Paylaş
Siz kimsiniz?
*Ben Sinan Bökesoy. Besteci, mültimedya sanatçısı, bilgisayar programcısı ve tasarımcısıyım!
Vayyyy. Amma çok şeysiniz!
*Evet, artık 2000’li yıllarda tek bir titr yetmiyor!38 yaşındayım ve bu yaşıma kadar pek de fena sayılmayacak şeyler başardım. Kendi sevdiğim şeylerin peşinde koşma fırsatını bulmuş biriyim.
Eğitiminiz?
*Alman Lisesi, ardından İstanbul Teknik Üniversitesi elektronik mühendisliği. Ama tabii diyeceksiniz ki müzik...
Evet diyorum...
*Eğitimimin müzik ayağı da var, klasik müzik eğitiminden sonra Fransa’dan burs kazandım, bilgisayar müziği eğitimi aldım. Ve tek kelime Fransızca bilmememe rağmen, Paris Üniversitesi’nde bilgisayar müziği doktorası yaptım!
Nasıl oluyor bu?
*Oluyor, çünkü adamlar diline değil, yaptığın müziğe bakıyor.
Sonra öğrendiniz Fransızcayı değil mi?
*Tabii, tabii. Kızlar sayesinde! Kavga ede ede... Toplam 6 sene yaşadım Paris’te.
Hangi rüzgar attı sizi Türkiye’ye...
*10 metrekarelik odalarda yaşamaktan sıkıldım. Bir de artık yaptığım işte, belli bir seviyeye geldiğim için, nerede olduğum, hangi şehirde bulunduğum önemli değildi. İnternet iletişimiyle birçok prodüksiyon yapabiliyorum. Şu anda Büyükada’da yaşıyorum, hava mis gibi, martılar şahane...
Sizi tanımayan insanlara yaptığınız işi nasıl anlatırsınız?
*Biraz zorlanırım. Ama deneyeyim: Bilgisayar müziği alanında, uluslararası platformlarda akademik makaleler yayınlıyorum, eserler besteliyorum ve performanslar sergiliyorum. Performanslarımı, vücuduma bağladığım sensörlerle destekliyorum. Böylelikle sesi ve görüntüyü aynı anda işleyebiliyorum.
Ben de hiçbir şey anlamıyorum! Anlayabileceğim gibi anlatır mısınız?
*Bir eser yazıyorum. İçinde görsel ve ses kompozisyonu olan bir şey. Koluma sensör bağlıyorum ve vücut hareketlerimle etkileşimli olarak bu sesler ve görseller, değişikliğe uğruyor. Ardından bilgisayarı, belli jestlere programlayıp sesi ve görseli işliyorum. Biliyorum, daha önce örneğini görmemiş birinin, kolay canlandırabileceği bir şey değil. Türkiye’de ilk olarak bilişim konferansının açılışında böyle bir performans yaptım, insanlar çok etkilendiler.
Bir de yeni bir CD çıkardınız...
*Evet. İki ay önce: “Tales of Future.”
Sizin müziğinize, elektronik müzik mi deniyor...
*Ne elektronik müzik ne de new age aslında, kategorize etmek zor. Kişisel iletişim kurabilen evrensel bir müzik diyelim.
İddianız ne?
*Müziğimle, bir çok duvarın içinden geçip, karşımdakinin beyniyle ilişki kurmak. Bunu başka türlü yapamadığım için zaten bu işi yapıyorum.
Alman Lisesi size ne öğretti?
*Almanca öğretti ama onu da unuttum! Tabii ki Türkiye’nin en iyi okullardan biri ama şu anki Sinan’a ne kattığı açıkçası bilmiyorum. Matematik ve fizikte çok başarılıydım, yani akademik açıdan hep güçlü bir öğrenci oldum, fakat gel gör ki başka alanlarda güdük kaldım. İyi de oldu aslında, o yıllardaki ruh halimdir beni müziğe iten...
Fransa’da yaşamak ne kattı?
*Yeniden doğdum! Kendi içimde bir başka insanın varlığını keşfettim. Paris sanat yaşantısı, her müzisyenin hayatının bir döneminde olmak isteyeceği bir yer, hem Avrupa kültürü dinamikleri, hem de dünya network’ü açısından...
Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
*Ukalalık etmek istemem ama bizdeki sorun, toplumun hayal gücü, güncel yaşam koşulları altında eziliyor. Bireylerin umutsuzluğu, toplumun ortak motivasyonunu etkiliyor. İstanbul’a bakıp, “Bu hangi hayalin şehridir?” diye kendinize sorduğunuzda, “Mimar Sinan” dersiniz. Bence bir sanatçı olarak hayalini gerçekleştirme fırsatı bulmuş nadir insanlardan biri. Türkiye’de sanatçının kendi gelişimini sağlayabilmesi için gerekli kültürel çeşitlilik yok.
Yine de bir umut, bir ışık görüyorsunuz ki buradasınız...
*Tabii, tabii. Çalışma tarzı olarak, kendime endeksli bir disiplinde devam ediyorum yoluma. Yani yaptığım işin sonucu, seviyesive başarısı büyük ölçüde bana bağlı. Yurtdışında yaşadığım yıllar, beni çalışmamın karşılığını görebileceğime inandırdı. Şu an üzerine yoğunlaştığım İstanbul 2010 projesi ve şimdiye kadar gerçekleştirdiğim eserler, buradaki genç insanlara umut vermesi açısından örnek olabilir.
Anlatsanıza o projeyi...
*Adı, “İstanbul 2010’da Gelecekten Masallar”. Bir konser ve enstalasyon projesini kapsıyor. İstanbul’un seslerini, Kızkulesi’ne ve Sepetçiler Kasrı’na yerleştireceğim mikrofonlarla algılıyorum ve internet üzerinden enstalasyon mekanına yolluyorum. Mekanda iki tane kendi kendine çalışan robot kolu var, bunların çevresinde perküsyonlar var; gelen sesler, mesela vapur sesi, mesela martı sesi, robotları tetikliyor. Vapur sesinde, asma davulları çalmaya başlıyor filan. Bu sistem, benim geliştirdiğim bir yazılımla çalışıyor. Proje haziranda başlayacak, konser eylülde olacak.
Çok müthiş duruyor! Tebrik ediyorum, yolunuz açık olsun diyorum!
Paylaş