Ayşe Özek Karasu

20 yıl sonra mamutlar dirilecek

6 Ocak 2002
İnsan klonlamaya kafayı takmış doktorlara deli gözüyle bakılıyor ama, onlardan beteri de var. Bir grup bilimadamı Sibirya'da donmuş mamut kalıntıları arasında DNA avlıyor. Eğer bozulmamışı bulunursa klonlama çalışmaları başlayacak. Hatta bulacaklarından o kadar eminler ki, daha şimdiden 10 bin yıl öncesinin habitatını oluşturuyorlar. Yani, ortada DNA yok, yumurta yok, mamutlar için park yapıyorlar. Bir Japon araştırmacı da donmuş mamut spermi peşinde. Bulursa, fil yumurtasını mamut spermiyle dölleyecek.

MAMUTLARIN Jurassic Park'ı henüz çekilmediği için pek popüler bir konu değil. McDonald's çocuk mönülerinden sevimli mamutlar çıkmıyor. Tişört, kalem, diş fırçası veya kupaları da yok.

Ama, mamutlar diriltilebilir mi tartışması yine de var. Jurassic Park fırtınasının hakim olduğu günlerde, milyonlarca yıl korunmuş DNA'dan dinozor çıkar mı diye aylarca tartışmıştık ya, mamut meselesi de aynen böyle. Tek fark, mamut konusunun bilim dergilerine özgü bir malzeme olmasında. Bir de Discovery Channel'ı ya da National Geographic kanalını açın, orada da mutlaka karşınıza çıkar.

Sadece penis boyu bir metreyi, dişleri de 5 metreyi bulan Buz Çağı yaratıklarını klonlama hayaline kapılan bir grup bilimadamı Sibirya'da mamut DNA'sı peşinde koşuyor. Araştırmacı grubuyla birlikte keşif gezisine çıkan Science Magazine yazarı Richard Stone, önümüzdeki 20 yıl içinde bir mamutun kesinlikle klonlanmış olacağını iddia ediyor. (İnsanın ise beş yıl içinde. Ama bu başka bir konu). Stone, geçen ilkbahar aylarında Sibirya'da bulunan donmuş mamut kalıntısının bol miktarda et içerdiğini yazıyor; ‘‘Ancak aradan geçen binlerce yıl içinde, sürekli olarak donmuş vaziyette kalıp kalmadığı tam bilinemiyor. Bu nedenle iyi korunmuş bir örnek bulunması gerekiyor’’ diyor.

Bir mamut yaratmanın tek yolu klonlama değil. Japon biyolog Kazufumi Goto, fil yumurtasını mamut spermiyle dölleyerek mamut üretmek istiyor. Bunun için de yine DNA'sı bozulmamış, donmuş sperm bulunması gerekiyor. Diyelim ki bulundu, o zaman da filden dosdoğru bir mamut doğmuyor. Yarı fil-yarı mamut çıkıyor. Ancak üç nesil sonra yüzde 90 mamut elde edilebiliyor.

YAPAMAZSINIZ DİYENLER

Aynı dinozorların dirilişinde olduğu gibi, mamutların hayata dönüşü konusunda da bilimciler ikiye ayrılmış durumda. Kuşkucular, binlerce yıl önce yaşamış bu devasa hayvanların donmuş kalıntıları arasında bozulmamış DNA bulunacağına kesinlikle ihtimal vermiyor. Bulunsa bile ‘‘neyi neyle dölleyeceksin’’ sorunu çıkıyor. Amerikan Doğa Tarihi Müzesi'nden biyolog Ross MacPhee, mamutlarla fillerin evrimi arasında 4-6 milyon yıllık bir mesafe olduğunu, fil yumurtasını mamut spermiyle döllemenin insanla şempanzeyi melezlemeye benzeyeceğini söylüyor.

On bin yıl önce yeryüzünden silinmiş hayvanların birebir kopyalarının ancak bilimkurgu filmlerinde yaratılabileceğini söylüyorlar. Bir kere kopyalama işleminin gerçekleşmesi için DNA'nın bütün olması gerekiyor. Ancak en soğuk iklimlerde bile organizma öldükten sonra DNA'da kırılmalar meydana geliyor. Bakteriler ve belirli enzimler çekirdeğe girip yapısını bozuyor.

Kopyalama, Dolly örneğindeki gibi, ancak DNA çekirdeğinin ‘‘yaşayan hücreden’’ alınması sonucu mümkün olabiliyor. Bu çekirdek, çekirdeği alınmış yumurtaya naklediliyor. Hücre çekirdeği transferi yapmadan, sadece DNA parçalarının enjekte edilmesiyle klonlama olmaz deniyor. Buz Çağı'nda soyu tükenen hayvanlar üzerindeki araştırmalarıyla tanınan moleküler biyoloji uzmanı Alex Greenwood daha kolay anlaşılsın diye Discovery Channel'da şu benzetmeyi yapıyor:

‘‘Bir otomobil yapmak için gerekli bütün parçaları bir binanın merdivenlerinden aşağıya savursam, bunlar yere konduğunda Porsche 911'im olmaz.’’


Buz Adam klonlanabilir mi


Bilim dünyası sadece Buz Çağı hayvanlarının değil, aynı dönem insanlarının da klonlanıp klonlanamayacağını tartışıyor. Örneğin, Alpler'deki Ötztal Vadisi'nde bulunduğu için ‘‘Ötzi’’ adı verilen Buz Adam. Science Magazine yazarı Richard Stone, 5 bin yıllık Buz Adam'ın klonlanmasına da ‘‘Pekala mümkün’’ gözüyle bakıyor. Ancak bunun için geç kalındığını da söylüyor. Çünkü okla vurulduğu anlaşılan Buz Adam'ın donmuş vaziyette bulunmasının ardından dokularının bozulmasını önlemek için dondurulmuş olarak korunması gerekiyordu.

Ayrıca bir sorun daha var. Diyelim ki, klonlamaya elverişli DNA bulundu. Peki 5 bin yıl önceki insanla bugünün insanı arasında zeka farkı olup olmadığı nasıl bilinecek? Yani Ötzi'yi olduğu gibi kopyalamak çok riskli bir iş. O bir bebek olacak, büyüyecek, öğrenecek. Onu bir mağaraya koyup nasıl bir gelişim gösterdiğini izlemek mümkün değil. Çünkü etik gereği, Ötzi kopyasının da diğer çocuklar gibi aynı haklara sahip olması gerekecek.


YA CANAVAR GERİ DÖNERSE


Saatte 30 km hızla koşabilen bir mamut bir insanı rahatlıkla yakalayıp öldürebilir. Çünkü pekçok insan saatte 30 km hızla koşamaz.

Mamutlar beş metreye kadar uzanan dişlerini kar küremek için kullanıyordu. Karları savurarak ot ve tundra bitkilerine ulaşıyordu. Bu dişler aynı zamanda, suya ulaşmak için Pleistosen buz tabakalarının kırılmasına da yarıyordu.

Dünyanın en büyük mamutları Kuzey Amerika'da Minnesota ile güneybatı bölgesi arasında yaşıyordu. Bu bölgedeki bir mağarada 11.600-13.500 yıl öncesine ait mamut pisliği bulundu. Yapılan incelemede mamutların ayakotu, ladin ve kokulu bir çeşit çalı yedikleri anlaşıldı. Sibirya'daki mamutlar da aynı şekilde besleniyordu.

Mamutların günde 150 litre su içmesi ve 270 kilo ot yemesi gerekiyordu.

Mamutların 11 bin yıl önce yok olması, beslendikleri bitkilerin tükenmesinden kaynaklanmıyor. Çünkü aynı bitkiler bugün halen mevcut.
Yazının Devamını Oku

Yeni trend koza

30 Aralık 2001
11 Eylül sendromu yeni yılda Batı'daki yaşam tarzına damgasını vuracak. Uçak ve terör korkusu yüzünden insanlar kozalarına çekilecek. Yeni trendin adı bu. Zengin Amerikalılar gemi yolculuklarına çıkmak yerine evine daha çok para harcayacak. Mobilya, dekorasyon, ev elektroniği sektörlerinde canlanma yaşanacak. ABD'de son iki aydır bu alanlarda inanılmaz bir talep patlaması var. Hatta piyano satışları bile artmış. Geçen Noel tatilinde test edilen bu trend sadece ABD'de değil Avrupa'da da kendini hissettiriyor.

Cocooning, yani kozaya çekilme, yeni bir kavram değil. Fütürizmin para kazandıran bir meslek haline gelmeye başladığı 1980'lerde Faith Popcorn tarafından ortaya atılmış bir sosyal trend. Amerikan şirketlerine trend danışmanlığı yapan Popcorn'a göre, AIDS ve şiddet korkusu yüzünden insanlar giderek kozasına çekilecek, aileye ve ev yaşantısına verilen değer artacaktı.

Popcorn tersini iddia etse de 90'lı yıllarda çok dramatik bir değişim meydana gelmedi. Hatta tam tersi, 90'lar ‘‘Lüküs Hayat’’ yılları oldu. Ancak 11 Eylül terörü Popcorn'u geç de olsa haklı çıkardı. ABD ve Avrupa'da seyahat trafiği açısından durgun geçen Noel, gerçekten de bir koza hareketinin doğduğunu gösterdi.

Bu yeni hareket, insanları televizyon karşısına mıhlayıp, ceplerine akrep tıkayacak bir çağın başladığını göstermiyor. Tersine bol bol tüketim vaat ediyor ama, gezmeye tozmaya değil, ev yaşantısını şenlendirmeye yönelik bir tüketim.

İnsanların yaşadıkları çevreyi daha çekici kılmak için son iki ayda bir alışveriş hamlesine giriştiği ABD'deki rakamsal verilerden belli. Ulusal Perakende Satış Federasyonu'nun rakamlarına göre geçen kasım ayında ev elektroniği sektöründeki satışlarda yüzde 13.9'luk artış meydana gelmiş. Artan talep ve rekabet nedeniyle DVD cihazlarının fiyatlarında müthiş bir damping yaşanıyor. Dört yıl önce piyasaya ilk çıktığında 400 dolara satılan cihazlar California'da 100-150 dolara kadar düşmüş. İnsanlar banyo ve çocuk odalarıyla arkadaşlarına bile DVD almaya başlamışlar. Kasım ayının üçüncü haftasında, ev sinema sistemlerinin satışlarında geçen yılın aynı dönemine oranla tam yüzde 173.2'lik artış görülmüş.

Ekim ayı rakamlarına göre mobilya ve dekorasyon sektöründeki perakende satışlarda da yüzde 4.1'lik artış meydana gelmiş. Önümüzdeki dönemlerde dekorasyon trendinin daha hızlı bir büyüme sürecine gireceği tahmin ediyor.

Bu arada müşteri kitlesi gayet sınırlı olan piyano sektöründe de bir canlanma var. Özellikle Californialı zenginlerin son dönemlerde 40 bin dolardan başlayan fiyatlarla Steinway piyanolar aldığı tespit edilmiş.

MODADA KOZA TRENDLERİ

Siyahın yerine pastel şatafat yerine romantizm

11 Eylül'ün yansımaları Avrupa'da da kendini hissettiriyor. Noel'deki durgun trafik bir yana, cocooning trendinin moda anlayışını da değiştirmesi bekleniyor.

Şimdi tüketim malları pazarlayan bütün firmalar stratejilerini cocooning faktörünü göz önüne alarak çiziyorlar. Paris'teki trend danışmanlığı firması Nelly Rodi'nin direktörü Pierre-François Le Louet, ‘‘Artık gerçek değerlere, bizim için ve ailemiz için önemli olan değerlere dönüyoruz’’ diyor ve 2002 modasına rahatlık konseptinin hakim olacağını söylüyor. Versace ve Ungaro gibi imzaların lanse ettiği, şiddet çağrışımı yapan sado-mazo şıklığı, eroin şıklığı gibi akımlar tamamen tarihe gömülüyor.

Lüks imparatorluğu LVMH, artık sükse ve şatafatın yerini konfor ve kalitenin alacağını öngörüyor. LVMH'nin moda stratejileri direktörü Christophe Girard ‘‘1990'ların go-go günleri artık sona erdi’’ diyor.

Ancak insanların kozaya çekilmesi hiç para harcamayacakları anlamına gelmiyor. Sadece yatırım alanları değişiyor. Örneğin 600 dolarlık bir Dior çanta almak yerine Donna Karan marka kaşmir kazak almak daha akılcı bir seçenek olarak öne çıkıyor.

xxx

Modadaki yeni trend Fransız modacıların ekim ayındaki defilelerinde kendini gösterdi. 2002'nin kreasyonlarında hippi döneminin yumuşak ve romantik silüetleri hakimdi. Mercan pembesi ve sarı tünikler, püsküllü süet kemer ve çizmeler, 1969'un aşk yazını hatırlatıyordu.

2002'nin yaz günleri, aşk ve mutluluk çağrıştıran pastel renklerle geçirilecek. Ama esas trend beyaz olacak. Modacılar ilkbahar günlerinden itibaren insanların rahatlama isteğini bembeyaz koleksiyonlarla doyurmaya çalışacaklar.

11 Eylül Bush ikizlerini uslandırdı

Terör dehşeti, Başkan George W. Bush'un, alkollü halde polisle sık sık başları derde giren iki kızını da uslandırdı. Başkan Bush, New York ve Washington'u vuran saldırılardan sonra, iki kızı Barbara ve Jenna ile konuştu. Bush, ülkeye karşı bir savaş açıldığını, trajik olayların yaşandığını anlatarak, her iki kızından da, ne yaparlarsa yapsınlar, yaşıtları için örnek davranış sergilemelerini istedi.

Jenna ve Barbara, anne ve babasına, isterlerse Washington'da okula gidebileceklerini de belirttiler. Bush ve eşi Laura, bunu bir korku ifadesi gibi algılanabileceğini söyleyerek istemediler. First Lady, her iki kızına da, okuldaki sosyal faaliyetlere daha çok katılmalarını tavsiye etti.

Başkan ve eşi, 11 Eylül'den bu yana çok yoğun programlarına rağmen hergün özellikle Barbara ve Jenna'yı aramayı da alışkanlık haline getirdiler. 11 Eylül günü Pittsburgh yakınlarında düşen dördüncü uçağın Beyaz Saray'ı hedeflediği yolundaki haberler ise Barbara ve Jenna'yı çok derinden üzdü. Bush, korkunç terör saldırıları sırasında Florida'da bulunuyordu, ancak First Lady Beyaz Saray'daydı.

Barbara, Austin'de Texas Üniversitesi'ne devam ederken, Jenna, Yale Üniversitesi'nde eğitim görüyor. Bush'un her iki kızı da alkollü halde polise yakalanmıştı. Her iki kızının da sık sık gazete sayfalarına alkollü yansıması Başkan ve Laura Bush'u çok rahatsız ediyordu.
Yazının Devamını Oku

Mercedes 2001 marka burkalar elde kaldı

23 Aralık 2001
Ne zamandır Afgan kadınlarının burkalarıyla erkeklerin traşı hakkında tek satır yazmıyoruz. Peki burkalara ve erkeklerin traşına ne oldu merak etmiyor musunuz? Burka cephesinde son durum şöyle: Mercedes 2001 gibi hayli Batılı markaları bulunan burkaların satışları yüzde 50 düştü. Artık daha insani örtünen kadınlar ne olur ne olmaz diye burkalarını poşette taşıyorlar. Erkekler ise, Taliban ansızın çıkagelir diye kirli sakal bırakıyor.

Taliban Kabil'den kaçınca kadınlar burkaları attı dedik diye bir kısım medya çok içerlemişti. Batılı gazetecilerin, burkasını çıkarmış birkaç kadını görüntüleyip, sanki Kabil'de bütün kadınlar başını açmış gibi dünyaya yutturmaya çalıştığı söylenmişti.

Ancak ekonomik veriler kadınların en azından yarısının artık burka almadığını gösteriyor. The Wall Street Journal'ın burka pazarının ekonomik arka perdesini inceleyen haberine göre Kabil'deki burka satışlarında yüzde 50 düşüş meydana geldi. 1996'da Taliban'ın iktidarı ele geçirmesiyle birlikte patlama yaşayan burka piyasasında şimdi tabii fiyatlar da düştü. Bir zamanlar burka fiyatları Pakistan'dan gelen (ucuz), ya da Güney Kore'den gelen (pahalı) kumaşın kalitesine göre 14-55 dolar arasında değişiyordu. Şimdi 55 dolarlık burkanın fiyatı 35 dolar cıvarında.

Taliban gelince otomobilini satıp burka işine dalan Muhammed İbrahim İslamadin adlı taksi şoförü ‘‘İşler harikaydı. Herkes burka alıyordu. Öğretmeninden doktoruna, santral memurelerine kadar herkes. Taliban'ın dini polisi de pazarlamaya yardım ediyordu’’ diyor. Şimdi ise satışların tavsaması nedeniyle işi devretmeyi ve züccaciye dükkanı açmayı düşünüyor. ‘‘Taliban yeniden gelse de gelmese de herkesin çay içmek için bardağa ihtiyacı olacak’’ diyor.

Burkayı icat eden Taliban değil. Özellikle kırsal kesimdeki Afgan kadınları yüz yıllardır burka giyiyordu. Ancak Taliban sayesinde Kabil'de yeni bir burka giyenler sınıfı oluştu. Çünkü burka giymemek adli bir suç oluşturuyordu. Mavi polyester kumaştan dikilen burkalar Seul'deki tekstil şirketi Myunhwa tarafından üretiliyor ve Mercedes 2001 gibi İslami olmayan markalarla adlandırılıyordu. Bu arada çok paradoksal bir durum da var, burkaların üzerindeki işlemeler, çalışması yasak olan kadınlara gizlice yaptırılıyordu.

KAHVERENGİ YÜKSELECEK

Burkanın global ekonomiyle de çok yakın ilgisi var. Çünkü Çin ve Güney Kore'de üretilen burka kumaşları Pakistanlı tüccarlar tarafından Afganistan'a pazarlanıyormuş. Kabil merkez çarşısında toptan kumaş satan Sadar Nuri her dört ayda bir Güney Kore'deki imalatçıdan 7 bin 280 metre lüks kumaş alıyormuş. Ancak Kabil el değiştireli beri tek santim satmamış.

Şimdi mavi polyesteri bırakıp Çin'den kahverengi kumaş almaya başlayacakmış. Kahverengi kumaş piyasasının canlanacağını düşünüyor. Çünkü televizyonda haber sunan kadınlar koyu renkte ceket ve türban kullanıyor.

Artık mavi polyester üretimine son verecek olan Seul'deki Myunhwa firmasının müdürü Park Kyung Hyun ise fazla tasalanmıyor: ‘‘Nasıl olsa daha zengin İslam ülkelerinden de müşterilerimiz var. İster burka olsun, isterse başka tür tesettür. Hepsi de bol bol kumaş gerektiriyor.’’


65 milyon dolarlık kadın


Kesinlikle tepeden inme değil. 1980'de CNN'in Washington'daki haber merkezinde işe ilk başladığında kıdemli muhabirlere kahve taşımış, ayak işlerine bakmış. Ara sıra haber yazdırdıkları da olmuş. Şu anda ise medya dünyasının en değerli ismi; Katie Couric.

Amerikan medyası, NBC'de sabah kuşağında yayınlanan Today programını sunan Katie Couric'in imzaladığı beş yıllık sözleşmenin yankılarıyla çalkalanıyor. Kesin rakam resmen açıklanmıyor, ancak sızan haberlere göre Couric yılda 13 milyon dolar alacak. Yani beş yılda 65 milyon dolar. Erkek egemen medyada bu rakama ulaşmış tek bir anchorman yok. Couric'in erkek rakipleri, NBC'den Tom Brokaw, CBS ve ABC'nin haber efsaneleri Dan Rather ve Peter Jennings ile Fox'tan Bill O'Reill yılda 6-7 milyon dolar cıvarında kazanıyorlar.

Aslında NBC, gelecek yıl mayıs ayında sözleşmesi sona erecek olan Couric'i rakiplere kaptırmamak için kesenin ağzını açmakta haklı. Çünkü Today programı televizyona yılda 400 milyon dolarlık reklam geliri sağlıyor.

Peki 44 yaşındaki Couric ne yapıyor da bu kadar yüksek reyting tutturabiliyor. Medya uzmanlarına göre Couric'in gazetecilik başarısının yanı sıra özel hayatında yaşadığı dramlar da onu seyircinin gözünde ‘‘sıcak bir insan’’ kılıyor. 1998'de, NBC'de adli haberler yorumcusu olarak görev yapan kocası Jay Monahan'ı kaybeden Couric, beş ve 10 yaşındaki iki kızıyla kalmış. Kocasının kanserden ölmesinin ardından bu yıl da Virginia eyalet senatörü olan ablası Emily Couric pankreas kanserine karşı verdiği savaşı kaybetmiş.

KATIE COURIC’İN SIRLARI

Gazeteciliğin keskin tarzıyla şovun sempatik unsurlarını birleştiren bir TV kişiliği olarak değerlendiriliyor Couric. Röportaj yaptığı kişiler arasında Bill ve Hillary Clinton, Başkan George W. Bush ve eşiyle, baba Bush ve onun eşi Barbara Bush yer alıyor. Ayrıca Columbine Lisesi katliamında ve 11 Eylül günü Dünya Ticaret Merkezi'nde yaralananlarla taze taze yaptığı röportajlar var.

NBC Haber Dairesi Başkanı Neal Shapiro, Couric'i şöyle tanımlıyor: ‘‘Katie neden büyük biliyor musunuz? Bir bakıyorsunuz senatörlerle ciddi röportajlar yapıyor, sonra aniden kimlik değiştirip Peter Pan'la konuşabiliyor.’’
Yazının Devamını Oku

Okyanusu ilk geçen S harfi oldu

16 Aralık 2001
Radyo, televizyon, internet, uydular, cep telefonları. Modern çağın ne kadar iletişim aracı varsa hepsinin geçmişi, o günkü deneyle başladı. İtalyan fizikçi Guglielmo Marconi 12 Aralık 1901 günü Atlas Okyanusu'nun bir yakasından diğerine radyo sinyalleri göndermeyi başardı. Tam 100 yıl önce, arada kablo bağlantısı olmadan bir kıtadan diğerine, 3500 km yol kat eden ilk harf S oldu. Onu R harfi takip etti. Arkası çorap söküğü gibi geldi. Önce sesler, sonra resimler havada radyo dalgaları halinde uçuşarak alıcılara konmaya başladı.

Neden S harfi derseniz, özel bir nedeni vardı.

Mors alfabesiyle üç noktadan ibaret olan S harfini okyanus üzerinden aşırtmak, diğer harflere göre daha kolaydı. Örneğin araya bir tire (-) girse verici çökebilirdi. Ama noktalardan sonra sıra tireye de geldi. S harfini takiben, R harfinin Mors alfabesiyle nokta-tire-nokta'sı okyanusta yolculuğa çıktı.

Arşimed'in anadan doğma hamamdan fırladığı, ya da Newton'un kafasına elma düştüğü an gibi birşeydi. Büyük bir başarı anıydı. İnsanlık çok kısa üç bip sesiyle birden çağ atlayıverdi. Elektromanyetik dalgalarla iletişim kuran uzaylılar gibi akıllı yaratıklar haline geliverdi.

Hatta Arşimed ve Newton'un yaşadığı buluş dakikalarının da ötesindeydi. Suyun kaldırma gücü, ya da yerçekimi kuvvetinin keşfinden de öte. Çünkü İngiltere'den Kanada'ya radyo sinyallerinin gönderildiği 12 Aralık 1901 günü, modern iletişim çağının, globalleşmenin başlangıcı oldu.

Geçen hafta, Marconi anısına 100'üncü yıl konuşması yapan İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi ‘‘Şunu unutmayalım ki, globalleşmenin en büyük kahramanı bir İtalyan'dır’’ diyordu.

Marconi 12 Aralık gününden önce de radyo sinyalleri göndermeyi başarmıştı. Ancak bunlar çok kısa mesafeli seyahatlerdi. Sinyallerin dünyanın eğimli yüzeyini geçemeyeceği düşünülüyordu. Amerika kıtası ile İngiltere arasında 165 km yüksekliğinde bir su duvarı vardı. Nitekim Marconi'nin başarılı olamayacağını düşünenler, inançlarına aynen bağlı kaldılar. İngiltere'nin Cornwall bölgesinde kurduğu verici istasyonundan gönderilen sinyalleri Kanada'nın Newfoundland bölgesinde konuşlanıp, bir uçurtmaya bağlı anten ve taktığı basit kulaklık sayesinde duyan Marconi'nin sesleri uydurduğu söylendi. Hatta ‘‘Mars'tan gelen sesleri de duydu mu acaba’’ diye alay bile edildi.

TITANIC'İN İMDADINA YETİŞTİ

Ancak, asla üniversiteye gitmemiş olan Marconi 1909 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü kazandı. Dahası, Marconi'nin telsiz sistemi hayat da kurtardı. Kablosuz haberleşme finans sektöründen gemiciliğe kadar birçok alana yayılıverdi ve ilk sinyalin gönderilmesinden 11 yıl sonra Titanic bir buzdağına çarpıp batarken Marconi'nin sistemini kullanarak başka bir gemiye imdat sinyali gönderdi. Bu gemi 90 dakika içinde kaza yerine ulaştı ve hayatta kalanları mutlak bir ölümden kurtardı.

Marconi akademik anlamda bir bilimadamı değildi. Bir mucitti ve elde ettiği patentler ona bir servet kazandırdı. Kendi adıyla İngiltere'de kurduğu Marconi şirketi bugünlere kadar geldi. Ancak dot.com şirketlerinin yaşadığı kriz Marconi'ye de bulaştı ve bu yılın ilk altı aylık döneminde 7 milyar dolarlık zarara uğradı.

RADYONUN BABASINA AFOROZ

Marconi doğuştan şanslı bir mucitti. Bir İtalyan soylusu olan babası ile İrlandalı viski üreticisi Jameson ailesinin kızı olan annesi, Guglielmo'dan paralarını esirgemiyorlardı. Marconi radyo dalgalarıyla ilk deneylere 1894 yılında başlamış ve ilk başarısını da üç km'lik mesafede elde etmişti. S harfinin üç bip'ini duyan uşağı tüfeğini ateşleyerek sinyali aldığını haber vermişti.

Ancak İtalyan devleti Marconi'nin daha sonraki çalışmalarını finanse etmeye gerek görmedi. Uzun mesafelere sinyal göndermek için telgrafın yeterli olduğunu söylediler. Bunun üzerine oğlunun çalışmalarına ihtirasla sarılan annesi Annie Marconi, henüz 20 yaşındaki Guglielmo'yu alıp İngiltere'ye götürdü. Dünyanın bir numaralı deniz gücünün kablosuz iletişim sistemiyle ilgileneceğini düşünüyordu. Nitekim haklı çıktı.

Marconi İngiltere'de büyük ün ve paraya kavuştu. 1920'lerde Marconi şirketi Büyük Britanya Krallığı'nın bütün toprakları arasında radyo ağı kurmuştu.

Ancak sonraki yıllarda tuhaf gelişmeler oldu. Marconi 1923 yılında İtalya'ya dönüp Mussolini'nin Faşist hareketine katıldı. İşin en ironik yanı ise radyonun babası olan Marconi'nin 1935 yılında BBC tarafından aforoz edilmesiydi.

Marconi 1937'de Roma'da öldü ve o gün dünyanın dört bir yanında bütün radyolar iki dakika sustu.


ALO ALO MUHTEREM SAMİİN


2 Aralık 1901: Atlantik üzerinden ilk kez radyo sinyalleri gönderiliyor.

13 Ocak 1910: İlk canlı yayın. Enrico Caruso New York'taki Metropolitan Operası'nda O Sole Mio'yu söylerken radyo başındakiler dinliyor.

28 Ağustos 1922: New York'taki bir istasyon, tarihteki ilk radyo reklamını yayınlıyor.

18 Ekim 1922: İngiliz Yayın Kurumu (BBC) kuruluyor.

5 Mayıs 1927: İstanbul Radyosu düzenli yayınlarına şu anonsla başlıyor: ‘‘AIo, alo, muhterem samiin. Burası İstanbul Telsiz Telefonu. Şimdi akşam neşriyatına başlıyoruz.’’

30 Ekim 1938: Orson Welles'in radyo programını dinleyenler dünyayı uzaylıların bastığını sanıyorlar. Kitlesel panik yaşanıyor.

2 Ocak 1964: Türkiye Radyo Televizyon Kurumu kuruluyor.
Yazının Devamını Oku

İntiharın cezası idamdı

9 Aralık 2001
<B>MODERN ZAMANIN KÖHNE YASALARI</B><br><br>Geçen hafta ani salaklık sendromuna uğrayan erkeklerin tuhaf ölümlerini yazınca bazı erkek okurlardan tepki geldi. E-mail'lerdeki genel soru, kadınlara özgü aptallıkların neden yazılmadığı şeklindeydi. Güvenilir haber kaynaklarında, kadınlarla ilgili genel bir aptallık teorisi geliştirmeye yarayacak malzeme çıkmıyor maalesef. Erkeklerle ilgili malzemeler ise sadece aptal ölümlerle sınırlı değil. Erkeklerin koyduğu yasalar da rahatlıkla aptal kategorisine girebiliyor. Zamanında erkekler tarafından yapılmış, günümüze uymadığı halde bugün halen geçerli olan bol miktarda yasa mevcut.

Hani ABD'nin çeşitli eyaletlerinde absürd yasalar vardır, ara sıra gazetelerde yayınlanır. Sanki ABD dışındaki ülkelerde bu tür yasalar yoktur. Ama Avustralya'dan Danimarka'ya kapsamlı bir araştırma yapınca, özellikle gelişmiş ülkelerde, ABD'dekileri aratmayacak yasalar olduğu görülüyor. Bunların çoğu artık zaman aşımına uğramış, çağdaş hayatın gerçeklerine uymayan, ancak unutulduğu için kağıt üzerinde halen geçerli yasalar.

Örneğin, dünyanın ilgi menzilinin hayli dışında kalan Avustralya'da çok güzel yasalar var. Bu ülkede ömür boyu hapis cezasının süresi 25 yıl. Ayrıca Victoria eyaletinde, ehliyetli elektrikçi olmayan kişilerin ampul değiştirmesi yasak. Sokaklarda tepeden tırnağa siyahlara bürünerek dolaşmak da yasak. Çünkü bu hırsızların üniforması. Tasmanya bölgesinde de yakın geçmişe kadar AK-47'yle dolaşmak legal, gay olmak ise illegaldi. Ancak 35 kişinin öldüğü Port Arthur kitle eyleminden sonra Kalaşnikof taşımak yasaklandı. Eşcinsellik yasağı ise halen geçerli.

Danimarka'da ise inanılmaz trafik yasaları halen geçerli. Bunların birçoğu otomobilin yeni icat edildiği dönemden kalma. Örneğin bir at arabası otomobili sollarken at huysuzlandığı takdirde, motorlu taşıtı kullanan kişinin durup arabanın üzerini örtmesi gerekiyor. Otomobil seyir halindeyken, aracın önünde giden bir kişinin kırmızı bayrakla at arabası trafiğini uyarması da zorunlu. Ayrıca otomobilin altında birisi varken motoru çalıştırmak yasak.

NEREYE İŞEYECEĞİNİZ BELLİ

İngiltere'de bir erkeğin topluluk içinde işemesi yasak değil, ancak belirli koşullar mevcut. Erkeğin bu işi icra ederken hedef olarak otomobilinin arka lastiğini seçmesi ve bu arada sağ elini kaportaya dayaması gerekiyor. Liverpool kentinde ise kadınların üstsüz gezmesi yasak. Tropik balık satan dükkanlardaki tezgahtarlar ise bu yasak kapsamına girmiyor.

Aslında İngiltere'de intihar etmek de ölüm cezası gerektiren bir suçtu. Neyse ki, idam cezasının kaldırılmasıyla birlikte dünyanın en absürd yasası da tarihe karıştı. 1998 yılında iptal edilen bir yasaya göre de kralın karısıyla yatmak vatana ihanet suçu sayılıyordu ve maksimum cezası idamdı. Halen geçerli olan bir yasaya göre ise mektup zarfının üzerine kral ya da kraliçenin resminin bulunduğu pulu baş aşağı yapıştırmak vatana ihanet sayılıyor.

DOMUZA NAPOLYON DENİLEMEZ

Fransa'nın yasakları İngiltere'ninkiler kadar gösterişli değil. Bu ülkede trenlerde öpüşmek ve bir domuza Napolyon adını vermek yasak. Bu Napolyon yasağı muhtemelen George Orwell'ın Hayvanlar Çiftliği'ni yayınlamasından sonra çıktı. Malum oradaki baş domuzun adı Napolyon'du.

Asya ülkelerine gelince; Singapur'un çiklet ve yere tükürmeyi içeren ünlü yasalarını zaten herkes biliyor. Güney Kore'deki bir yasaya göre trafik polislerinin sürücülerden aldıkları rüşvetleri rapor etmeleri gerekiyor. Tayland'da iç çamaşırı giymeden sokağa çıkmak suç sayılıyor.

Amerika'daki abes yasaları artık herkes biliyor, ancak insan hiç duymadığı yasaklara da rastlıyor. Örneğin Nevada'daki bir yasaya göre bir kişinin köpeğini öldüren kişiyi asması serbest.

Iowa'nın Fort Madison kentinde ise acil yangın alarmı halinde itfaiye ekibinin olay yerine intikal etmeden önce 15 dakika tatbikat yapması gerekiyor.


OKLA İSKOÇ VURMAK SERBEST


Ortaçağ'dan kalma bazı kurallar İngiltere'de hala geçerli:

Bir parlamento üyesinin tepeden tırnağa zırhlı olduğu halde Avam Kamarası'na girmesi yasak.

Kadınların toplum içinde çikolata yemesi yasak

Bir Galli'yi pazar günleri katedralde okla vurmak yasak (Hereford kentinde).

Pazar günleri dışında İskoçları okla vurmak serbest (York kentinde).

Gallileri kent surları içinde ve gece yarısından sonra okla vurmak serbest (Chester kenti).

AT LEŞİ SÜRÜKLEMEK YASAK

Kanada'nın bazı eyaletlerinde kurallar çok. Bakın neler yasak:

Bir eyalette yağmur yağarken bahçe sulamak.

Banyo küvetine 8.75 cm'den fazla su doldurmak.

Bir Kanata kentinde sokak kapılarını pembeye boyamak.

Oshawa'da ağaçlara tırmanmak.

Ottawa'nın Bank Caddesi'nde pazar günleri dondurma yemek.

Toronto'nun Yonge Caddesi'nde pazar günleri at leşi sürüklemek.

Montreal'de Fransızca küfür etmek.

Quebec eyaletinde sarı margarin üretmek.

Bazı kentlerde ise hapisten çıkan kişilere tabanca, mermi ve bir at verilmesi zorunluluğu var.
Yazının Devamını Oku

Erkeklerin aptal ölümleri

2 Aralık 2001
Eğer içiniz kaldırıyorsa, DarwinAwards.com sitesine bir bakın. Ahmakça girişimler sonucu ölenlerin ruhuna, Darwin ödülü veriliyor bu sitede. Dünyaya ayak uyduracak kapasiteye sahip olmadığı için genleriyle birlikte öbür dünyaya göçen, yani bir çeşit seleksiyona uğrayan bu kişilerin ödül alabilmesi bazı kurallara bağlı. Çocuk ve zeka özürlü olmamaları, yeterli muhakeme gücüne sahip olmaları gerekiyor.

İNSANLARIN trajedisiyle alay edecek halimiz yok ama, vakaların tamamı birer kara mizah eseri. Ve faillerin tamamı erkek. Ani salaklık sendromu sonucu ölenlerin arasında tek bir kadın bile yok. En azından DarwinAwards.com sitesinde verilen örnekler arasında yok. Bilimadamları bu durumu, erkeklerin risk almaya daha eğilimli olmasına bağlıyor.

Bu arada siteyi kuran kişinin Wendy Northcutt adında bir kadın olduğunu da belirtelim.

Erkekler silahı sever ya, aptalca ölümlerin büyük çoğunluğu da silahlı oyunlardan kaynaklanıyor. Bol miktarda terör kazası da var. Burada vereceğim örneklerin tamamının kaynağı, AP ve Reuters gibi uluslararası haber ajansları.

Önce iki terör kazası. Iraklı terörist Hay Rahnajet bombalı mektup hazırlayıp kurbanın adresine yolluyor. Ancak zarfın üzerine yeterli miktarda pul yapıştırmadığı için ‘‘Adrese iade’’ ibareli mektup gönderene geri dönüyor. Ve bizim terörist hayatının son mektubunu açıyor.

5 Eylül 1999 günü, saat tam 5.30'da İsrail'in iki ayrı kentinde, iki ayrı bombalı araç, içinde teröristler de bulunduğu halde patlıyor. Üç terörist ölüyor. Önce, teröristlerin amatör olduğu ve bombaların da kaza sonucu patladığı tahmini yürütülüyor. Ancak durum tuhaf ya, biraz araştırıldıktan sonra gerçek ortaya çıkıyor. Olaydan üç gün önce İsrail, ileri saat uygulamasına son verip standart kış saatine geçiyor. Bu arada Filistinli teröristler ‘‘siyonistlerin saatine göre yaşamayı reddettikleri için’’ bombaları ileri saate göre hazırlıyorlar. Buna karşılık araçların sürücüleri standart saate uygun hareket ediyor. Böylece bombalı eyleme giderken kış saatine kurban gidiyorlar.

20 Mayıs 2000 günü Augusto adlı Filipinli kafasına kar maskesi geçirip bir de yüzücü gözlüğü takarak yolcu uçağında soygun yapıyor. Elinde de el bombası var. Yolculardan 25 bin dolar topladıktan sonra pilota ‘‘6500 feete in’’ diye talimat veriyor. Sırtına ev yapımı bir paraşüt geçirip hostese uçağın kapısını açtırıyor. Bu sırada el bombasının pimini çekiyor ve içeri atıyor. Augusto çok başarılı bir atlayış yapıyor. Ancak ne yazık ki, kabine el bombası yerine pimini attığını farkedemiyor. Augusto'nun sadece elleri bulunabiliyor.

22 Mart 1999, Kamboçya. Üç arkadaş meyhanede oturup bir yandan içerken, diğer yandan iç savaştan kalma bir mayınla rulet oynamaya başlıyor. Her fondipten sonra sırayla, masanın altında duran mayına basıyorlar. Tehlikeyi farkeden ahali meyhaneyi derhal terkediyor ve çok geçmeden beklenen patlama meydana geliyor ve meyhane mayın ruletçileriyle birlikte havaya uçuyor.

Vakalar arasında çok absürd balıkçı ölümleri de var. Örneğin Kievli 43 yaşındaki bir balıkçı, evinden çektiği kabloyla Tereblya Nehri'ndeki bütün balıkları elektrik şoku vermek suretiyle avlamaya kalkışıyor. Nitekim başarıyor da. Ne var ki Kievli balıkçı, avını toplamak için nehre dalarken, kabloyu sudan çıkarmayı unutuyor.

GÖSTERİŞ MERAKI

Erkeklerin gösteriş ve birşeyleri kanıtlama merakı da ölümlere yol açabiliyor. Torontolu bir avukat olan 39 yaşındaki Garry'nin merakı da, ofis camlarının ne kadar sağlam olduğunu herkese göstermek. Bir gün ofisini ziyaret eden bir grup hukuk öğrencisine gösteri yapmaya kalkışıyor. Olanca gücüyle pencereye yükleniyor ve 24'üncü kattan aşağı uçuyor. Çalıştığı hukuk firması ‘‘Garry en parlak elemanlarımızdan biriydi’’ diye açıklama yapıyor. Polis raporunda, Garry'nin aynı deneyi daha önce de yaptığı ve ofis camlarının sağlam çıktığı belirtiliyor.

Darwin Ödülü almak için ille de ölmek gerekmiyor. Ödülün en önemli şartı ‘‘salak genlerin bir sonraki kuşağa geçişinin kesin bir şekilde engellenmiş olması.’’ İşte Hector vakasında bu koşul yerine geliyor.

Bu Hector'un en büyük merakı, üst geçitlerde mevzilenip, otoyoldan geçen araçların üzerine ağır cisimler atmak. Günün birinde yine bir inşaat molozu alıp üst geçite konuşlanıyor. Ağır beton parçasını kenarından çıkmış paslı demirlerden tutarak sürüklüyor. Tam eyleme geçerken demir çubuklardan birinin kanca gibi kıvrık ucu pantolonuna takılıyor ve Hector beton kütlesiyle birlikte parmaklıkları aşıveriyor. Can havliyle geçitin kenarına tutunuyor. Ancak demir kanca betonun ağırlığıyla Hector'un önce erkeklik organını, sonra da pantolonunu sıyırarak yola düşüyor. Daha fazla dayanamayan Hector da betonun peşinden gidiyor. Bu arada yoldan geçmekte olan bir sürücü Hector'a çarpmamayı başarıyor. Ancak kırılan betonun bir parçası tampona takılıyor ve Hector pantolonuna takılı kalan çubuk yüzünden 30 metre sürükleniyor. Cerrahlar, Hector'un hayatını kurtarmayı başarıyor. Ancak organı onarmayı başaramıyorlar. Böylece genleri seleksiyona uğrayan Hector Darwin Ödülü almaya hak kazanıyor.
Yazının Devamını Oku

Duş perdeleri neden içeri vakumlanır

25 Kasım 2001
Başlıktaki lüzumsuz sorudan kolaylıkla anlaşılabileceği gibi konumuz alternatif Nobeller. Harvard Üniversitesi'nden bir grubun gereksiz buluş ve araştırmalara verdiği alternatif Nobeller bu yıl da sahiplerini buldu. Hindistancevizi düşmesi sonucu meydana gelen yaralanmalar, gaz kokusu sızdırmayan don bu yılın ödüllü araştırma ve buluşları arasında yer alıyor.


APOSTROF Kurallarını Koruma ve Yayma Cemiyeti henüz bu yılın başlarında kurulduğu halde Nobel Edebiyat Ödülü'nü almayı başardı.

İngilizce'de iyelik ve çoğul takısı olarak kullanılan ‘‘s’’ harfinin iyelik belirtirken apostrofla ayrılması gerektiğini; çoğul takısının ise asla ve asla apostrofla ayrılamayacağını savunmak amacıyla dernek kuran İngiliz John Richards yazın dünyasına katkılarından ötürü bu ödüle layık görüldü. Yani alternatif Nobel'e layık görüldü. Apostrof Kurallarını Koruma ve Yayma Cemiyeti aynı ödülü alan ikinci İngiliz kuruluşu oldu. Daha önce de 1999 yılında İngiliz Standartları Enstitüsü, kurallara uygun çay demleme yönteminin anlatıldığı altı sayfalık raporla ödül almayı başarmıştı.

Alternatif Nobel ödülü alan araştırma ve buluşlar bu yıl da geçen yıllarda olduğu gibi hayli parlak. Örneğin Hindistan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü'nden Chittaranjan Andrade ve B.S. Srihari'nın sıradışı araştırması halk sağlığı dalında ödül kazandı. Hintli araştırmacılar, ‘‘Burun karıştırmanın genç yetişkinler arasında yaygın bir davranış olduğunu’’ tespit ederek rakiplerini geride bıraktılar.

Tıp dalında ödüle layık görülen araştırma sonuçları da çok ‘‘sarsıcı’’ bulundu. Kanada'nın McGill Üniversitesi'nden Peter Barss, dört yıllık gözlemleri sonucu Papua Yeni Gine'de ağaçlardan düşen hindistancevizlerinin baş, sırt ve omuz yaralanmalarına yol açtığını ortaya çıkardı. Hastanelere intikal eden travma vakalarının yüzde 2.5'inin bu tip yaralanmalardan kaynaklandığını saptayan Barss'a göre adadaki ağaçlar 24-35 metre yüksekliğinde, bir hindistancevizi de 1-4 kilo çekiyor; demek ki meyve insan kafasına 1 tonluk bir kuvvetle düşüyor.

Barış Ödülü'nü ise Stalin World eğlence parkını kuran Viliumas Malinauskus adlı Litvanyalı aldı.

TEKERLEK İCAT EDİLDİ

Teknoloji dalında John Keogh adlı Avustralyalı avukat, 2001 yılında Avustralya Patent Ofisi'nden tekerleğin patentini almayı başardığı için ödüle hak kazandı. Ülkedeki patent sisteminin zaaflarını ortaya çıkarmak için tekerlek projesiyle başvuruda bulunan Keogh ile kendisine ‘‘2001100012’’ sayılı icat patentini veren Ofis ödülü paylaştılar.

Astrofizik ödülü ise cehennemin tahmini yerini tespit eden Dr. Jack ve Rexella Van Impe adlı Michiganlı karı kocaya verildi. TV'de dini program yapan ikili 31 Mart günü televizyon ve internette yayınlanan programda, uzaydaki kara deliklerin cehennemin mekanı olabilecek teknik koşullara uyduğunu iddia etmişlerdi.

Ekonomi ödülüne layık görülen teoriyi anlamayı ise başaramadım. Çünkü internetteki sitede sadece özeti vardı ve tamamını okumak için de 5 dolar ödemek gerekiyordu. Michigan Üniversitesi'nden Joel Slemrod ve British Columbia Üniversitesi'nden Wojciech Kopczuk'un ortak çalışmasında insanın eceliyle emlak vergisi sistemindeki değişikliklerin doğrudan bağlantılı olabileceği iddia ediliyor. Yani özetle şöyle diyorlar; ‘‘İnsanlar, veraset vergisinin daha düşük olabileceği bir döneme denk geleceğini düşündüğü takdirde, ölümünü ertelemenin ya da öne almanın yollarını bulabiliyor.’’

Biyoloji dalındaki ödül ise çok faydalı bir buluşa verildi. Amerikalı Buck Weimer gaz kaçağı yapmayan ‘‘Under-Ease’’ adlı donu icat ederek ödülü götürdü. Poliuretandan yapılan teknolojik donun içinde bulunan, değiştirilebilir kömürlü filtre gaz kaçağını dışarı sızmadan yakalıyor.

VE PERDE

Duş perdesinin içeri doğru vakumlanıp vücuda yapışmasına sinir olanların sorununa çözüm değil ama, fizik dalında alternatif Nobel'i alan Massachusetts Üniversitesi öğretim üyesi David Schmidt, en azından bu olayın nasıl meydana geldiğini bulmuş. İki hafta boyunca bilgisayar başında oturup duş alanını 50 bin miniskül parçaya bölerek bir model çıkaran Schmidt sonunda şunu keşfetmiş: Banyonun iç kısmında oluşan alçak basınç sistemine karşılık dışarıdan gelen yüksek basınç perdenin vücuda yapışmasına neden oluyor. Duş başlığının çevresindeki boşlukta, havanın uçak kanatlarının üzerinde kaymasını sağlayan Bernoulli efekti meydana geliyor. Bu bölgede havanın hareketi hızlanırken basınç düşüyor ve dışarıdan gelen yüksek basıncı içeri vakumluyor.


Alternatif Nobel örnekleri


Depremlerin yayın balıklarının kuyruklarını sallaması sonucu meydana gelip gelmediğini yedi yıl araştıran Japon Meteoroloji Ajansı'na fizik ödülü.

Başka ülkelerle savaşmak yerine birbirlerini tekmeleyip çimdikleyerek barışı korudukları için Tayvanlı milletvekillerine barış ödülü.

Güvercinlere Picasso ve Monet'nin resimlerini ayırt etmeyi öğreten Japon uzmanlara psikoloji ödülü.

Sarımsak ve ekşi kremanın sülüklerin iştahı üzerindeki etkilerini araştıran Norveçli uzmanlara biyoloji ödülü.

Farklı tatlarda çiklet çiğneyen insanların beyin dalgalarını ölçen Çek ve Japon araştırmacılara biyoloji ödülü.

Otomobil camlarına yapışan bütün sinek cinslerini ortaya çıkaran ABD'li uzmana entomoloji ödülü.

Deniz taraklarına Prozac vererek mutluluk dozunu artıran ABD'li uzmana biyoloji ödülü.

Bisküviyi çaya batırmanın optimal yolunu hesaplayan İngiliz'e fizik ödülü.

Sadakatsiz kocaları ortaya çıkaran iç çamaşırı sprayi için Japon uzmana kimya ödülü.

Bilgisayara bir kedinin yaklaşmakta olduğunu gösteren PawSense programı için Amerikalı uzmana bilgisayar ödülü.
Yazının Devamını Oku

Grek usulü seks boykotu

19 Ağustos 2001
Sırtköylü kadınların eylemi aslında Şalvar Davası'na değil, bir Antik Çağ motifine dayanıyor. Yunanlı drama yazarı Aristophanes'in ünlü komedyası Lysistrata'da da kadınlar, kocalarına karşı seks boykotu uygular. Ancak bu boykot köye su getirmek için değil, 20 yıldır devam eden, soyları kurutan Peleponnes Savaşı'nı sona erdirmek içindir. Bu antik motif, kanlı savaşları bitirmek için başka umudu kalmayanlara da ilham kaynağı oldu. Kolombiya ve Ruanda'da, hatta son G-8 zirvesinde aynı motif gündeme geldi.

TARİHİN ilk seks boykotunu, Aristophanes'in düşsel kahramanı Lysistrata mı başlattı, yoksa prehistorik çağın gerçek kadınları mı?

Antropolog Dr.Chris Knight'a göre ikinciler. Tarih öncesinde yaşayan kadınlar, ava giden kocalarının ganimetlerini yarı yolda yemeden, avlarıyla birlikte eve dönmelerini sağlamak için seks boykotu uyguluyorlardı. Avda elde edilen zaferi taçlandıracak esas armağanın evde beklediğini bilen erkekler, çabucak avlanıp dönüyordu.

Knight bu teoriyi, yakın çevrede yaşayan kadınların ayın aynı günlerinde regl olmasının sırrını çözmeye çalışırken geliştirdi. Prehistorik çağ kadınları, adet görmeyi, kitlesel bir eyleme dönüştürüyor, erkekleri avlanmaya zorlamak için, dönüşte seks vaadiyle ayda bir kez seks boykotuna gidiyorlardı. Regl dönemi, cinsellik açısından biyolojik bir engel oluşturmasa da, toplu eylemin aracı haline geliyordu. Seks yasağı avın daha başarılı geçmesini de sağlıyordu.

Bilim dünyası bu teoriyi tartışmalı bulsa da, Aristophanes'in komedyası kendi içinde bir realiteyi barındırıyor.

Lysistrata önderliğindeki kadınlar, insan soyunu da kaynakları da tüketen 20 yıllık Atina-Isparta savaşını bitirmek için ellerindeki en önemli silahı kullanır, kan dökmekten vazgeçmedikleri takdirde erkeklerini yataklarına almayacaklarını ilan ederler. Böylece kocalarını ve oğullarını korumayı düşünürler. Peki silahı ne zaman çeker kadınlar? Tabii ki erkekler cephedeyken değil. Erkeklerin Bereket Festivali'ne katılmak üzere cepheden eve dönüşleri beklenirken, Lysistrata hem Atinalı, hem de Ispartalı kadınları örgütler. Sonunda iyice acıkan iki taraf erkekleri, asi kadınlara boyun eğer ve barış anlaşması yaparlar.

Aristophanes'in eseri, esas kahramanların kadın olması açısından son derece devrimci çizgiler taşır. Çünkü Antik Yunan'da savaş karşıtlığı cesaret ister; ayrıca kölelerden bir parça daha fazla değer taşıyan kadınları kahramanlık mertebesine çıkarmak da her babayiğidin harcı değildir. Aristophanes, devrimci çıkışını fazla göze batırmamak için oyununu çılgın bir komediyle paketler.

ERKEK ÖRGÜTÇÜLER

Bu ünlü komedya yazıldığı dönemde, yani İ.Ö. 5. Yüzyıl'da pek fazla sahnelenmedi, ancak yüzlerce yıl sonra tiyarto repertuvarlarda sıkça yer aldığı gibi, savaştan bıkanlara da esin kaynağı oldu. Ancak bu kez, kadınları seks boykotuna çağıranlar kadın değil, erkekti.

1997 yılının kasım ayında, Kolombiya Genelkurmay Başkanı General Manuel Bonnet televizyona çıkıp kadınlara boykot çağrısı yaptığında bütün ülke dehşete düştü. Elinde Aristophanes'in eserini tutan General Bonnet, solcu gerillalarla uyuşturucu kaçakçıları ve milislerin eşleriyle kız arkadaşlarını Lysistrata'nın izinden yürümeye davet ederken, ‘‘Kan dökmeye son vermedikleri takdirde onlarla yatağa girmeyin. Bu silah, Antik Yunan'da işe yaramıştı. Sizler de başarabilirsiniz’’ diye sesleniyordu.

Tabii Komünist Devrimci Silahlı Güçler (FARC) örgütü bu çağrıyı pek zavallı buldu ve şu yanıtı verdi: ‘‘Kadınlarımız yatakta da savaşta da bizimle omuz omuza vuruşurlar...’’

Bu arada gerillalar arasında 2 bin kadar kadının bulunması da, generalin bulduğu yöntemin pek işe yaramayacağını gösteren diğer bir unsurdu.

Güney Afrika'nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela da geçen yılın temmuz ayında Burundi'deki Hutu-Tutsi iç savaşını sona erdirmek için kadınları greve çağırdı. Hutu gerillalarla, hükümet ve orduyu kontrol eden Tutsi azınlık arasında barış anlaşması imzalanması için aylarca arabuluculuk yapan Mandela, ‘‘Anlaşma imzalanıncaya kadar onlarla konuşmayın, onlara yemek pişirmeyin’’ diye seslendi Burundili kadınlara. Gerçi doğrudan seks boykotundan bahsetmedi, ancak Mandela'nın anahtar cümlesi şöyledi: ‘‘Karılık görevlerinizi yerine getirmeyin.’’

Lysistrata
motifi globalleşme karşıtı gösterilere de bulaştı. Geçen ay Cenova'da yapılan G-8 zirvesi sırasında, yerel meclisin Komünist Partili üyesi Antonio Bruno sadece kadınlara değil, her iki cinse de hitap ederek, ‘‘Zirve işbirlikçileriyle cinsel ilişkiye girmeyin’’ diye çağrıda bulundu. Bu işbirlikçilere şoförler, çevirmenler ve polisler de dahildi.
Yazının Devamını Oku