Günter Grass'ın yazdığı her roman Almanya'da tartışma yaratıyor. Çünkü her seferinde bir tabuya dokunup, toplumsal bilinci sarsıyor.
Son romanıyla yine bir tabunun altını üstüne getirdi. 1945'de Baltık Denizi'nde bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılan Wilhelm Gustloff gemisinin hikayesini yazdı. Kızıl Ordu'dan kaçan dokuz bin Almanı sulara gömen bu trajediyi romanın merkezine oturtup, soykırım faili Almanların mağdur yüzünü gösterdi. Alman edebiyatı, bugüne kadar bu konuya mesafeli davranmıştı. Çünkü Nazi geçmişiyle hesaplaşmaktan, öldürülen ve toplu sürgüne uğrayan milyonlarca Alman’ın trajedisine ilişmeye pek cesaret edememişti.
Tarihin en büyük deniz faciası hangisidir?
Çoğunluğun bu soruya vereceği cevap büyük ihtimalle Titanic olur. Ancak tarihin en büyük deniz faciası, batışı bir efsaneye dönüşen Titanic'te değil, ‘Wilhelm Gustloff’ta yaşanmıştır. Guinness Rekorlar Kitabı da bunu böyle yazar. 30 Ocak 1945 günü, Doğu Avrupa'dan kaçan binlerce göçmeni taşıyan gemi, Danzig yakınlarındaki Gotenhafen'dan ayrıldıktan sonra bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılır ve dokuz bin kişi can verir.
Ama, tarih bu faciayı unutur. Daha doğrusu unutmak ister. Nazi Almanyası'nın milyonlarca hayata mal olan insanlık suçu öyle büyüktür ki, Auschwitz ve Treblinka'da öyle dehşetler yaşanmıştır ki, hiç kimse birkaç bin Alman’ın trajik sonunu, İkinci Dünya Savaşı tarihiyle birlikte anmak istemez. Onlar, milyonlarca insanın toplama kamplarında katledilişinin bedelini unutulmakla öderler.
9 BİN ALMAN ÖLDÜ
Oysa tarihin gerçek yüzü şunu yazar: İkinci Dünya Savaşı sırasında, Hiroşima ve Nagazaki'den sonra en büyük kitlesel ölüm Wilhelm Gustloff'un batırılışında meydana gelmiştir. Doğu Prusya ve Polonya'dan yaklaşık 7 milyon Alman kökenli insan sürülmüş, binlercesi öldürülmüş, tecavüze uğramış ve soyulmuştur. Ancak bu konu bir tabudur. Gaz odaları ve fırınların yanında solda sıfır kalan bu suçların hesabı asla sorulmamıştır. Sürgünler, dilini bile doğru dürüst anlamadıkları Almanya'da yerleşmiş, çok yabancılık çekmiş, ancak ilerleyen yıllarda hiç kimse, onların atalarından kalma topraklara dönüşü için parmağını bile kımıldatmamıştır.
İşte şimdi Günter Grass, tarih bilincini uyandırmak için bu tabuya el atıyor. Yeni yayımlanan ‘‘Im Krebsgang’’ romanında Gustloff faciasını anlatıyor.
Sıradan insanların nasıl Nazileştiğini anlattığı Teneke Trampet'le yarattığı ilk şoktan bu yana ‘‘Almanya'nın bilinci’’ diye anılan Grass, bu sefer de çok şaşırtıcı birşey yapıyor. Nazi Almanyası'nın işlediği suçları itiraf ettiği onca eserden sonra, şimdi o suçların failinin de kendi içinde kurbanlar barındırdığını anlatan bir romanla ortaya çıkıyor.
Ancak Grass'ın siyasi ve edebi yolculuğu, bu romanı doğal bir sonuç haline getiriyor. Çünkü ilk romanından beri Gustloff faciasına göndermeler yapıyor. Yazdığı her siyasi makalede geçmişte işlenen suçların kolektif bilinçten kayıp gitmemesi için uyarıda bulunuyor. İşte Gustloff faciası da, tarihin unutulmaması gereken bir gerçeğini oluşturuyor. Danzig (bugünkü Gdansk) doğumlu Grass, Polonya'nın Almanya'ya ilhak edilmesinden sonra Hitler Gençliği'ne katılıp 16 yaşında cepheye gidiyor ve Dachau'da gördükleri Nasyonal Sosyalizm idealinin çökmesine neden oluyor. Savaştan sonra uzun süre işsiz kalıyor, sonra da Düsseldorf Sanat Akademisi'ne devam ederken mezartaşı ustalığında caz davulculuğuna kadar çeşitli işlerle uğraşıyor. 1959'da yayınladığı ilk romanı Teneke Trampet'te, Gustloff faciasının yanı sıra, toplu sürgünlere, Sovyet askerlerinin Alman kadınlarına tecavüzlerine şöyle bir dokunuyor. Ancak, Teneke Trampet'le birlikte Danzig Üçlemesi diye anılan ‘‘Kedi ile Fare’’ ve ‘‘Köpek Yılları’’ romanları esas olarak Nazizm itirafları içeriyor. Ve tarihi adım adım işleyen Grass, 40 yılı aşkın bir süre sonra Gustloff'la birlikte Doğu'dan kaçışın kanlı tablosunu bir bütün haline getiriyor.
30 OCAK’IN GİZEMİ
1999'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Grass kolektif bilinç adına tavır koymaktan hiç şaşmıyor. 1990 yılında bütün Almanya birleşme sarhoşluğunu yaşarken Grass bıkıp usanmadan büyük Alman devletine karşı çıkıyordu. Geçmişin unutulması tehlikesine karşı şu uyarıda bulunuyordu:
‘‘Almanya'yı düşünürken, Auschwitz'i de aklınızdan çıkarmayın.’’
Wilhelm Gustloff İsviçreli bir Nazi lideriydi. 1936 yılında genç bir Yahudi tarafından öldürülmüş ve bir yıl sonra yapılan görkemli yolcu gemisine Hitler'in isteği üzerine onun adı verilmişti.
Gustloff'un hikayesinde 30 Ocak tarihinin tuhaf bir yeri var. Wilhelm Gustloff 30 Ocak 1895 günü dünyaya gelmişti. Ve 1945'de yaşanan facia, Gustloff'un ölümünden tam tamına 50 yıl sonra 30 Ocak gecesi meydana geldi. Hitler'in iktidara geldiği tarih de 30 Ocak 1933'tü.
Faciadan kurtulan mucize bebek
GÖÇMEN gemisinden kurtulanlardan Ingeborg Piepmeyer'in ilginç bir hikayesivar. O dönemde 22 yaşında olan ve Wörner soyadını taşıyan Ingeborg, aslında göçmen değil. Askeri okulda eğitim gören nişanlısıyla bebeği doğmadan önce evlenebilmek için Gotenhafen'a gidiyor. Ancak nişanlının cepheye gönderildiğini öğrenince, Wilhelm Gustloff gemisine kapağı atıyor. 29 Ocak gecesi bebeği Egbert'i dünyaya getiriyor. Sonraki gece isabet alan gemi batmak üzereyken bir Alman hücumbotu imdada yetişiyor. Anne, ip merdivenlerden filikaya inmeye çalışırken bir asker bebeği kucağına alıyor. O anda filika gemiden kopuyor, bebek Gustloff'ta kalıyor ve gemi gözlerinin önünde batıyor. Dehşetten dili tutulan genç kadın, diğer kurtulanlarla birlikte hücümbota bindiğinde eline kundaktaki oğlu tutuşturuluyor. Ingeborg Piepmeyer onun nasıl olup da kurtulduğunu asla öğrenemiyor. Bugün bile halen ‘‘Acaba kahramanca bir hareket sonucu mu kurtuldu, yoksa bir mucize miydi?’’ diye düşünüyor.