Babaları savaşıyordu, onlar evleniyor.Roosevelt'in Chrysler kullanıp kullanmadığını bilmiyorum ama, Hitler'in makam otomobilleri Daimler-Benz yapımı gıcır gıcır Mercedes'lerdi.Müttefik kuvvetlerini bombalayan Luftwaffe uçaklarının motorları da, Alman tankları da Daimler-Benz'di. Müttefik uçakları, fabrikalarını yerle bir edene kadar Daimler-Benz hep cephedeydi.Nazi ordularına karşı savaşan Sherman tanklarını üreten Chrysler de hep cephedeydi.Ancak dünkü düşmanlık, bugünün aşklarını engellemiyor. Daimler-Benz ile Chrysler evleniyor. Çünkü globalleşen yeni dünya düzeninde ayakta kalmak isteyenler artık ne düşmanlık, ne de ulusal sınırlar tanıyor. Dünya ekonomisi sınırlarından arınıyor. Bütün zamanların en büyük sanayi birleşmesinden doğan DaimlerChrysler'in eşit ortakların evliliği olduğu söyleniyor. Yani küçüklerin piyasada boğulup büyüklere yem olduğu bir yutma operasyonu yok ortada. Toplam değeri 92 milyar dolar olan iki devin evliliği söz konusu. Ancak yeni şirketin yüzde 57'sini kontrol eden Daimler'in Chrysler'i satın aldığını düşünenler çoğunlukta. Özellikle de Almanya'da kesinlikle bu görüş hakim.Buna rağmen Amerika'dan en ufak bir milliyetçi tepki yükselmiyor. İlk otomobili ürettiği 1924'den beri, Dodge'u Plymouth'u, Jeep'i DeSoto'suyla sapına kadar Amerikan ruhunu temsil eden Chrysler'in Alman ellerine gitmesine kimse ses çıkarmıyor. Üstelik bu şirket Amerikan sanayi tarihinde lokomotif rollerden birini üstleniyor ve Amerikan ekonomisi açısından o kadar büyük değer taşıyor ki, yönetim iflastan kurtarmak için 1.5 milyar dolar sayıyor. Dahası bu şirket uzun yıllar ‘‘Amerikan malı kullanmalı’’ sloganının bayraktarlığını üstlenmiş bulunuyor. Ancak Amerikan malına vurulacak Alman damgası rahatsıztlık yaratmıyor. Çünkü Avrupa ve Japonya'nın yarattığı dayanılmaz rekabet ortamında herkes pazar oyununun kuralını biliyor ve kuralları artık Amerika koymuyor. Amerikan otomotiv pazarındaki acıklı manzarayı kavrayabilmek için şu rakamlara bakmak yeterli: 1980'lerin başında piyasadaki ilk 10 otomobilin sadece ikisi, üç büyük Amerikan şirketi (GM, Ford, Chrysler) tarafından üretiliyordu. 1990'ların başında ise üç büyüklerin ilk ondaki payı bire düştü. Sanayi çevreleri ve akademisyenlere göre DaimlerChrysler operasyonu sınırlarından arındırılmış dünya ekonomisinin oluşumu yolunda atılmış en büyük adımlardan biri. ABD'li İşletme Tarihi profesörü Daniel Raff, ‘‘Pazarların giderek globalleştiği ortamda Amerikan şirketlerinin Amerikan kalması mümkün değil’’ diyor. Bazı uzmanlar, otomotiv sektöründe gelecekte topu topu beş mega şirketin kalacağını öne sürüyor. Amerikan yasalarının da bu evliliğe itiraz etmesi söz konusu değil. Anti-tröst yasası gereği, milli sınırlar içinde bu tip parlak bir izdivaç yapması mümkün olmayan Chrysler çareyi bir yabancıya varmakta buluyor. Aslında bu anti-tröst yasası çok garip. Örneğin Amerikan GM, Japon Toyota ile ortaklığa gidiyor ve bu oluşum Ford ile Chrysler'a açık bir saldırı teşkil ediyor. Ancak yasa sesini çıkarmıyor. Yeter ki, Ford ve Chrysler birbirine yaklaşmasın. Onlar da karşı cephe kurmaya kalkarsa anti-tröst yasası devreye giriyor.Tabii bu Alman-Amerikan evliliği Japonların fena halde moralini bozuyor. Japon kapitalizmi yerli evliliklere engel değil. Hatta devlet, 11 büyük otomobil şirketini, sayılarını beşe indirsinler diye teşvik ediyor. Çünkü hepsini birden yaşatacak kadar büyük pazar payı bulunmuyor. Toyota hariç tamamı zor günler geçiren Japon otomobilciler ise birleşmelere yanaşmıyor. Ama, bu ortamda bakir kalmak mümkün değil. Bakalım onlar ne zaman geçecek nikah memurunun karşısına.