Paylaş
Yetmedi, Sabancı Üniversitesi’nden Executive MBA derecesini aldı. 2001’den bu yana kuşak araştırmaları yapıyor. O yıllarda, ilk kez ‘Y kuşağı’ndan söz ettiğinde, herkes “Bırak bu işleri!” dedi. Bırakmadı. Şimdi de yüzün üzerinde ulusal ve çokuluslu markayla kuşaklar ekseninde çalışıyor. Yazılar yazıyor. Konferanslarda konuşuyor. Kendisi X kuşağı ama Z kuşağından Ali’nin annesi. Bize de Gezi’nin kahramanları Y kuşağını anlatıyor…
HAMİŞ: Çoğu Y kuşağı olan fotoğrafçı arkadaşlarımız müthiş bir iş çıkardılar, gerçekten canla başla çalıştılar. Biliyorsunuz Selçuk Şamiloğlu yaralandı. Hepsine teşekkürler.
Siz, yıllardır kuşaklar üzerine çalışıyorsunuz. Gezi Parkı direnişini tetikleyen Y kuşağını da çok iyi tanıyorsunuz. Onları bize nasıl anlatırsınız?
- İki harfle özetlerim: ‘BD.’ Yani ‘bullshit detector’. Saçmalık dedektörü. Y kuşağı, kafasına uymayan, ‘saçma’ durum gördüğünde dayanamıyor, kaynamaya başlıyor. Cumhurbaşkanı olmuş, başbakan olmuş, öğretmeni, genel müdürü hiç fark etmiyor, hemen tepki veriyor. Çünkü bu kuşağın temel değerlerinden biri “adalet duygusu.”
Başka?
- Yapılan bir sürü araştırma gösteriyor ki, Y kuşağı için ‘2P’ çok önemli. Peer (akranları) ve Parent (anne-babaları).
Hadi akranlardan başlayayım…
- Her kuşakta olduğu gibi, bu kuşağın da kendi içinde farklı kırılmaları var. Gezi’de hepsini görebiliyorsunuz, ‘Apaçiler’, ‘Beyaz Türkler’, ‘Mazbut çocuklar’, ‘Uç tercihlerdeki çocuklar.’ İlginç olan şu: Çok çabuk bir araya gelebiliyorlar, yeter ki akran olsunlar…
HELİKOPTER ANNELER
Peki ya ikinci ‘P’?
- Aileleri. Müthiş düşkünler. Bu kuşağın ailelerine, ‘helikopter ebeveynler’ diyoruz. Çocuğunun sorunu olduğunda ‘hooop’ aşağı iniyor, hallediyor, tekrar yukarı çıkıyor. İnanılmaz bir destek.
Apolitikler mi peki? Bugüne kadar ‘apolitik’ olmakla suçlandılar…
- Yanlış değerlendirildiler. Farklı bir politik anlayış ve derinlikleri var. Benim kuşak çalışması yapmamın sebebi de bu zaten; onları kendime ait yargılarla değil, onların gerçekleriyle değerlendirebilmek. Biz toplum olarak ‘ötekileştirme’ye pek meraklıyız. Onları da öyle etiketleyiverdik: “Apolitik, tembel, prensipleri yok, istikrarsız, disiplinsiz...” Halbuki onlar şimdi bize önemli bir mesaj veriyorlar. Kimseyi ötekileştirmedikleri gibi, eşcinsel bir çocukla muhafazakâr bir çocuk birlikte direnebiliyor. Bir başka özellikleri de sonuca değil, sürece odaklı yaşıyor olmaları. Şu anda onlara, “N’apıyorsun?” diye sorduğunuzda “Direniyorum” yerine “Barışıyorum, eğleniyorum, tadını çıkarıyorum” derler. Çünkü onlar, ‘süreç çocukları.’ Bizim gibi ‘sonuç çocukları’ değil. Ben kendi jenerasyonumdan arkadaşlarımla bir araya geldiğimde, “N’olacak bu işin sonu?” diyorum. Oysa onlar ‘süreçte’ler ve dibine kadar bunun tadını çıkarıyorlar.
Kendilerine bu kadar çok mu inanıyorlar?
- Evet. Yüksek bir özbenlik ve ebeveyn etkisi var. Gezi’ye de ailelerinden izin alarak geldiler. Hatta ebeveynlerini de getirdiler.
İyi de bu izin meselesiyle, özgürlük duygusu nasıl bağdaşıyor?
- Çünkü bu Y kuşağı için anne-baba, sonsuza dek en iyi arkadaş. Ölümüne kanka. Bizim zamanımızdaki gibi değil. Sadece eyleme giderken değil, her işinde böyle, hep anasına babasına danışıyor. Birlikte çalıştığım şirketlerde, bu gençlerin ailelerini işin içine soktuğunuz zaman, motivasyon bir anda tavan yapıyor…
Nasıl yani?
- Kampüsleri müsaitse, aileleri de çağırıyoruz. Onlarla bir araya geleceğimiz etkinlikler düzenliyoruz. Bizim kuşak yöneticiler bunu ilk duyduğunda, “Saçmalamayın, böyle bir şey olamaz!” demişti. Bize kıro geliyor çünkü. Onlar ise bayılıyor.
İLERİ ERGENLER
X kuşağından, yani bizden bayağı farklılar…
- Evet, biz 18 olur olmaz gitmek, kendi evimizi tutabilmek istedik. Onlar ise “Kim uğraşacak kira, elektrik, su faturası ödemekle?” diye düşünüyorlar. Bir de biz, tehdit altındaydık. Çünkü bizi yetiştiren ‘baby boomer’ların en temel özelliği kuralcı olmaları. Dayattıkları kurallar vardı. O kurallar işimize gelmediğinden ya şehir dışında bir üniversite yazalım ya koca bulalım ya da bir şey yapalım da bir şekilde evden topuklayalım derdindeydik. Bunların öyle sorunları yok. Şahane anlayışlı ana babalarla yaşıyorlar.
Peki bu iyi bir şey mi: Okulunu bitirmiş, hâlâ annesiyle babasıyla aynı evde. Odasında cumhuriyetini kurmuş, arkadaşları oraya gelip gidiyor…
- Y kuşağının tek olumsuz özelliği bu işte! O yüzden onlara ‘extended adolescent’ yani ‘İleri ergenler’ deniyor. Çocuğun anneden babadan kopması gereken bir dönem var, genelde ergenlik sonrası. Biz X kuşağı olarak, gereğinden erken ayrıldık evden, o yüzden de kaskatıyız. Duygularımız yedi kat derinde. Hep Survivor’ız. Y kuşağına gelince, adam 30 yaşına gelmiş ama hâlâ ailesiyle yaşıyor. X kuşağı, sınırı aşan bir bireysellik içinde, Y kuşağıysa sınırı aşan bir komünite ve ebeveyn bağlılığı içinde olabiliyor. O yüzden ileri ergenler...
Bir haftadır ya ağlıyorum ya da karnımı tutarak gülüyorum
Araştırmalar gösteriyor ki, Y kuşağı, maaşa göre iş seçmiyor. En yüksek maaşı veren şirkete gitmiyor. Ya da iş bulmadan, işten ayrılabiliyor. Oysa bu, X kuşağında çok görülmeyen bir şey. Biz X kuşağı, eşeği sağlam kazığa bağlıyoruz. Y kuşağı yaptıkları iş her neyse bundan haz almak istiyor, çalışmaysa çalışma, direnişse direniş. İki sene önce yumurta atma protestoları başlamıştı üniversitelerde. O öğrencilerin basın açıklaması ilginçti: “Yumurta, canınızı acıtmaz sadece karizmanızı çizer!” Protestoları bile eğlenceli! Tıpkı şimdi Gezi Parkı’nda olduğu gibi. Ben bir haftadır ya deli gibi ağlıyorum ya da karnımı tutarak gülüyorum.
Türkiye’de kaç kuşak bir arada yaşıyor?
SESSİZ KUŞAK
(1927-1945 arası doğanlar. Babaannelerimiz, dedelerimiz. Türkiye’de Cumhuriyet kuşağı. Ülkenin yüzde 7’si. Tanımlayan sıfat: Uyumlu.)
BABY BOOMER’LAR
(1946-1964 arası doğanlar. Meclis onlarla dolu. Başbakan da bu kuşaktan. Ülkenin yüzde 19’u. Tanımlayan sıfat: Kuralcı.)
X KUŞAĞI
(1965-1979 arası doğanlar. Şu anda Gezi Parkı’ndaki çocukların anne babaları. Ülkenin yüzde 22’si. Tanımlayan sıfat: Rekabetçi.)
Y KUŞAĞI
(1980-1999 arası doğanlar. Yaşları 15-32 arasında değişiyor. Gezi’deki çapulcuların kuşağı! Ülkenin yüzde 35’i. Yani 27 milyon genç. Tanımlayan sıfat: Yaratıcı.)
Z KUŞAĞI
(2000’den sonra doğanlar. Kristal çocuklar. Y kuşağı, yeni Türkiye’yi onlara hazırlıyor. Ülkenin yüzde 17’si. Tanımlayan sıfat: Derin duygusallık.)
Bu kuşak farklılaşmak değil benzeşmek istiyor
Bu gençlere “Y kuşağı” denmesinin özel bir sebebi var mı?
- Var. Çünkü her şeyi sorguluyorlar, “Nasıl yani?” diye soruyorlar. O yüzden ‘Why’ kuşağı deniyor, kısaca ‘Y’ diye yazılıyor.
Siz yıllardır kuşakları inceliyorsunuz. Neden?
- E çünkü iş alanları, işyerleri bir anda ‘Y kuşağı’yla doldu. Onlarla, eski yöntemlerle iletişim kurulamayınca ortaya böyle yeni bir alan çıktı: Kuşak araştırmaları.
Bu kuşakların özellikleri neler?
- X kuşağı, yani bizim kuşak, bireyselliği temsil ediyor. Esas ‘apolitik’ olan biziz. Bilgi çağı insanlarıyız. Bilgi önemli, mahremiyet önemli. Facebook ya da Twitter bizim zamanımızda çıksa tutmazdı. Şimdi diyorlar ya, “Bu gençleri, Facebook ve Twitter böyle yaptı!” Hayır, onları yaratanlar bu gençler, yani Y kuşağı!
X ve Y kuşağı arasındaki farklar?
- X kuşağı sonuç odaklı. Ve bizim için ‘daha’ önemli. Daha çok kazanmak, daha çok çalışmak, daha çok başarılı olmak ve farklılaşmak. Oysa ‘Y kuşağı’nın buna alerjisi var, onlar farklılaşmak değil, benzeşmek istiyor. Gezi’de olduğu gibi. Orada, bütün farklılıklarıyla bir araya gelip, benzeşmek isteyen, benim ‘kabile’ dediğim bir oluşum var.
Nasıl yani?
- Bir örnekle açıklayayım: Mesela bu telefondan sadece dokuz kişide varsa, bu telefon bir ‘Y kuşağı ürünü’ olamaz. “Sadece dokuz kişiyle mi deneyimlerimi paylaşabileceğim, istemem!” der Y kuşağı. Oysa X kuşağı için biçilmiş kaftan, çünkü onu farklılaştıracak. Bizim yanlışımız şu: Biz, neyle motive oluyorsak, bu çocuklar da onunla motive oluyor zannediyoruz. Bir başka örnek daha vereyim: X kuşağı olarak iş görüşmesine gittim diyelim. Mülakatı yapan bana, “Burada sizin gibi pek çok insan çalışıyor” derse, “Ay ne fena! Benim burada ne işim var?” diye düşünürüm. Çünkü ben yıllar önce, ‘farklılaşmaya’ karar verdim. Annem de sistem de, “Hep sürüden ayrıl!” dedi. Ama aynı cümleyi, ‘Y kuşağı’ndan birine kurarsanız, vereceği cevap: “Aaaa ne güzel, benim gibi bir sürü insan varmış! Tam bana göre bir yer!” olur. Bu, o çocuğun sürüye uyan kişiliksiz biri olduğu göstermiyor. Şunu gösteriyor: O çocuk, şirketle, ürünle, siyasi partiyle ilgilenmiyor. Bağlamla ilgileniyor. Oysa biz X kuşağı, içerik insanlarıyız. Bizim için hangi parti, başkanı kim, ne tür politikalar, bunlar önemli. Bu çocuklarsa duygularla, deneyimle ilgili. Aramızdaki en temel farklılıklardan biri bu.
Âşık olmuş gibiler, o kadar heyecanlılar Her an Gezi’ye gitmek istiyorlar
Başka neler öne çıkıyor Y kuşağında?
- Sahicilik. Her şeyin, sahici olmasını istiyorlar. Liderlerinin de. Başbakan’ın, Davos’ta “Bir daha da gelmem!” demesi onlara sahici geliyordu. Ama tabii zaman içindeki dayatmaları, “Ben yaptım oldu” anlayışı, daha pek çok şey, son olarak da Taksim’in ortasına AVM yapmaya kalkması bütün yaldızlarının dökülmesine sebep oldu. Artık onu sahici bulmuyorlar.
Y kuşağı, yaratıcı düşünceyle, girişimci ruhu mu birleştiriyor?
- Araştırmalarda, X kuşağının, gençliğinde kendi işini kurma ve girişimci olma arzusu yüzde 3’ken, Y kuşağında yüzde 33’lere çıkıyor. Girişimcilik derken bir otel açmak ya da gazete kurmaktan söz etmiyorum. Küçük bir köfte dükkânı ya da evinden çıkmak zorunda kalmayacağı duvarları olmayan bir ofis de olabilir. Bir başka güçlü oldukları özellik de, takım oyunu. Ve takımı çok çabuk örgütleyebilmeleri…
Bense bilgisayar başında bireysel yaşıyorlar zannediyordum…
- Bilakis, orada toplulukları var. Üstelik, sanal dünyada kurdukları şeyi, gerçek hayata çok çabuk entegre edebiliyorlar. Gezi Parkı’nda olduğu gibi. Ve açık iletişimciler. Bu yüzden onlara patavatsız diyorlar. Kim ne derse desin, bu çocuklar, gizli bir ajandayla yaşayamıyorlar. İlk günden beri Facebook profilinin sahte olanını, ayakkabının, tişörtün sahte olanını fark etme becerileri gelişmiş olduğundan açık iletişimi tercih ediyorlar.
DOĞAL LİDERLER
Tüm bu yaşananlar sizi şaşırttı mı?
- Hayır hiç. Kuşaklar 100 yılda bir kendini tekrarlar. Tarih boyunca Y kuşağının denk geldiği bölümden hep enteresan devrimciler çıkmış. Sistem değiştiren devrimciler... Jenerasyon teorisi bize uzun yıllardır böyle bir şeyle karşılaşacağımızı işaret ediyordu. Ben de yıllardır bunu anlatıyorum.
Çöp topluyorlar, yemek yapıyorlar, kütüphane kuruyorlar, kandil kutluyorlar… “Böyle eylem mi olur?” dedirtiyorlar…
- Evet, komüniteyi çok iyi temsil ediyorlar. Ana kodlarından biri komünite. Doğal liderler çünkü. Varoluş olarak böyleler. Çok çabuk bir araya gelip, birlikte hareket edebildikleri için doğal organizatörler. Birinin elinde süpürge, birinin elinde çöp poşeti, biri kütüphanesi için uğraşıyor. “Bunların lideri kim?” diyorsun? Yok. Sadece ‘ortak akıl’dan faydalanıyorlar. Dün muhafazakâr bir genç kızla, eşcinsel genç bir çocuk ve liseden çıkıp gelmiş öğrenci birlikte su dağıtıyordu. Türkiye’nin bu tabloya çok ihtiyacı var. Teşekkür etmeliyiz onlara.
Hepimizin dilimizi mi değiştirmemiz gerekiyor…
- Evet. Hepimiz, bu gençlerin dilini öğrenmeliyiz.
Nasıl oldu da bir yerden talimat almış gibi hepsi sokaklara döküldüler?
- Kılcal damara denk geldi! Özgürlükler, aile, temel değerler, adalet ve en önemlisi hedonizmlerine dokundu.
Hayatlarında hiç eyleme gitmemiş çocuklar TOMA’lara doğru yürüdüler, gazlara göğüslerini siper ettiler. Ne zaman elde ettiler bu becerileri?
- Aramızdaki fark bu aslında. Biz, bunun bir yetkinlik olduğunu düşünüyoruz, onlar içinse varoluşun bir parçası. Paketin bir parçası. Bir de tabii yine ailelerin helikopter etkisini unutmayalım.
HADİ ‘GEZİ’YE
Yaşananları, ‘halk ayaklanması’ gibi mi algılıyorsunuz?
- Hayır, iletişim kurmayı başarmış milyonlarca insanın duyduğu rahatlama ve mutluluk olarak görüyorum. Hepsi âşık olmuş gibiler! İşyerlerine bakıyorum, çocuklar çalışamıyorlar. Tamamı Y kuşağından oluşan bir proje grubum var, geçen gün toplantıdayız, baktım kafalarını toparlayamıyorlar, o kadar heyecanlılar, “Hadi bitirelim, gidelim Gezi’ye” dedim. Kalktık gittik.
Bizim bu süreçte ne yapmamız gerekiyor?
- Görmemiz gerekiyor. Gördüğümüzü de hissettirmemiz gerekiyor. Özür dilemekse özür dilemek, sizi seviyorum demekse, sizi seviyorum demek. Yargılamaktan da vazgeçmemiz gerekiyor. Onlarınki tüm statükoya başkaldırı. Okula, üniversiteye, işe, hükümete. Bizim artık laiklik ve muhafazakârlıkla ilgili tabulara da bir başka perdeden, yukarıdan, dışarıdan bakıp görmemiz gerekiyor.
Benim bile bu çocuklara bakarken, onlarla konuşurken gözlerim doluyor. Kendimize güvenimiz geldi…
- Evet, bence biz de onlar üzerinden kendi geçmişimizi temize çekiyoruz. Yuttuklarımızı, yutkunduklarımızı. Biz ne yaptık? Müdüre, yöneticiye, amirlere, polise, jandarmaya söylemek istediklerimizi hayatımızın çeşitli evrelerinde yuttuk, sustuk. Ama içimizden saydırdık. Dedik ki, “Nasıl olsa, benim de vaktim gelecek!” Şimdi bakıyoruz da bizim yapamadığımızı çocuklarımız yapıyor. O yüzden bu gençlere şükran borçluyuz. Bize korkmamayı öğrettiler…
BU ÇOCUKLAR SEVMEDEN SAYGI DUYAMIYORLAR
X kuşağı olarak bizler, “Herkesi sevmek zorunda değilsin ama herkese saygı duymak zorundasın!” diye büyütüldük. Sevgi ve saygı, bizim için ayrı kutulardaydı. Y kuşağı için öyle değil. Diyorlar ki, “Benim senin başbakan oluşuna, dünya markana ya da organizasyonuna saygı duyabilmem için, önce seni sevmem
gerekiyor!” Sevgi önşart bu çocuklarda. Seversem, saygı da duyarım. Sevmediğime duymam. Bizim kuşaksa farklı, biz sevmeden saygı duyabiliriz.
Y kuşağıysa duyamıyor.
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Paylaş