gelmesi, son yüzyıldaki modern mücadelenin başarısı değil. Kadının en azından kağıt üzerinde kazandığı medeni hakların evrimi 2000 yıllık bir sürece yayılıyor ve esas olarak Martin Luther'in Reform hareketinden başlayarak ivme kazanıyor.
ZIT MOTİFLER
Yalom'a göre evli kadının tarih boyunca sürekli alınıp satılan, döllenen, eziyet edilen, aşağılanan, hükmedilen, susturulan bir yaratık olarak görülmesi doğru değil. Çünkü tarihin en kötü dönemlerinde bile ‘karı’ların sevilen, arzu edilen, hayranlık, aşk ve saygı duyulan varlıklar olabildiği kesin.
Bu motif aslında Havva Ana mitosunda da var. Havva hem insanlığın anası olarak yüceltiliyor, diğer yandan itaat etmeyen, insanın cennetten kovulmasına yol açan kötü bir varlık olarak algılanıyor. Kadının en dip noktaları yaşadığı Antik Yunan'da da aynı motif var . Güzelliğiyle yüceltilen Helen, kocası Menelaos'u terkedip Paris'e kaçtığı ve bu yüzden Truva Savaşı'na yol açtığı için kötü kadın oluyor.
Antik Yunan'da evlilik çağına gelmiş bir kadın baba evinden koca evine transfer olan canlı bir eşyaydı. Erkekler, çocuk sahibi olmak ve ev işi yaptırmak birer eş alıyordu. Ancak Roma İmparatorluğu'nda kadının eş olarak statüsü tamamen değişti. Evli kadınlar mülk sahibi olabiliyor, eğitim görüyor ve sosyal faaliyetlerde rol alabiliyordu. Üstelik kadınlar asla evlenmeme hakkına sahip bile olabiliyordu.
Roma'daki elit tabakada boşanmalar o kadar doğaldı ki, hayatında bir kez evlenenlerin sayısı pek azdı. Örneğin Marcus Antonius beş kez evlenmişti. Ancak imparatorluğun çöküşüyle birlikte ‘karı’ların sosyal statüsü de değişti.
Ve Protestan Reform hareketine kadar da bir daha düzelmedi. Çünkü Hıristiyanlıkla birlikte kadın aleyhine işleyen bir ortaklık anlayışı hakim oldu. Evlenirken birbirini sevmeye ve sadık kalmaya yemin eden eşler, bunlara itaat etmedikleri takdirde Tanrı'ya karşı gelmiş sayılıyordu. Ancak bu ortaklık ilkesi tamamen kocanın hakimiyetinde gerçekleşiyordu.
Çünkü Hıristiyanlık yaygın bir biçimde, evlilik içindeki cinselliği bile iğrenç ve kötü bir eylem olarak empoze ediyordu. Evli bir kadının aynı zamanda iyi ve temiz bir kadın olabilmesi için, bir mucize gerçekleştirmesi, Meryem Ana gibi bakire kalması gerekiyordu.
İşte bu nedenle Martin Luther'in Hıristiyanlığı dogmalardan arındıran Reformasyon hareketi ‘karı’nın evriminde önemli bir kilometre taşı oldu. Luther Alman ulusuna hitap eden 1520 tarihi açık mektubunda şöyle diyordu: a) Her rahibin kadınsız yaşayabileceği düşünülemez; b) Papa, yemek ve içmeyi yasaklayamayacağı gibi insanın bu doğal ihtiyacını da yasaklayamaz; c) Tanrı'nın yasası evliliği sever ve bu yasa Papa'nın yasasının üzerindedir.
Sonra Luther bir rahibeyle evlendi, altı çocuk yaptılar, çok da mutlu oldular. Böylece Luther'in evliliği dünyadaki bütün Proteston çiftlere örnek oldu.
Paylaş