Paylaş
Boşuna sevmiyoruz bazı insanları.
Burçin Orhon’u yıllardır bilirim ama hiç tanışmamıştım.
Dakika bir, gol bir, yıllardır tanışıyormuşuz gibi olduk.
Önce telefonda konuştuk, “Tabii, çok isterim röportaj yapmak” dedi, sonra mesaj attım, “Pardon, siz kimsiniz? Kafa gitti de kiminle yazışıyorum?” gibi bir şey yazdı.
Bir kere bu oyunsuz, numarasız haline ve dürüstlüğüne bayıldım.
House Cafe’de buluşacaktık, ben trafikten geç gittim, yoktu.
Aradım hemen.
“Sıkıldınız beklemekten ve çıktınız mı?” dedim.
“Evet” dedi.
Bu doğallığına da bayıldım.
İnanılmaz özgür bir ruh o.
“Neredeyseniz hemen geliyorum” dedim, onu Beşiktaş Pazarı’nın orada buldum, orada bir kafede yaptık röportajımızı.
Sonra o minibüsüne bindi, ben arabama -evet yanlış okumadınız minibüs kullanıyor ve çok seviyor minibüsünü- Honeybee stüdyolarına gittik.
Bu fotoğraflar orada Cem Talu tarafından çekildi.
Onun sokaklarda dolaşma hali bu değil, beni kırmadı.
Dünya tatlısı bir kadın, insanın ruhunu zenginleştiren biri. Hep iyi olması dileğiyle...
Siz bizim ‘Bambi’mizsiniz. Hepimiz sizi seviyoruz. Tatlısınız, samimisiniz ve çok sahicisiniz. Haliyle, sizinle birlikte biz de üzüldük ve yıkıldık. Nedir bu alzheimer hikâyesi?
-Bir süredir şikâyetlerim vardı. Doktora gittim, alzheimer başlangıcı teşhisi koydu.
Normalde, insanlar utanırlar, saklarlar, gizlerler. Nasıl bu kadar açıkyüreklilikle söylüyorsunuz?
-Utanılacak bir şey yok ki.
Tabii ki yok! Ama bizler hastalıklarımızı, zaaflarımızı göstermeyi sevmeyiz...
-Öyle şeylerim yok. Başkası bulup çıkarmasın diye zaaflarımı kendim ortaya dökmeyi severim. Galiba uzaylıyım!
Nasıl gelişti bu hastalık?
-Unutkanlığım had safhaya geldi. O kadar ki, biraz da saçmalamaya başladım. İçeriden geliyorum, televizyonun karşısına kuruluyorum, ayaklarımı uzatıyorum, aaaa ayağımın birinde çorap var, diğerinde yok! Birini giymişim, o ara aklım kim bilir nereye gitmiş, ötekini giymeyi unutmuşum. Mesela çocuklar geliyor diyor ki, “Anne bu süt, tuvalette ne arıyor!” Hiçbir fikrim yok. Artık o arada ne düşünmüşsem, yine kopmuş demek ki, elimdeki sütü oraya bırakıp hayata devam etmişim. Bazen de yolda araba kullanırken bir an, “Ben neredeyim?” diye panik oluyorum. Sağa çekip, etrafımdaki binalara bakıyorum. Soğuk terler döküyorum. Hiçbir şey tanıdık gelmiyor. 15-20 saniye sonra birden hatırlıyorum: “Ha bizim evin yolu burası...”
Evdekiler üzülüyor mu bu unutkanlıklara?
-Daha çok kafa buluyorlar! Ben hayatım boyunca 750 bin kere filan ameliyat oldum. Onlar alışık benim bitmez tükenmez hikâyelerime. Süheyl’le evlendiğimizde 4 buçuk aylık bebeğimiz öldü. İşte o beni çok sarstı. Bir yıl kendime gelemedim. Ben erkek çocuk sevmem. O bir erkek bebekti, ben, “Allah bana günah yazdı. Erkek çocuk sevmediğim için geri aldı çocuğumu” diye karalar bağladım. Zeynep doğduktan sonra acım hafifledi ama insanın kalbinde hep bir sızı kalıyor. Sonra ikinci derece yanık oldum. Üzerimde sıcak su torbası patladı. Dizim kırıldı. Bir sürü ameliyat, çiviler. Kalbime pil takıldı. “Annemizin hastalığı yine böyle bir şey, geçecek” diye bakıyorlardı, bu kadar önemli bir şey olduğunu bilmiyorlardı...
Kızlarınız kaç yaşında şu anda?
-12-16-26. Her boy var bizde!
Neşeli ve renkli bir ev olsa gerek...
-Hem de nasıl! Güzel bir aileyiz. Komiğiz, espriliyiz. Ama asla şımarıklık yok. Çekmem çünkü. Herkes açık bizde. Hatalar yaparız ama birbirimizden özür dileriz. Normal ailelere göre biraz farklıyız. Çünkü galiba ben klasik bir anne değilim. Evdeyken hayat şahane ama dışarı çıkınca zor oluyor.
Neden?
- Herkes bir şeyler dayatıyor. Olmadığın gibi davranmanı istiyorlar. “Kızının saçına fön çektir, ayakkabısını şöyle giydir” diyorlar mesela. Ben kızımın beğenisine saygı gösteriyorum, o kendisi gibi olabilmeli. Ama bu toplum, her zaman buna müsaade etmiyor. Ufaklığın mesela, kendine özgü bir tarzı var, bir şeylerin üstüne bir şeyler giyiyor, onun üstüne kısa bir şey giyiyor filan. Kışın bile yazlık kıyafetler giyen bir çocuk. Üşütmediği müddetçe benim için hava hoş. Kaloriferleri asla yaktırmıyor evde, camlar açık uyuyoruz bütün kış. Ben karışmıyorum. Ama millete dert oluyor.
Şablona uymaması mı?
-Evet. Oysa herkesin şablona uyma gibi bir mecburiyeti yok. Ama toplum insana bunu dayatıyor.
Alzheimer haberleri çıkınca paniklediler mi?
-“Bu kadar çok televizyonda haber olduğuna göre, annemin dediği kadar da uyduruk bir şey değilmiş!”e dönüştü iş. Şimdi sürekli mesajlar gönderiyorlar, “Seni seviyorum anne!” filan. Ki hiç benim kızların yapacağı işler değil. Biz romantik bir aile değiliz. Güleriz öyle şeylere. Sürekli gırgır şamata.
Peki siz ne zaman, “Ya ben bir doktora gideyim” dediniz?
-Harflere ve rakamlara bazen bakakalıyorum. Mesela ‘solitaire’ oynamayı çok severim. Ama bazen o kadar karışıkmış gibi geliyor ki, öylece kalakalıyorum. Ya da filmlerdeki alt yazı bir sonraki sahneye düşüyorsa bitti, bağlantıyı kaybediyorum, başını hatırlayamıyorum.
Kaç zamandır böyle?
-Son üç aydır çok şiddetlendi. Alay konusuydu halim. Dizilerin tekrarları var ya, seyretmeye hazırlanıyorum. “Anne, sen seyrettin bunu!” diyor kızlardan biri. “Hayır” diyorum. “Seyrettin-seyretmedim” diye kavga ederken ortaya çıkıyor ki haklılar. E onlar da kaçırır mı, kafa buluyorlar, “Sen seyret. Nasıl olsa bir hafta sonra unutursun, birlikte yine seyrederiz!” diyorlar.
Siz de gülüyorsunuz...
-E tabii canım. Bizde kahpe kader yok! Benim ortanca kız, ‘s’leri ‘ş’leri söyleyemiyor. O yüzden biraz “vıj vıj” diye konuşuyor. Bence çok şeker. Hep tatlı tatlı dalga geçtik onunla ama hep sevgiyle, asla eleştirerek değil. En küçük de şaşıydı. Onun şaşılığı da espri konusuydu. Hatta bir gün maaile krize girdik, “İki çocuk doğurdum. Biri konuşamıyor, öbürü de şaşı!” diye. Hepimiz Zeynep’e, “Allah aşkına Tansaş de!” diyoruz, diyemiyor ya, gülüyoruz. Okula gitti Zeynep, çocuklar zalimdir ya, alay etmişler. Fakat bizimki fark etmemiş bile, o da gülmüş. Eve geldi, “Anne, biliyor musun ben j’leri de söyleyemiyormuşum!” dedi. Yine gülmeye devam ettik. Biz onu başka türlü yetiştirseydik belki de eve ağlayarak gelecekti. Özgüveni sağlam. Kendini de pek bir beğenir, “Kuğu gibiyim!” filan der. Bizde herkes cins, herkes bir kişilik. Bu arada, annem de bizimle yaşıyor. O da nevi şahsına münhasır bir Rum...
Harika...
-Bizimle birlikte yaşaması mı? Bazen değil!
Kafası yerinde mi?
-Benim gibi o da! Bazen ateşte bir şeyler unutuyor ama genel olarak normal. 77 yaşında. Rahmetli babam bohem bir sanatçıydı. Altın Kitaplar’ın kapaklarını yapardı. Her şeye boş veren bir adammış. Bazen beni de öyle sanıyorlar. Değilim halbuki. O, benim savunma mekanizmam. Ben ne üzüntümü belli ederim ne öfkemi. Hep içime atarım. Ama hayat önüme ne getiriyorsa onu yaşamaya alışık bir insanım. Alzheimer’ımı da öyle yaşayacağım.
Süheyl yatalak olsam bile bana bakar
Süheyl Uygur gerçekten ‘kurtarıcı’ mı?
-Evet. Yatalak olsam bile bana bakar, eminim.
Hanginiz birbirinize daha çok âşıksınız?
-Süheyl daha çok sever.
Neden öyle?
-Bilmem. Süheyl’i beni çok sevdiği için çok sevdim. Bir Burçin Orhon imajı vardı insanların kafasında. Sonra bir fark ediyorlardı ki, evde pazen gecelik, elde örgüler, hayal ettikleri kadın değil. Üç ay sonra gerçek beni tanıyınca sıvışmaya çalışıyorlardı. Beni kısa tırnağımla, lastik ayakkabılarla seven bir tek Süheyl çıktı! O yüzden ben de Süheyl’i sevdim. Beni çok sevdiği için.
Üzülmüyor mu o böyle söyleyince?
-Yoo. Kötü bir şey söylemiyorum ki. “Süheyl bana âşık oldu, ben ona âşık olmadım. Ben Süheyl’i severek evlendim” diyorum. Sevgi bana göre aşktan daha değerli. Bir sürü saçma sapan insana âşık olabilirsiniz. Ben de oldum. Halbuki kocam eşsiz bir adam...
Bari adamı mutlu edebiliyor musunuz?
-Bilmiyorum. Birkaç kere, “Git” dedim, gitmedi. Hastalıklarım ortaya çıkınca çok kendime dönük yaşamaya başladım. “Sana ıstırap veriyorum. İstiyorsan beni bırak!” dedim. Ama gitmedi.
Nasıl tanıştınız?
-Efes’te kalıyorduk. İkimizin de işi vardı. Akşamları lobide sohbet ediyoruz. Üçüncü gün “Ben sana âşık oldum! Benimle evlenir misin?” dedi. Kendi kendime, “Öbürleri gibi faydalanmaya çalışıyor. Bunun tarzı farklı herhalde!” dedim. Bana yaklaşsın diye fırsat da verdim. Odaya çağırdım, saçımı seviyor, ben uyuyorum gidiyor. Bizde hep bir yatağa atma durumu vardır ya. Dedim ki, “Bu adam farklı!” Ve evlendik, çok doğru bir karar vermişim.
Hamiş: Burçin Orhon, dansları kadar 1987’de İrlandalı şarkıcı Johnny Logan’la birlikteliği ve hamileliğiyle de hatırlanıyor. Bu ilişkiyle ilgili bölümleri salı günü okuyacaksınız...
“Beyniniz 70 yaşında bir kadının beyni gibi olmuş”
Teşhis nasıl kondu?
-Nöroloğa gittim. Şikâyetlerimi anlattım. Tomografi çekildi. Kadıncağız dedi ki, “Beyniniz ortaya doğru küçülmüş. 70 yaşında kadın beyni gibi olmuş!” Uzun süreli strese ve travmatik şeylere maruz kalan kişilerde olurmuş.
Siz öyle şeyler mi yaşadınız?
-Çok hem de. Silahlar mı çekilmedi, adamlar mı kaçırmadı. Sonra tek başıma çocuk büyütmeye çalıştım filan.
Dansçı olarak çalıştığınız dönemlerden bahsediyorsunuz.
-Evet, o zaman bir avuç playboy, bir avuç da sanatçı vardı. Tabii hepsi eline yüzüne bakılır olanların peşindeydi. Ben de onlardan biriydim. Bayağı iş geldi başıma. Üç kere çiçek gönderip, hayal ettiği ilgiyi göremeyince sinirlenip silah çeken babalardan tutun da “Ben senin için geliyorum bu gazinoya!” deyip, beni arabaya koyup evine götürmeye kalkanlar oldu. Gerçi çenemle kurtuldum hepsinden. Ama evet stres yaşadım.
Doğru teşhis olduğundan emin misiniz?
-Valla doktor, “Alzheimer başlangıcı, bunun önüne geçmemiz gerekiyor!” dedi. Fakat şöyle bir şey var: Yine aynı hastanede, iki sene önce başka bir doktor insülin direnci teşhisi koydu. İki senedir birtakım ilaçlar içiyorum. Hatta arada bir test yapıldı. İlacın dozunu arttırdılar. Ama şimdi, “Hayır, sizin şekeriniz yok!” dediler. Bu doktor mu haklı, diğeri mi bilmiyorum...
Hastalığınız, alzheimer belirtisi gösteren başka bir hastalık olabilir mi?
-Bilmiyorum. Ankara’daki doktorum, “Hemen bana geliyorsun!” dedi. Her şeye yeniden bakacaklarmış. Kalp pilim orada takıldı. “Sana çok ağır ilaçlar verdik. Bunların yan etkileri de olabilir” dedi.
Ama unutkanlık da yaşıyorsunuz...
-Bu kadar ağır ilaç aldığım için mi yaşıyorum bilmiyorum. Bazı günler kelime bulup konuşamıyorum. Depresyon yaşadığım dönemler oldu. Okulumu kapatmak zorunda kaldım, etraftan aldığım tepkiler de yıprattı.
Nedir o tepkiler? Neyi içinize attığınızı merak ediyorum...
-İnsanların genel davranışını. Ne kadar kolay karşılarındakini acıtabildiklerini görmek beni şaşırtıyor. Çok sevdiğim bir arkadaşım var. “Suç sende, kimseye haddini bildirmiyorsun!” diyor. Doğru. Ben bir sınır çizemediğim için sürekli bir adım daha geliyorlar.
Dans kariyerim bitince hayattan düştüm!
Siz aslında eşinizle ve çocuklarınızla mutlu ve huzurlu duruyorsunuz...
-Allah’a şükür öyle! Ama bir de şu var: Ben, dans etmek için doğmuşum. Danstan kopunca hayatta da düştüm. Sorunum bu.
Neden bıraktınız? Yaş mı?
-Yok canım yaş değil, Türkiye gerçeği. Evlenince iş teklifleri kesiliverdi. Oysa 33 yaşındaydım. Bir gün içinde çöküp çirkinleşmedim. Birtakım denemelerim oldu ama bir türlü dansın içinde olamadım.
Meslek aşkı yüzünden mi strese girdiniz?
-Evet. Ben dansın dışında çok fazla işe yarayan biri değilim. Öyle muhteşem anne taraflarım yok. Gerektiği kadarını yaparım. Eş olarak da çok muhteşem değilim. Dolayısıyla dans dışında hiçbir şeyde başarılı değilim.
Dans edemeyince eksik mi hissettiniz?
-“Şu hayatta hiçbir işe yaramıyorum, lüzumsuzum, fazlayım!” demeye başladım. Derken Süheyl’in televizyon işi durdu, maddi durumumuz sarsıldı. Bir taraftan da “Senin yüzünden şu oldu, bu oldu!” diye baskı vardı.
Ne oldu ki sizin yüzünüzden?
-Okulum vardı. Onu açabilmek için birikimlerimizin bir kısmı gitti. Sadece iki-üç sene devam edebildi. Bütün bu stres kilo almama yol açtı, veremedim o kiloları.
Bu da üzüyor mu sizi?
-Üstüme gelmezlerse üzülmüyorum! Ama insanlar acımasız, gayet rahat markette filan yanıma gelip, “Ay siz eskiden ne güzeldiniz, ne yaptınız böyle kendinize” diyorlar.
Siz ne diyorsunuz?
-Bir şey demiyorum ama içimden “Ben son birkaç zamandır böyleyim. Ya senin kalçan? Hep böyle çirkin miydi?” demek geliyor. Ağzından çıkan lafı bilmeyen insanlar yüzünden sıkıntı yaşıyorum. “Sen daha çok gençsin. Kendine bunu yapmaya hakkın yok!” dendi geçen gün bir ortamda, ben normalde ukala bir insan değilim ama dedim ki, “En azından 33 senemi çok güzel, çok istenen bir kadın olarak geçirdim. Aranızda onu hiç bulamayanlar var. O yüzden boş verin, bu saatten sonra böyle olsun!”
İsteseniz verirsiniz...
-Veririm ama gerek yok. Yemeyi seviyorum. Yemezsem sinirli oluyorum.
Peki ya Süheyl?
-Beni hep destekledi. Nerede bayıldıysam geldi aldı. Kalp pili takılmadan bayılmalarım vardı. Şimdi de oluyor. Süheyl’i arayabiliyorsam arıyorum ya da cebini çaldırıyorum.
Beynimin yerinde olup vücudumun hiçbir şey yapamaması daha fena
En çok nesinden korktunuz alzheimer’ın?
-Çocuklarıma yük olma duygusu. Gerçi nasıl babama bir hemşire baktı, bana da bakılır. Ama çok büyük bir manevi yük. Mesela kayınpederim, koskoca Nejat Uygur, kendini bilmeden orada yatıyordu. Belki onun bir sıkıntısı yoktu ama biz hepimiz çok üzülüyorduk. Kayınvalidemin ne kadar perişan olduğunu gördüm.
Sanki sizin değil de başka birinin başından geçiyormuş gibi mi geliyor size?
-Hayır, basbayağı benim başıma geldi. Evet grip değil, geçmiyor ama bu da bir hastalık sonuçta. Deseler ki, “Alzheimer olmayı mı tercih edersin, kanser mi?” Kesinlikle alzheimer!
Ama insanların en çok korktuğu şey değil midir zihnini kaybetmek?
-Belki de kaybeden için bu kadar korkulacak bir şey yoktur! Belki iyidir bile... Beni üzen zihnimi kaybedecek olma ihtimali değil, vereceğim sıkıntı. Yoksa ne olacak, kafam gittikten sonra salyam aksa da fark etmeyeceğim ki. Biri silecek. Onların midesi bulanacak, bana bir şey olmayacak.
Siz nerede olacaksınız?
-Herhalde içeride bir yer var kaçtığım, oraya girmiş ve tamamen kendime dönmüş olacağım! O yüzden insanın kendini bilmemesi bu kadar korkutucu gelmiyor bana.
Korkutmuyor olması ne güzel...
-Bence beynin yerinde olup, vücudun hiçbir şey yapamaması daha fena. Su için bile birine muhtaç kalmak. Halbuki beyin gittiği zaman da birine muhtaç kalıyorsun ama onu bilmiyorsun ki. Çok çok yattığın yerde yavaş yavaş ölürsün. Bir de ben inançlı bir insanım.
Bizi yaratan bir varlık olduğuna inanıyorum ve hissediyorum, buradan çok daha güzel bir yer var. Gidersem de gideceğim yer buradan daha güzel olacak. Eminim.
“Meğer ne kadar seviliyormuşum!” oldunuz mu?
-Evet. Hatta şımardım! Şu hayat yolculuğunda insanların beni sevmiş olması manevi bir güç veriyor.
Paylaş