Mutluluk araştırması yapan psikolog ve ekonomistlerin vardığı ortak nokta şu: Mutlu olmak için ille de çok zengin olmak gerekmiyor. Ekonomik gelişme mutluluk dozunu artırıyor, ancak bu mutluluk paranın satın alma gücünden kaynaklanmıyor.
Ekonomik gelişme, demokrasi, insan hakları ve adaleti de beraberinde getirdiği için insanlar daha mutlu olabiliyor.
Mutluluk paradan çok, devlete ve siyasete duyulan güvenle yeşeriyor. Örneğin İskandinavlar mutluluğu bu güvende buluyor. Onlar tabii ki zengin, ancak aynı oranda varlıklı diğer uluslardan çok daha mutlular. Bu arada daha az zengin olduğu halde, çok zengin uluslardan daha mutlu olan uluslar var. Örneğin İrlandalılar.
BİR insanın dünyadaki mutlu bireyler sınıfına dahil olabilmesi için, kişi başına düşen milli geliri 10 bin dolar düzeyinde olan bir ülkede yaşaması gerekiyor.
Aslında ortalama zekaya sahip kime sorsanız bu parlak rakamı telaffuz edebilir. Ancak rastgele ortaya atılmış bir mutluluk çıtası değil 10 bin dolar.
Son 20 yıl içinde yapılan bütün mutluluk araştırmaları onu gösteriyor: 10 bin dolar. Yani bugün Portekiz, Yunanistan ve Güney Kore'nin bulunduğu noktayı.
Bu arada mutluluk istatistiklerinin tamamen kişisel beyana dayalı olduğunu belirtelim.
Ancak işin tuhaf tarafı, bu ortalama gelir çıtasının üzerine çıkan ülkelerde, nedense mutluluğun dozu artmıyor. Yaşam standardının yükselmesi, mutluluğa çok az katkıda bulunabiliyor. Psikologların geniş halk kitlelerine ulaşarak yaptıkları araştırmalara göre yoksul ülkeler doğal olarak mutsuz yığınlardan oluşuyor, ancak zengin ülkeler de mutluluk denizi içinde yüzmüyor.
Örneğin ABD. Bu ülkedeki GSMH, 1975-1995 yılları arasında tam yüzde 43'lük artış göstermiş ama, Amerikalıların mutluluk oranında önemli bir kıpırdanma olmamış.
Ayrıca ulusların kültürel kimliği de mutluluğun parayla doğru orantılı olmadığını gösteriyor. Örneğin İrlandalılar, kendilerinden daha zengin olan Almanlara göre daha mutlular. Ve İskandinavya ülkelerindeki bireylerin olağanüstü mutluluğu da, eşit düzeyde zengin diğer ülkelerin mutluluk dozunu kat kat aşıyor. Uzmanlara göre İskandinavyalıların bu kadar mutlu olması, sisteme duyulan güvenden kaynaklanıyor.
KÜRESELLEŞME VE MUTLULUK
Aslında ekonomistlerin İskandinav ülkelerinden topladığı verilere biraz kuşkuyla bakmak gerek. Çünkü sosyal bilimciler kuzeylilerin o kadar mutlu olduğu görüşünde değil. Örneğin aşırı monoton ve risksiz yaşamın, hiç teklemeyen, anormal derecede ritmik işleyen düzenin İsveçlileri fena halde bunalttığını, kimbilir kaç kaynaktan okudum.
Cenova'daki zenginler zirvesi nedeniyle geçen hafta boyunca globalleşme karşıtlarını konuşup durduk. Dünya Ticaret Örgütü'nden IMF'ye, global düzenin kurallarını koyan bütün kurumlara nefret duyan bu insanlar, küresel mutluluk için kendilerini meydanlara atıyorlar. Onlar küreselleşmenin mutluluk getirmediğini, zengini daha zengin, yoksulu ise daha yoksul kıldığını düşünüyorlar. Emeğin sömürülmesine, Üçüncü Dünya'nın borç batağında çırpınmasına, çevrenin kirletilmesine ve hayvanlara zulmedilmesine içerliyorlar.
Gerçekten de küreselleşmeyle birlikte zenginler daha zenginliyor, zenginle yoksul arasındaki uçurum derinleşiyor. Ancak şunu da kabul etmek gerek; uçurum açılırken, zenginlerinki gibi katlanmasa da yoksulların geliri de azar azar artıyor.
Peki küreselleşme insanları daha mutlu kılıyor mu? Özellikle zenginliği perçinlenen uluslar daha mutlu olabiliyor mu? Yanıtı çok açık, yukarıdaki veriler aynen geçerli. Daha mutlu olamıyorlar.
Bugün herkesin kabul ettiği bir gerçek var, o da globalleşmeden dönüş olmadığı. William Greider 1997'de yayınladığı ‘‘Ready or Not’’ adlı kitabında yazmıştı: Solcular ne kadar karşı çıkarsa çıksın, kürelleşmeyi kimse durduramaz. Çünkü servetini artırmak isteyen itici güçler mevcut. Çünkü Nike hissedarları, gelirini artırmak için maliyet fiyatlarını düşürmek istiyor. Bunun için de denizaşırı üretim yapılması gerekiyor. Çünkü Endonezyalı köylüler de gelirini artırmak istiyor. Bunun için kente gidip Nike fabrikasında çalışıyor.
Ne var ki, Amerika'daki Nike hissedarı da daha mutlu olamıyor; o ayakkabıyı imal etmek için çiftini çubuğunu bıkarıp kentteki atelyede çalışmaya başlayan Endonezyalı da hayatından köydekine oranla daha memnun olamıyor.
Globalleşme insanları mutlu edemiyor, çünkü insan doğası gereği hemen her zaman daha büyük servetleri özlüyor.
Esas mutluluk demokraside
DÜNYA Bankası uzmanlarından William Easterly geçen yıl yayınladığı bir araştırmada şu noktaya dikkat çekiyordu: ‘‘Zengin ülkelerde demokrasi, yoksul ülkelere oranla daha fazla, yolsuzluk ise daha az. Zenginlerin hukuk düzeni daha sağlam, bürokrasinin kalitesi daha yüksek. Bu ülkelerde kişisel özgürlükler de daha fazla, insan hakları ihlalleri ise daha az...’’ Gerçekten de kişi başına düşen milli geliri bir yana bırakıp, insan hakları ve özgürlüklerle ilgili çeşitli endeksler dikkate alındığında, mutlulukla demokrasi arasındaki ilişki ortaya çıkıyor. Psikoloji biliminin önde gelen mutluluk araştırmacılarından Ed Diener de, zenginlikle mutluluk arasındaki ilişkiyi bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarabilmek için, araştırmaları demokrasi ve insan haklarının etkisinden arındırmak gerektiğini söylüyor. Bunun için de daha detaylı inceleme gerekiyor.
MEKSİKA,G.KORE VE TAYVAN
Ekonomik gelişme, beslenme, sağlık ve barınma ihtiyaçlarının daha kaliteli bir şekilde karşılanması sağlamakla kalmıyor, diğer yandan demokrasi ve insan haklarıyla elele gidiyor. Bu durumda, ekonomik gelişmenin yoksul ülkeleri daha mutlu kılması gerekiyor. Ekonomik kalkınmanın demokratikleşmeyi hızlandırdığını gösteren birkaç örnek var. Meksika ile Güney Kore ve Tayvan'da yaşanan ekonomik büyümenin siyasal yaşama olumlu katkıda bulunduğu gözleniyor.