“Günaydın!” dediğinizi duyar gibiyim. Herkesin bir cevabı var elbet. Ama ben kendi cevabımı bulmak istedim.
Her mahalle bir diğer mahalleyi hedef gösteriyor. Kimse “benim yoğurdum ekşi” demiyor.
“Önce o başlattı!” muhabbeti almış başını gidiyor. Nereye kadar gidecek bilmiyorum (Hz. Âdem’e kadar yolu var gerçi).
Mütemadiyen bir saldırı-savunma pozisyonundayız. Karşı mahalle bir “söz” mü söylemiş. Hemen gardımızı alıyoruz. Ne söylendiğinin önemi yok, söyleyen belli neticede. Söylenenle ilgili fikrimiz yoksa ait olduğumuz mahalleye bakıyoruz. Ne diyorlarsa tekrarını yapıyoruz.
Tabii bunu yaparken “kışkırtıcı dil” kullanmamız şart. Ne kadar çok can yakarsak o kadar cennete gitme olasılığımız yükseliyor çünkü.
Vildan, muhafazakar camianın önde gelen isimlerinden Mehmet Kutlular’ın kızı olması sebebiyle medya da geniş yer aldı.
Dindar bir ailenin kızının uyuşturucu sebebiyle ölmesi uzun süre konuşuldu. Yanlış arkadaş kurbanı olmasından, MİT’in parmağı olmasına kadar birçok iddia atıldı ortaya.
Bu olayı gündeme getirmemin sebebi ne ailenin acısını tazelemek ne de eski tartışmaları alevlendirmek.
Baba Mehmet Kutlular’ın kızının ölümünden sonra yaptığı açıklamalar dikkatimi çekmişti.
“…Pozitif düşünün, Allah yolunda olmaya çalışın. Cenab-ı Hak belki bunları tembih için bizi elekten geçiriyor. Mazlumiyet, mahkumiyet ve baskı psikolojisinin kendi lehimize değerlendirip dünyaya anlatmak zorundayız. İnsanlar muzluma, sebepsiz yere içeriye atılanlara, uygunsuz laflara muhatap haline getirilenlere acırlar, kapılarını aralarlar. Bu ruh hali iyi değerlendirilmelidir…” diyordu.
Fethullah Bey’i şahsen tanımam. Camiasının üst düzeyinde de şahsen tanıdığım birisi yoktur. Cemaate bağlı, uzun yıllardır tanıdığım ve masumiyetlerinden şüphe etmediğim arkadaşlarım var sadece.
Yaşananlardan sonra hiçbirine “hala orada ne işiniz var” demediğim gibi, demeyi de etik bulmuyorum. Liderlerini veya camialarını savunmalarına da kızmıyorum. Anlamaya çalışıyorum sadece. Mutlu değiller biliyorum. Konuşmak isterlerse konuşurum, istemezlerse yok sayarım.
Fethullah Bey, “Cenab-ı Hak bizi elekten geçiriyor diyor”, doğru söylüyor . Ülkemizde elekten geçmeyen siyasetçi, iş adamı, cemaat, kurum ve kuruluş yok denecek kadar azdır . Hepimiz bir şekilde geçtik o elekten çok şükür.
Zor zamanlarda arkasını dönüp gidenler canını acıtır insanın ama çok takılmamak-üzülmemek lazım neticede mühim olan Allah’ın eleğidir.
Selahattin Bey ve ailesi, Selahattin Beyin vekilliğinin ilk yıllarında Ankara’da yaşamışlar. İki yılın sonunda Diyarbakır’a dönmeye karar vermişler. Sayın Demirtaş, Diyarbakır’a dönüş kararı almalarında etkili olan birkaç olay anlatmıştı o programda.
Milletvekili seçildikten sonra ailesiyle birlikte Ankara’ya taşınıyorlar. Apartmanın kapıcısı ve diğer aileler çocuklarının Selahattin Beyin çocukları ile oynamasını yasaklıyorlar.
Yine bir gün Selahattin Bey anaokulunda eğitim gören kızını almak için okula gidiyor. Tam okul çıkışına denk geliyor. Öğretmenler kapıda çocukların ayakkabısını giydirirken, Selahattin Beyin kızı, bir kenarda kendi ayakkabılarını giyiyor. Selahattin Bey kızına “ayakkabını her zaman sen mi giyiyorsun” diye soruyor. Kızı da “evet” diyor.
Bu ve benzer olaylar artınca da, ailesinin daha huzurlu olacağını düşünerek Diyarbakır’a dönmeye karar veriyorlar.
Neden türban değil de başörtüsü ; Türban Kenan Evren ve İhsan Doğramacı ikilisinin “başı arkadan bağlama” modelini önererek başörtüsü sorunu çözmek adına Fransa’dan ithal ettikleri bir tanımdır. İsmi kaldı uygulama tutmadı.
Başörtüsü Türkçe bir kelime ve tam olarak yapılan eylemi anlatıyor. “Başı örtüyor.”
Benim çocukluğum ölçü mü ; Ortaöğrenimde başörtüsü serbestliğiyle ilgili düşüncelerimi “kendimden örnekleyerek” anlatmak istedim. Tabii yazıyı “ben şimdi anlatacağım herkes ikna olacak” iddiasıyla yazmadım. Korkuların yersiz olduğunu ifade etmek istedim.
Benim çocukluğumun mutlu geçmesi başka çocuklar için ölçü olamaz elbette. Ama aksi de ölçü olmamalı.
Devletin dini eğitime karışması;
Çok güzel ifade etmiş. Aslında sadece siz benim yazılarımı okumuyorsunuz. Ben de sizin yazdıklarınızı okuyorum.
Kitap okumak kadar birbirimizi okumanın da gelişimimize katkıda bulunacağına inanıyorum.
Arada gözlüklerimizi değiştirmek, birbirimizin gözlerinden bakmak fena olmaz.
Sevgiler…
..........
Orta öğretimde de başörtüsü serbest bırakıldı. Karar tartışmayı da beraberinde getirdi haliyle. Eski konuyu güncelledik. Bu konuda yazmayacaktım aslında. Herkes gibi ben de sıkıldım bu başörtüsü meselesinden.
İlk iki tarafın kendince sebepleri var elbette ama üçüncü kısmı iyi niyetli görmediğimden değerlendirmeye almıyorum. Kim ne kadar haklı tartışmasına da girmeyeceğim. O ayrı ve daha detaylı incelenmesi gereken bir konu.
Tayyip Bey, siyaseti öğrendiğim insanlardan biridir. Bu sebeple, dilini, üslubunu anlayabiliyorum. Ondan korkmuyorum ve korkulacak biri olarak da görmüyorum.
Çok şey öğrendim Tayyip Beyden. Bir dönem il başkanımdı kendisi.
Sonra yollarımız ayrıldı. Kendileri Ak parti’yi kurdular. Ben kaldım, o gitti.
Hiçbir konuda fanatik olmadım ve yersiz buldum. Bu yüzden üyesi olduğum parti dışında, Ak parti’ye de oy verdiğim oldu.
Tayip Bey hakkında yapılan bazı eleştirileri haklı bulduğum da oldu, abartıldığını düşündüğüm de.
Dindar kimliği sebebiyle hor görülmesini istemediğim kadar, yanlışlarının dine mal edilmesini de istemedim.
“Yağmur da beraber ıslandığım” bir insanla yollarımız ayrılsa da, onun korkulan bir insan olarak anılmasını istemedim.
Haberin başlığı dikkatimi çekti. Ülkesinde büyük tartışmalara sebep olan Shaima ne yapmıştı acaba?
Önce “Müslüman kimliğinin vurgulanması nedeniyle” başörtüsü ile tezat oluşturabilecek davranışlarda bulunmuş olabileceğini düşündüm.
Haberin detaylarına girdiğimde ise işin renginin başka olduğunu gördüm.
Shaima, ülkede iddialı bir yarışma programı olan BBG’ye katılmış, kimliğinden ve inancından ödün vermeden “ben de varım” demiş.