Yengece benzeyen uzay gemisi

“Bu ne ya!” diyorum, “Bu ne!”

“Allah’ım benim burada işim neee!”

Yanımda bana eşlik eden Elif Cemal’e çaktırmamaya çalışıyorum.
O gerçek bir U2 hayranı.
Stada yaklaşırken heyecandan midesine kramplar girmeye başladı. En son 13 sene önce Paris’te izlemiş, müthişmiş. Bir sürü U2 kitabı okudum uçakta sayesinde, çantasından çıkardıkça çıkardı, ben de severim U2’yu ama bu kadar değil.
Ben daha objektif bakabiliyorum.
Ve itiraf ediyorum: “Şu anda o kadar yolu teptiğime pişmanım!”/images/100/0x0/55eb5b11f018fbb8f8bbdc76
Sen Kopenhag’a uç, oradan yine uçağa bin Arhus’a geç, sonra arabayla bir saat yol tep, hiçliğin ortasında Horsens’de bir stada, Casa Arena’ya gel... Ve 35 bin kişilik böyle bir kalabalıkla karşılaş.

HERKES YAŞLI VE GÖBEKLİ

Nasıl anlatsam?
Bir acayipler. Sinir oldum.
Acaba muazzam bir kalabalığın ortasında ayakta dikildiğimiz için mi?
Etrafımdaki herkes sarhoş, hadi onu geçtim yaşlı ve göbekli...
Eski Amerikan filmlerinde rockçılar olur ya karavanda yaşarlar, onlar gibi...
Öyleler, bir zincirleri eksik...
Müthiş bir moral bozukluğu bende...
“Vay be” diyorum, “U2 ile birlikte, izleyicisi de yaşlanmış. Hepsi göbek yapmış...”
Bir de “U2 izleyicisi farklıdır” diye yazıyor kitaplar, “Entelektüel, derin, duyarlı, dünya meseleleriyle ilgilenen...”
Bunlar mı onlar!
Elif, “Galiba bizim yerimiz burası değil. Dur, U2’nun 360 Turnesi’nin halkla ilişkiler sorumlusu Frances’e bir mesaj atayım” diyor ve önlere doğru yürüyor.
“Ben burada bekliyorum!” diyorum.
Kalabalık ürkütücü... Stadın bir yerinde bir demir parçası bulup ona tutunuyorum, Allah muhafaza bir şey olsa, sel gibi kapılıp gidersin, ezilirsin-mezilirsin...
İçimden “Eeeee kızım!” diyorum, “Sen de yaşlandın, böyle topluluklar klostrofobik geliyor!”
Ama bir taraftan da içimdeki o her şeyi eleştiren nalet kadını, “Çeneni kapat ve etrafını izle” diyerek susturuyorum.
Sadece sahneye odaklanıyorum.
Oooooo tuhaf. Ben diyeyim pavurya, siz deyin uzay gemisi...
Stadın ortasında, dev bir yengece benzeyen bir uzay gemisi duruyor...
Dört ayağı var, her an tekrar uzaya uçup gidebilirmiş gibi...
Ama şimdilik orada duruyor ve renkten renge dönüyor gövdesi...
Etrafı, 360 derece insan kaynıyor...
Şimdiye kadar gördüğüm en olağanüstü konser sahnesi...
İki yanında iki köprü var, Adana’daki Taş Köprü gibi ama onun metali, resmen uzaktan kumandayla uzuyor... Seyircilerin arasına karışabiliyor, sahnedekileri, kitlelerle buluşturuyor, yakınlaştırıyor.
Dokunamıyorsun ama dokunabileceğin mesafeye geliyorlar.
“Hey” diyorum kendime, “Ukala, sen böyle bir sahne gördün mü?”
Boynu bükük “Hayır” diyorum kendime, “O zaman sus ve izle!”
O sırada ön grup Snow Patrol sahnede.
Sonra onlar gidiyor, ben hâlâ demirime tutunuyorum. Ve birden stadın üzerinde değişik bir rüzgâr esiyor...
Sanki her şey farklılaşıyor, anlıyorsunuz ki U2 sahneye çıkıyor.
Ve stad kopuyor, dalgalanıyor, iniyor, kalkıyor... Çığlıklar ve 35 bin kişilik bir ayine dönüşüyor her şey...
Daha “Vayyyyy” diye şaşırmaya fırsat bulamadan, aman Tanrım yanımdaki kadın bayılıyor, o kadar tehlikeli bir şey ki, ezilebilir, Allah’tan görevliler anında yetişiyor, kurtarıyorlar.
Yeniden ilgim sahneye dönüyor. O büyülü, büyüleyici insanlara bakıyorum.
Evet onlar da biraz yaşlanmış, biraz kilo almış ama yemin ederim önemi kalmıyor, seni bulunduğun yerden alıp, başka bir dünyaya taşıyorlar. Vuruluyorum, büyüleniyorum, yoldan çıkıyorum, kendimi kaybediyorum...
Evet, haksızlık etmişim...
Bütün o göbekli, kel, siyahlar giymiş, yaşlı dediğim herkes, bir anda kabuklarını kırıyor başka birilerine dönüşüyor.
Tarifi zor, sanki içlerinden başka insanlar çıkıyor. Anarşist oluyorlar!
Protesto edebilen, hiçbir şeyi iplemeyen, korkusuz, cesur insanlar...
Yok artık böyle insanlar... Herkes düzene ayak uydurmuş, bunlar hariç!/images/100/0x0/55eb5b11f018fbb8f8bbdc78
Ve ne varsa bunlarda var! Gerçekten!
Birden sahnedeki U2 ve staddaki “biz”, bütünleşiveriyoruz... Cesurum, korkmuyorum, bağırıyorum, zıplıyorum, bütün şarkıları onlarla birlikte söylüyorum ve demiri tutmayı bırakıyorum.
İyi ki buradayım.
İyi ki buradayım.

KARNIMDA BİR KRAMP

Heyecanım o kadar yükselmiş ki...
Bir türlü sakinleşemiyorum.
Elif diyor ki, bu arada U2’yu Türkiye’ye getiren Pozitifçiler’le çalışıyor yıllardır, “Bana bak yarın en önden izleyeceğiz, meğer yanlış yerdeymişiz!”
“Tamam” diyorum, “Bakma, başta söylendim ama bayıldım adamlara...”
“Bono röportajı da yarın öğlen saat birde...”
İtiraf ediyorum bu cümleyi duyduğum anda, karnıma bir kramp giriyor.
İzlemek güzel de, karşı karşıya kalmak bir sınav... Her röportaj bir sınav...
Çalışmadan gidersen çakarsın, ayvayı yersin.
Bu adam için iki kitap okudum...
Bazen çalıştıkça batarsın, öyle oluyorum. Adam hakkında o kadar çok şey var ki, o kadar çok şey yapmış ki, büyüklüğünü öğrendikçe iyice büzülüyorum!
Bono kimdir?
Yeryüzüne gelmiş en büyük rockçılardan biri... Kimseyle kıyaslanamaz o...
Madonna ile bile...
Popçu değil çünkü, Madonna bir pop ikonu...
Bu daha fazlası, daha derini...
İyi bir müzisyen ve müthiş bir ses olmasının yanı sıra, bir aktivist, bir siyasi figür.
AIDS’e karşı kampanyalarda, üçüncü dünya ülkelerinin borçlarının silinmesinde, uyuşturucuyla mücadelede, Afrika’ya yardımda, insan hakları ihlallerine karşı mücadelede...
Hep en önde, en ileride...
Konserlerinde mutlaka bu meselelere değiniyor, o yüzden de görsel bir şölen... Yani sadece çıkıp şarkı söylemiyorlar, kafanı başka türlü mıncıklıyorlar, slogan atıyorlar, seni kışkırtıyorlar...
O yüzden ne varsa o benim işleri bitmiş dediğim göbeklilerde. Onlar, aslında kafaca daha genç, kışkırtılmaya hazırlar...
Yeni nesli bilmiyorum, ne kadar ilgili bütün bu sosyal meselelerle... Ve işte Bono ile her okuduğum şeyde daha da büyüklüğünün farkına varıyorum.
Ve korkuyorum.

SENİ SEVERSE KALIRSIN

Röportaj sabahı hiçbir şey yiyemedim.
Gerginlikten.
Bir tek NTV’den Yekta Kopan konuşmuş, şimdi bir de ben konuşacağım.
Zaten bu dünya starlarıyla röportaj yapmak başa bela...
Philippe Starck, Gisele Bündchen, Scarlett Johansson’la röportaj yaptım da ne oldu, azıcık vaktin var, 10 dakika, 30 soru hazırlamışsın gelmişsin. N’oluyor 1. sorudan 7. soruya atlıyorsun, otomatik, refleks olarak...
Bir de bakıyorsun süren bitmiş...
İçinde bir eziklik, “Ne şimdi, bu röportaj mı?” kös kös evine dönüyorsun...
Ayrıca, odanın içinde binlerce insan...
Kameraman, menajer, halkla ilişkilerci... Bir halta benzemez, benzeyemez...
Röportaj dediğin, adam benim dokunabileceğim mesafede olmalı, “Ama Bono bu, nerdeee” diyorum, bulmuşsun bunuyorsun.
Göl kenarındaki otele gelince içimdeki duygu şaşkınlık.
Koskoca U2’dan söz ediyoruz, buranın yıkılması lazım, hiç öyle değil.
Gayet sakin, hatta otel boş gibi.
Daha çok motele benziyor, ahşap, önünde teknelerin olduğu sevimli bir şey.
Basit, sade.
Rüzgar esiyor, kepenkler çarpıyor.
Ve Frances bizi karşılıyor.
“A Türkiye grubu geldi” diyor Elif ve bana, “Onlara şefkat yapmam lazım!”
BONO’NUN ODASINDAN

BABAMIN DOSTU OLAMADIM
Erkek kardeşim babamın dostu olmayı becerdi, ben beceremedim... Hiç doğru dürüst konuşamadım... Onu hastanede ziyaret ettiğim son günlerinde bile tek yapabildiğim fısıldamaktı. Parkinsonu vardı. Gündüzleri yanında öylece durur, resmini çizerdim, bütün kablolarıyla, tüpleriyle... Nadiren kitap okurdum ona. Shakespeare severdi, İncil’den okumaya kalksam hemen kaşları çatılırdı, “s.kt.r g.t” dercesine bir bakış fırlatırdı...

KORKU ÖFKEYE ÇABUK DÖNÜŞÜYOR
Annemin ölümü, kendime olan güvenimi derinden etkiledi. Okuldan eve geliyordum, ama artık orası bir ev değildi. Annem yoktu. Kendimi terk edilmiş ve korkmuş hissettim. Sanırım korku, çok çabuk öfkeye dönüşüyor. Benimki hâlâ içimde...

ANNEM NASIL ÖLDÜ
Annem, babasının cenazesinde birden yere yığıldı. Onu kaldıran, taşıyan da bendim. Bilinci bir daha hiç yerine gelmedi. Aslında geldi mi gelmedi mi tam bilmiyorum. Babam, abimle birbirimize girdiğimizde, “Ölüm döşeğinde annenize şöyle söz verdim...” derdi... Ama cümlesini hiç bitirmezdi...

HAYAL KURMA!
Babam, bana hep “Hayal kurma, hayal kurmak, hayal kırıklığı demektir” derdi...

PROFESYONEL OLMAK NE FENA!
80’li yıllarda babamı ilk defa Amerika’ya götürdüm. Teksas’da bir U2 konseri izledi. Konserde bir ara, “Bu gece burada daha önce hiç Teksas’a gelmemiş biri var” dedim... Millet çıldırdı, “Daha önce U2 konserine hiç gelmemiş biri” deyince iyice koptular. Sonra spotlar babamı gösterdi. Çok şaşırdı, bana yumruğunu salladı, çok güzel bir andı. Sahneden indikten sonra bir on dakika bana kimse bulaşmaz, vitesi düşürmek için zamana ihtiyacı vardır. Ayak sesleri duydum, baktım babam, duygulanmıştı, kendi kendime “Tanrım sonunda bir şey söyleyecek bana” dedim. Şöyle dedi: “Oğlum... Çok profesyonelsin!” Ne fena değil mi...

GÜNEŞ GÖZLÜĞÜ FENOMENİ
Neden mi hep güneş gözlüğü takıyorum? Samimiyetsizliğimden! Ben samimiyetsizliğin, her zaman dürüst olmamanın, önemini öğrendim. O gözlüklerin arkasında, neler olup bittiğini siz bilmiyorsunuz ama Tanrı emin olun biliyor!

AFOROZ EDİLDİK
Christy, Helena (Christensen), Naomi ve Kate (Moss) müzisyenlerin çoğundan çok daha ilginçlerdi. Çok eğleniyorduk, çok gülüyorduk. Hayranlarımızın çoğu tarafından da aforoz edildik. İşin komik yanı, hepsi de müziği birçok müzisyenden daha iyi biliyor ve seviyordu. Kate ve Christy şahane DJ’lerdir...

PARA MI DEDİNİZ
Paranın çok önemli bir şey olduğunu düşünürdüm eskiden, şimdi fark ediyorum ki, para ancak ona sahip değilken önemli bir şey oluyor.

“Bono’nun Odasında” adlı kitaptan/ Merkez Kitaplar

Gülüyoruz.
Röportaj anı yaklaştıkça üzerime sahte bir güven geliyor, sanki çok rahatmışım gibi davranıyorum. Yalan... Aslında üç buçuk atıyorum ama o yalana inanıyorum.
Frances’le sohbet ediyoruz.
“Ne soracaksın?” diyor.
“Seks!” diyorum kafadan.
Çünkü o da cinselliğe atıfta bulunan komik espriler yapıyor.
Gülüyor.
“Bono’nun seksle işi yok ama Adam’a sor. Naomi onu sevgilisiydi...” diyor.
“Nasıl olsa siz de odada olacaksınız” diyorum, “Sen ve Elif...”
“Aa yok” diyor, “Onlar röportajda kimseyi istemez yanlarında. Sen Adam ve Bono...”
Bu arada benim takılarıma bayılıyor...
“Sana vereyim bir tanesini” diyorum, Frances’i sevdim, içimden geliyor, bir tanesini boynundan çıkarıp veriyorum, “Hayatta kabul etmem” diyor.
“Ne kadar güzel takılarınız var Türkiye’de” diyor.
İçimden diyorum ki “Milka Karaağaç’ın takılarını filan görse bayılır bunlar. Belki Milka hediye eder...”
“Bono çok tatlıdır, göreceksin” diyor, “Çok alçakgönüllüdür, kibardır, mutfak masasının etrafında konuşur gibi konuşacaksınız, çok keyif alacaksın...”
“Ne kadar sürem var?” diyorum.
“O biraz seninle alakalı diyor, severlerse seni kalırsın, ben arada gelir yoklarım sizi...”

TEPESİ ÇAPRAZ TERLİKLER

Ve ben o göl kenarındaki otelin göle bakan odasında bekliyorum.
Önce Adam geliyor, Adam Clayton, gitarist... Ayşe diyemiyor, Aaşa diyor ve sonra diğeri geliyor: Bono, aşkım...
Bono terlikleriyle giriyor odaya, bir gülme geliyor bana.
Cool, parmak arası terlikler de değil.
Tepesi çapraz boktan terlikler.
Ağzı yüzü şiş, saçlar dağınık, belli ki yataktan kalkmış.
Bir de boyu kısa, ben yanında topuklularla annesi gibi duruyorum.
Ama o Bono, ne halde olursa olsun kendi güveni süper, zirve, tavan.
Sıfır kibir, sonsuz kendine güven.
Haziran’da bir bel ameliyatı geçirmiş, o yüzden biraz göbeklenmiş, ağrısı da oluyormuş ama yine de devam etmişler turneye. “İyi misin?” diyorum, “İronman gibiyim” diyor, taklidini yapıyor, “Önce organlarımı yerli yerine oturtuyorum, sonra sahneye çıkıyorum!”
Sanki yıllardır tanıyor gibiyim.
“Bir şey ister misiniz?” diyorum, birine kahve, birine sütlü çay veriyorum.
“Aa şahane sandviçler bunlar” diyor, bir taraftan bana sorular soruyorlar, bir taraftan yiyorlar.
İstanbul’u acayip merak ediyorlar, çok hoşuma gidiyor, “Bizim şarkılarımız, radyolarınızda çalınıyor mu?” “Siz Türkiye’ye ne zannettiniz, tabii ki çalıyor” diyorum, ekliyorum “İnsanlar nefesini tutmuş heyecanla 6 Eylül’ü bekliyor...”
“Bir şarkıma İstanbul adımı vermiştim, sonra değiştirdik” diyor.
“Neden?” diyorum.
“Bazen öyle oluyor, sen de bilemiyorsun sebebini” diyor.
“Türkiye’ye bugüne kadar gelmemenizin nedeni insan hakları ihlali mi?” diyorum, “Alakası yok” diyor.
Bu arada tabii çoktan röportaj başlamış oluyor, benim teyp çalışıyor.

ÖLÜYORUM MUTLULUKTAN

Arada Frances geliyor...
Bana baş parmağıyla OK, çok iyi, seni sevdiler işareti yapıyor...
Bir buçuk saat röportaj yapıyoruz.
Kanepede yatarak cevaplıyor sorularımı.
Bitiriyorum, “Teşekkür ederim” diyorum. Birlikte aşağa iniyoruz.
“Açgözlülük olmayacaksa bir şey rica edebilir miyim?” diye soruyorum.
“Tabii” diyor, “Benim bir arkadaşım var, Yonca (Tokbaş), o yardım için koşuyor, eğitim alamayan çocuklar için. Ona ‘Koş Yonca Koş, yazar mısın U2 tişörtüne?’ diyorum, “Doğum günü ve sana da bayılıyor...”
İkiletmeden, tişörtü alıyor, “Run Yonca run!” yazıyor, bir mum çiziyor, doğum gününü kutluyor, bir de kendi karikatürünü ekliyor, imzasını atıyor, Adam da geliyor, o “Ben de atayım bari” diyor.
Bir de tüy dikiyoruz, Bono’yla sarmış dolaş fotoğraflar “çekiniyoruz!!!”
Ölüyorum mutluluktan... Ölüyorum... Ölüyorummm...
Ama yok ölemem, Frances diyor ki, “Bu geceki konseri, en önden izliyorsunuz, sonra öl! Ve sana bir süprizim var, U2 sahneye çıkmadan, onlarla bir fotoğraf çektireceksin. Ben ayarlıyorum...”
Ve ayarladı, büyük kadın o, yaptı...
Adamlar gerçekten çok özel...
Onlar yukarıdan gönderilmişler...
Sakın kaçırmayın...
Gidin, 6 Eylül’de mutlaka gidin...
O stadyumda, o muhteşem “şey”i izleyin...
Hayatta unutamayacağınız bir kareniz daha olsun!

HAMİŞ: Konser biletleriyle ilgili daha detaylı bilgi için www.u2istanbulda.com, www.biletix.com sitelerine girip bakabilirsiniz. U2 konseri, bu ülkede gerçekleşecek en büyük konser. Bize bu heyecanı yaşatan Pozitif ve İKSV’e ye teşekkürler...

U2’nun hayali Boğaz Köprüsü’nde yürümek

Dün geceki müthiş bir konserdi! Olağanüstüydü. Ben o kadar yükseldim ki, bir türlü kendime gelemedim. Siz nasıl normale dönüyorsunuz?

BONO: Sen bu halimize normal mi diyorsun! Yok ki bizim için normal...

ADAM: Sahnede o kadar adrenalin yükleniyorsun ki normale dönebilmek zor... Du... Artık alıştık. On binlerce kişiden enerji aldığın için, biriken enerjiyi bir yere akıtman gerekiyor. Eskiden alkol ya da benzeri şeyler kullanıyorduk. Şimdilerde o enerjiyi daha kolaylıkla bünyeden atabiliyoruz...

Yiyerek mi, içerek mi, sevişerek mi, konuşarak mı? Hangisi?

ADAM: Eskiden hepsi üstelik aynı anda olurdu! (Gülüşmeler)

BONO: Biz sahne sanatçısıyız. Şovdan sonra “normale dönemezsek”, bu bizim sonumuz olur. Bizim gibiler için en büyük felaket, kendini olduğundan daha komik, daha zeki, daha, daha, daha zannetmek. Allah’tan öyle değiliz.

İyi ama ben dün gece sahnede bir takım “Tanrılar” izledim. Şimdi siz onlar mısınız? Aynı insanlar mısınız? O egoyu n’apıyorsunuz, nereye gidiyor, cebinize alıp gidiyor musunuz?

BONO: Bizim ki aslında grup enerjisi. Bir araya gelince, evet bir şey oluyor ve bu insanlara geçiyor.

ADAM: Bu biraz tecrübe ve hazım meselesi. Yıllar içinde şekilleniyor. Sahnede başka bir akıl boyutundasın, yerde başka bir akıl boyutunda. Doğru olan bu dengeyi sağlayabilmek.

BONO: Kısaca o sahnede gördüğün adamlar biz değiliz, biz sıradan insanlarız. Ve o ego dediğin şeyi, cebine koyup gitmiyorsun, orada, o sahnede arkanda bırakıyorsun, bir sonraki gösteriye kadar...

Konser öncesinde çeşitli ritüelleriniz var mı?
BONO: Olmaz mı? Ama söyleyemeyiz...

Neden?
BONO: E bütün sırlarımızı öğrenirsen, seni öldürmemiz gerekir! Oysa, seni tanımak istiyoruz. Aslında kuliste sakin bir köşe bulup, içimize çekiliyoruz, o sessizlik iyi geliyor, konsantre oluyoruz...

Dünkü haliniz eski Roma’da arenaya çıkan gladyatörler gibiydi. Kalabalık sizi beklerken, bağırıyor, çığlık atıyordu. Nasıl bir his bu?
BONO: Biz, bizden büyük bir enerjinin parçası olmak için sahneye çıkıyoruz. Ama onun izniyle... Ve ona, hizmete hazır olduğumuzu söylüyoruz. İşin içine ego karışmayınca da şahane bir gece oluyor. Gençliğimizde kulağımızda birtakım fısıltılar vardı. “Dünyanın illa kötü bir yer olması gerekmiyor, değiştirilebilir, müzik de dünyayı değiştirebilir.” Bir U2 konseri işte böyle bir şey. Los Angeles Times’dan Robert Hillburn şöyle bir tahlil yaptı: “Bir Rolling Stones konserinde kim olduğunu, ne olduğu fark ediyorsun, kendini iyi hissediyorsun ama bir U2 konserinde yanında duran insanı sevmeye başlıyorsun. Onlar sana kendini değil, başkalarını da sevdiriyor...”/images/100/0x0/55eb5b11f018fbb8f8bbdc7a

Dünkü izleyicilerinizin yarısı kadındı. Bir bakışınızla nereye istiyorsanız oraya giderler! Ortaokuldan beri aşkınız Ali’yle birliktesiniz. Monogam bir ilişki bir rock star’a yakışıyor mu?
BONO: Evet haklısın. Bir rock star’ın monogam olması imkânsız gibi. Ama ben öyleyim. Üstelik kadınları seviyorum, hatta bayılıyorum, ama bir tek kadına bağlıyım, karıma. Mesele şu: Doğru kadınla çok gençken tanıştım...

Ya çocuklarınız da sizin gibi ilk aşklarıyla bir ömür geçirmeye niyetlenirlerse...

BONO: Çok garip ama çocuklarımız da benzer şeyler yaşıyor. İlk sevgililerine takıldılar gidiyorlar. Ali’nin annesi babası da öyleydi, biz de öyleyiz...

Tamam ideali belki bu. Ama insanlar değişiyor, duygular değişiyor...

BONO: Biz U2 olarak dördümüz kaç senedir birlikteyiz biliyor musun sen? Garip, ama oluyor, biz becerebiliyoruz!

ADAM: Ben Bono gibi değilim...

BONO: Biliyoruz bunu Adam, senin çapkınlığı bütün dünya biliyor!

ADAM: Ben arama halindeyim...

BONO: Böyle mi konumlandırıyorsun durumunu, süpermiş!

ADAM: Hayatının aşkıyla genç tanışmak diye bir şey var ve onunla hayatı paylaşmak. Bono’nun durumu bu, o ruh ikizini çocukken buldu. Ne güzel ama herkes aynı konumda değil...

BONO: Seksüel enerji, flörtün sonu aslında. Oysa flört, muhteşem bir güzellik. 21. yüzyılın son romansı. Fakat bitiyor, uçup gidiyor, artık bu yüzyılda seksüel enerjisiz flörte neredeyse yer yok. Avrupa’da ve Amerika’da her şey çabuk, hızlı ve sert. Flört öldü! Ama biz sahnede, izleyicilerle hâlâ flört ediyoruz: Aşıkların kavgası gibi, itişiyoruz, öpüşüyoruz, birbirimizi ısırıyoruz, hepsi, hepsi...

Eşiniz Ali için “ilişki yönetimini çok iyi bilir” demişsiniz, biraz soğuk bir laf değil mi? Şirketlerde olur...
BONO: Haklısın, fena bir kelime, ama kastettiğim o değil. Bu bir ihtiyaç, U2’da bir an geliyor, biri yönetimi eline alıyor. Ali’yle ilişkimde de bazen o, bazen ben, bunun bir sırası yok, spontane gelişiyor, bir dönem biri diğerini sırtlıyor. Ali çok çok özgür bir ruh o. Onun bana, benim ona olduğundan daha az ihtiyacı vardı. Ve ben kaybetmek istemedim, hep hayatımda olsun ve hep orada kalsın istedim.

Siz U2’sunuz! Kapınızın önünde yatan kızlar vardır!
ADAM: O iş, pek de öyle değil. Bizim izleyicimiz biraz farklı..
BONO: U2 fanları, pop gruplarının hayranlarına benzemez. Prensip sahibidirler, onlara ne yapacaklarını söylemezsiniz. Yıllar evvel Norveç’te bir turnedeydik, sahnede telefonla insanları arıyorum. Papa, Lady Di’yi, Mussolini’nin kızını daha bir çok kişiyi aradım. Norveç’te bir bakanı aradım, Greenpeace’in gündeme getirdiği bir problemi dile getirdim ve izleyicilerimiz bana posta koydu. “Öyle her şey sizin zannettiğiniz gibi değil! Ukalalık etmek kolay” dediler. Müthiş değil mi, bizi seviyorlar ama yanlışsak, “Yok öyle yağma!” demesini de biliyorlar.
ADAM: Evet, evet her şey değişiyor. 60’larda da rock’n’roll başka bir şeydi, artık sadece seks değil...

Ama erkekler yine de her yerde erkek, seks yine de hâlâ seks değil mi?
BONO: 50’lerde Elvis geldiğinde, toplumda seks konusunda ikiyüzlülük vardı. Çünkü bastırılmış bir şeydi. Ama şimdi her yerden seks fışkırıyor... Haliyle gizemini yitirdi...

Tamam seks bitti...
BONO: Yooo aslında yeni başlıyor, dürüst seks...

Tabii ki siz yaşsızsınız. Ama yine de en önde zıplayan 19-20’likleri görünce, “Yaşlandık be!” diyor musunuz?
BONO: Evet dememi beklemiyorsun herhalde. Johnny Cash, Bob Dylan, Frank Sinatra bunların yaşı mı var? Sanatçıysan hep yeniden başlarsın...
ADAM: Tam da bu dönemde, tecrübeli insanlara daha fazla değer veriliyor.

Bedenlerinize daha fazla mı dikkat etmesi gerekiyor? N’apıyorsunuz? Mesela niye hep ceket var üzerinizde Bono, kiloları kapatsın diye mi?
BONO: İstediğim gibi fit değilim şu anda. Belimden ameliyat oldum, kilo aldım. Memnun değilim, zayıflayacağım.
ADAM: Hepimiz kilomuzu korumamız gerektiğini biliyoruz. Strech yap, bedene iyi bak, iyi beslen, o zaman 70 yaşına kadar çok aktif bir hayatın olabilir...

Estetik düşünür müsünüz?
BONO: İtiraf et, fena olmazdı değil mi, bacaklarım biraz daha uzun olsa?

“Biraz daha uzun olsaydım çok daha seksi olurdum” diyor musunuz?
BONO: Tabii ki hayır. Ben böyle olduğum gibi şahaneyim!

GELMEME SEBEBİ İNSAN HAKLARI İHLALİ MİYDİ

97’de çıkan albümünüzde gözaltındayken kaybolan Fehmi Tosun’a atıfta bulunuyorsunuz... Türkiye’ye bunca yıl gelmeme sebebiniz insan hakları ihlali miydi?
BONO: Hayır. U2’nun şovları pahalı. Çok zor prodüksiyonlar. Eskiden biletler çok pahalı kalıyordu. Şimdi Türkiye’nin ekonomisi gelişti...

Yani mesele insan hakları değildi...
BONO: Hayır. Gerçek bir seyirci olduğunda yapmak istedik. Londra’da, New York’ta ve bütün diğer dünya şehirlerinde gerçekleştirdiğimiz gibi.

Peki Fehmi Tosun?
- Biz Uluslararası Af Örgütü ile birlikte çalışıyoruz. Onların ilettiği bir bilgiydi, biz uluslar arası mesele haline getirdik.

İnsanlar yoksullar için mücadele edip, zenginleştiğinizi söylüyor. Sizi eleştiriyor. Bir cevabınız var mı?
BONO: Ben herkesin eşit haklara sahip olması gerektiğini söylüyorum. Herkese varlıklı, zengin olma şansı tanınmalı eşit biçimde. Ben niye yaşamayayım? Hiç aksini iddia etmedim, fakir kalmak istiyorum dediğimi hatırlamıyorum.

Sizi seven, tapan insanlar kadar, sizi sevmeyen, eleştiren, samiyetsiz bulan insanlar da var...
BONO: Benden nefret etmek için kullandıkları, “Zenginsin, fakirin hakkını savunamazsın!” düşüncesi saçma. Bunu söyleyenler, herkesin fakir kalmasını isteyenler, yoksullukta eşitliği savunanlar. Ne ben ne ailem şimdiye kadar şımarık, zengin hayatı yaşamadık. Ama sahip olduğum varlıkları da hiçbir zaman saklamadım. Evet, iyi bir hayat yaşıyorum, bunun için de kimseden özür dilemeyeceğim. Ama kanımın son damlasına kadar bir başkasının hakları için savaştım, savaşırım da. Bunu da hayırseverlikten değil, adalet duygumdan dolayı yapıyorum...

Solist Bono mu, aktivist Bono mu daha başarılı...
BONO: Orasını bilmiyorum, ölçülemez ki. Aktivist olarak başarılı olmamın bir tek sebebi var o da U2 üyesi olmam. Bütün o devlet başkanlarının beni kabul etmesinin nedeni bu. Bana bu çalışma platformunu hazırlayan U2. Ben bir siyasiyle ile görüşmeye gidiyorsam, beni kabul etmelerinin sebebi, yakınlarındaki bir stadyuma on binlerce insanı toplayabileceğimizi bilmeleri. Biz bu gücü nereden alıyoruz? İzleyicimizden...

U2’nun diğer üyeleri “Dünyayı kurtarmayı bırak da, müziğe konsantre ol!” filan diyorlar mı?
ADAM: Biz hepimiz politik geçmişi olan insanlarız. Rock dediğin şey de politik bir duruştan kaynaklanır. Tam tersine Bono’yu destekliyoruz.

Peki gerçekten dünyayı değiştirebileceğinizi düşünüyor musunuz?
BONO: Bazı Afrika ülkelerinin borçları silinmesi gerçekten de büyük bir şeydi. Ama zaten Batı onlara borçluydu...

EVET YASAK BİLİYORUZ AMA...

6 Eylül’de İstanbul’da vereceğiniz konser öncesinde sizin için yapabileceğimiz bir şey var mı?
BONO: İnsanların konsere gelmesi yeterli. Ama madem sordun, söyleyelim: Boğaz Köprüsü’nde yürümek istiyoruz. İki kıtayı birleştiren bir köprü üzerinde yürüme fikri, insanı müthiş heyecanlandırıyor. Bizim adımıza yetkililere sorar mısın? İzin almamız mümkün mü? Zaman içinde geriye giderseniz, bin yıl önce milenyum Doğu’da başlamış, sonra Batı’ya kaymış, şimdi tekrar Doğu’ya kayıyor. Türkiye de Doğu ile Batı dünyası arasındaki köprü. O yüzden o köprüde yürümek muhteşem bir şey.

Siyasilerle görüşecek misiniz?
BONO: Ajandamda böyle bir şey yok ama konser verdiğimiz her ülkede siyasiler de izledi, bizi onurlandırdı. Almanya’da, Fransa’da... Genellikle siyasilerle görüştüğümde onlardan bir talebim oluyor, Türk siyasetçilerinden de istediğim bir şey yok. Sadece Boğaz Köprüsü’nden yürümek isteriz. Diyalog kurmamız gereken bir mesele olursa da kurarız.

OSURSALAR MÜZİK OLUR!

Bir Türk hayranınız osursalar müzik olur demiş... Doğru mu?
BONO: (Gülüyor) Zannetmiyorum ama komik bir değerlendirmeymiş!

Siz İrlandalı mısınız, dünya vatandaşı mı?
ADAM: İrlandalı.

İrlandalı olmanın en iyi tarafı...
ADAM: Dünyanın her tarafında kapılar bize açıktır. Çünkü kimseyi sömürgemiz yapmamışız, tepelerine binmemişiz, incitmemişiz...
BONO: Ülkemizi şairler kurdu. Derin bir kültür, muhteşem şiirler. Ve neresine giderseniz gidin, anlatacak çok şey olan insanlarla karşılaşırsınız.

Peki ya İrlandalı olmanın en kötü yanı?
BONO: Ragbi takımımız dünya çapında ama futbol takımımız maalesef öyle değil. O da ragbi takımımız kadar iyi olmalı. İrlanda’daki sınırlar kalksa, o zaman büyük başarılara imza atabiliriz, hatta dünya kupasında çok ciddi başarılar bile elde edebiliriz.

GOD IS LOVE

Hâlâ dinlerin, Tanrı’nın düşmanı olduğuna inanıyor musunuz?
BONO: Ben “Dinler Tanrı’nın düşmanı olabilir, Tanrı’nın yoluna çıkabilir” dedim. Biliyorsunuz, bizim Tanrı tanımımız basit: Tanrı, sevgidir. (God is love.) Sevgisiz davrandıklarında da Tanrı’nın yoluna çıkıyorlar, ama kilise de sevgisiz davranabiliyor...
Yazarın Tüm Yazıları