Paylaş
Bu hafta (yeni) yazı yok, çünkü yeni bir coğrafyada keşif var! Yine de sizi, tamamen kendimden mahrum etmek istemedim! Üç tane sevdiğim eski yazı buldum. Bugünkü babamla ilgili. Tuhaf bir şekilde benimle Vietnam’a da geldi, halbuki doğum günü değil, ölüm günü değil, ama nedense bu aralar hep kafamın içinde dolaşıyor, rüyalarımda görüyorum. Belki de şu anda gezgin olduğum içindir. O da öyleydi, bayılırdı yeni ülkeleri, kültürleri keşfetmeye. Eminim Vietnam da görmek isteyeceği bir yerdi, onun için de, sizin için de keşfediyorum ben. Alya çağırıyor gidiyorum...
Babamdan neler öğrendim?
BEN babamdan uçurtma yapmasını öğrendim.
Kolay iş değildir!
Emek ister, özen ister, dikkat ister, sevgi ister.
Rastgele sopalarla uçurtma yapılmaz.
Bir matematiği vardır o işin, bir geometrisi...
Herhangi bir kağıt da kullanılmaz.
Dandik olur.
Ama benim babamın uçurtmaları, yani onun bize yaptıkları...
Onlar şahaneydi...
Uzak gökyüzünde süzülürken bile ayırt edilirdi.
Hep en en tepelere yükselirdi.
*
Ben babamdan sapan yapmasını öğrendim.
Apartman çocuğu değiliz herhalde!
Hani ‘Y’ şeklinde olur, ucunda da bir lastiği bulunur, taş takarsın arasına, gerersin ve fırlatırsın uzağa.
Bir kız çocuğunun neden sapan atmaya meraklı olduğunu ben bilemem.
Ama hâlâ bayılırım.
Kuş vurmak olmaz tabii.
Ama sağa sola çekip çekip bırakmak da insana tuhaf bir keyif verirdi.
Babam, bana o işin inceliklerini de öğretti.
*
Kol gücü?
Hayır, maharet orada değil.
Sadece taşı suya paralel fırlatabilmekte de değil.
Önce adam gibi taşı bulacaksın Ayşe.
Aslında hayatta, her şeyin adam gibisini bulmaya bakacaksın.
Adamın da.
İnsanın da.
Taşın da.
Kaymak gibi yassı bir şey olursa, daha kolay seker.
İlkinde olmayabilir ama vazgeçmeyeceksin, deneyeceksin...
Bir daha... Bir daha...
*
Unutamamamın nedeni, onun o muazzam anlatma şekliydi.
Portakala bir şiş takmıştı.
Ben anladıktan sonra, o dünyayı birlikte yemiştik!
*
Hüdaverdi’mi nasıl unutabilirim.
Kırmızı Hüdaverdi’mi.
Birkaç gün süreyle 4 tekerlekle dolaşan bisikletim bir süre sonra iki tekerleğini kaybetti, çünkü babam karar vermişti:
“Benim aslan kızım, bebekler gibi dört tekerliye değil, adam gibi iki tekerliye biner.”
Onun sayesinde yaptım, becerdim.
*
Bana yüzmeyi de babam öğretti.
Kızlar gibi kibar kibar kurbağalama yüzmeyi değil, adam gibi kulaç atmayı, kulaç atarken kollarımı kırmamayı...
Kolumun altından nasıl nefes alacağımı...
Ve tabii dalmayı.
Bana dalmayı da o öğretti.
Pek kıymetli Omega saatini atardı Akdeniz’in derin sularına, o metal saat, o berrak sularda kıvrıla kıvrıla dibe düşerdi.
Onun bana güvenmesi acayip gurur verirdi.
“Cup” dibe dalardım ve babamın balık kızı olarak saatini çıkarırdım.
*
Gezmeyi, seyahat etmeyi...
Atlaslarla iyi geçinmeyi, haritaları didik didik etmeyi ondan öğrendim.
Ülkelerin başkentlerini de sayesinde ezberledim.
Araba seyahatlerindeki en favori oyunumuzdu.
Hadi söyleyin bakalım nedir Ruanda’nın başkenti?
*
Babam gururludur, burnundan kıl aldırmaz.
Kimseye eyvallah demez.
Bazen grileri yok diye kızarım ona içimden.
Ama aslında gizli gizli hoşuma gider.
Onun bu hali.
Ve sanırım kocamın da babam gibi olmasını isterim.
Bütün kızlar gibi.
*
Şunu:
Onu yeteri kadar tanımadığımı!
Aslında babası bile olsa bir insanın bir insanı çözmesinin mümkün olmadığını...
Bir hayat yetmiyor yani.
Hani hep “Tanıyoruz, biliyoruz, çözdük!” zannediyoruz ya, annelerimizi, babalarımızı, kardeşlerimizi, ablalarımızı...
Nah öyle!
Babama dair son cümle:
İkimizden biri bu dünyadan göçene kadar, birbirimizi daha çok tanıyabilmemiz dileğiyle...
HAMİŞ: Hâlâ şu son cümleyi okuyunca içim oyulur! Çünkü olmadı, olamadı... Babam bu dünyadan göçtü gitti, ben onu tanıyamadım... Tanıyorum ama tanımıyorum aslında... Siz benim yapamadığımı yapın... Hayattayken babanıza yapışın...
Paylaş