Uzülür mü acaba bunları anlatıyorum diye

Televizyona yüz saat bakar bu nereden çalışıyor diye

Gözlükleri gözünde, kumanda aleti elinde düğmeleri arar

Teknik konuları sevmemesine rağmen ille de yapmaya çalışır

Aslında adı sadece Oya Ünlü değil. Oya Ünlü Kızıl. Çok sahip çıktığı bir evliliği ve her saniyesini birlikte geçirmek istediği bir kocası var: Emre Kızıl. Ama biz nedense ‘‘Kızıl’’ soyadını genellikle es geçiyoruz. Oya Ünlü Kızıl'ı eski Spor Bakanı Fikret Ünlü'nün kızı ya da Derviş'in yanındaki genç ve güzel kadın olarak anmayı tercih ediyoruz. Oysa ne sadece Emre Kızıl'ın eşi ne sadece Fikret Ünlü'nün kızı ne de sadece Kemal Derviş'in başdanışmanı. O çok daha fazlası...


İnadına aday mı olsam?


Aday olmamaya karar verdiniz çünkü a) Kamuoyunun baskısı altında ezildiniz b) Herkese şirin gözükmek istediniz c) Kadınlar lojistik görevlerde çalışmalı dediniz d) Özel nedenler

- Aday olmamaya hakkımda çıkan manşetlerden önce karar vermiştim. Aksine o dönem, ‘‘İnadına olsam mı?’’ dedim. Ama Emre'yle düşündük taşındık, zamanı değil...

Yani Emre'yle düşünüp taşınıyorsunuz Kemal Derviş'le değil...

- Kemal Bey'in talebi zaten belliydi, siyasete girmemi istiyordu. Ama kimseyi manipüle etmez, insanların kararlarına saygılıdır. Bir buçuk sene daha baş danışmanlık görevime devam edeceğim sonra İstanbul'a döneceğim. Hayatımda başka şeylerin öncelikli olmasını istediğim bir dönemimdeyim. Kocamla düzenimi oturtmak ve çocuk sahibi olabilmek. Bir de mola almak istiyorum. Biraz birikimimi arttırmak, daha fazla okumak, eğitimlere katılmak. Siyasetin o hızlı temposuna girersem bir daha çıkamayacağımdan korktum. Bu kararı da kolay vermedim. Ama üç, dört sene sonra tercihlerim yine bu doğrultuda olacak diye bir şey yok. Hem çocuğumu da belli bir yaşa getirmiş olurum.

Yani Kemal Derviş'ten bağımsız bir siyaset hayatınız olsun istiyorsunuz?

- Tabii bir süre sonra öyle olacak...


32 yaşında genç bir kadının Ankara'daki kurt siyasetçilerin arasında işi ne?

- Tamamen tesadüf! Krizin çıkması, Kemal Bey'in Türkiye'ye gelmesi ve beni Ankara'da yanında çalışma arkadaşı olarak istemesi. Hazır hissetmediğim ve beklemediğim bir dönemde siyasetin içinde buldum kendimi. Oysa, siyaset küçüklüğümden beri çok çok ilerki bir gelecek için arzu ettiğim bir şeydi...

Ne yani pek çok çocuk küçükken astronot olmayı isterken, siz memleketi kurtaracağınız günlerin hayalini mi kuruyordunuz!

- Kamuda çalışma hayalim hep vardı. Babamdan mı geçti nedir? Hiçbir şeye kayıtsız kalamayan bir tipim. Yolda yan yatmış bir kaldırım taşı için bile belediyeye telefon ederim! Söylenmeyi sevmem. Bir şeyi beğenmiyorsam değiştirmeye çalışırım, onun bir yolunu ararım.

Kemal Derviş hayatınıza girmeseydi a) Dünya Bankası'nda çok sıkı bir kariyerim olurdu b) Birinci çocuğum anaokuluna gidiyor, ikincisine de şimdi hamile olurdum c) Devlete hizmet etmek aklımdan bile geçmezdi d) İyi ki hayatıma girdi, başarı benim için çok önemli ve başarılı hissediyorum kendimi

- c) şıkkı hariç, biraz hepsinin karışımı. Ondan çok şey öğrendim. Çeşitli ülkelerin işleyişini, kamu, ekonomik ve sosyal düzenlerini inceleme fırsatı buldum. İyi ki böyle bir öğretmenim oldu. Ama ben Kemal Bey'den önce Türkiye'ye dönmüştüm, kriz çıkmadan 2 ay önce Dünya Bankası'na istifamı vermiş ve özel sektörde çalışmak üzere İstanbul'a kesin dönüş yapmıştım. Eşim Emre'yle Türkiye'de yaşamayı seçmiştik. Ama kriz olup Kemal Bey Türkiye'ye dönünce yine onunla çalışmaya başladım...

Hakkınızda yazılıp çizilenler arasında sizi en çok ne yaraladı?

- ‘‘Oya Hanım'ın eşine özel ilgi’’ mesela...

Peki böyle manşetler atılabileceğini öngöremediniz mi? Ofis meselesi mesela, ortada sözleşme yok, ödenmiş para yok. Mal sahibi aynı zamanda eşinize iş veren kişi. Kocanız o şirkette çalışıyor, tesadüfün bu kadarı da fazla olmuyor mu?

- Başbakan, Kemal Bey'e ‘‘Partiler arasında ittifak arayışlarını sürdürdüğünüz halde, seçime kadar görevde kalabilirsiniz’’ deseydi, kalacaktı. Ama olaylar öyle gelişmedi. Kemal Bey de bir Cumartesi günü istifa etti. Pazartesi devir teslim töreni oldu. İki üç gün ofisi toparlama sürer diye düşünüyorduk, olmadı. Hemen çıkmak zorunda kaldık. Dört tane kutu elimizde, ne yapacaktık? Necati Yağcı, en yakınımız, abim gibidir, haftada iki kez yemek yeriz. Her tatile beraber çıkarız. Öyle bir insan. Tabii ki onu aradım. ‘‘Gelin bu boş ofise kutularınızı taşıyalım, iki üç kalın, beğenirseniz ne ala, beğenmezseniz başka bir yer bakarsınız’’ dedi.

İyi de sizler kamusal kimliklersiniz. Başınıza gelecekleri nasıl öngörmezsiniz? Saflık mı bu?

- Yooo. Dürüstlük. Pazartesi basın danışmanımıza dedim ki, ‘‘Burayı henüz kiralamadık. Soranlara öyle dersin’ Çünkü gerçekten bilmiyorduk ne olacağını. Çarşamba günü Kemal Bey'in YTP'ye geçmesi bekleniyordu. E geçersek ofis başka bir yere taşınacaktı. Belki de siyasete girmeme kararı alacaktı. O kadar belirsizdi ki her şey. Kiralamadığımız bir yer için de sözleşme yaptık demek yanlış geldi. Yalan söylemek istemedim. ‘‘Bir iki gün misafiriz sonra karar vereceğiz’’ dedim. Emre'nin orada çalışıyor olmasına gelince, finans sektöründe eğitim almış, son derece birikimli, piyasada saygı gören bir isim Emre. Necati Bey de, çok yakın bizim aileye. Bunda ne var? İnsan bir tanıdığının yanında çalışamaz mı? Zaten Emre nerede çalışsa bir bit yeniği arayacaklar! Ferit Şahenk'in yanında çalışsa bir şey diyecekler, Karamehmet'le çalışsa başka bir şey, Citibank'ta çalışsa ‘‘Stanley Fisher'le Kemal Bey'in ortak ilişkisinden dolayı yurtdışına bilgi mi sızdırıyor acaba?’’. Bunlara alışmamız gerekiyor. Üzüntü duymamayı öğreneceğiz...

Peki o gazete manşetlerinden sonra kocanıza iş teklifi yapıldığı doğru mu?

- Evet o tip şeyler oldu...


Kemal Derviş'le ilişkinizi belirleyen ana duygu nedir a) İyi bir insan, hayranım b) İşinde usta ben öğrencisiyim, ne öğrensem kardır c) Karşıma çıkmış müthiş bir hayat fırsatı, bakalım hayatım nasıl değişecek?

- a) ve b) şıkkı. Kemal Bey'in resmen ruhuna saygı duyuyorum! Tabii karakterine de. Dürüst, düpdüzgün bir insan. Öğreticidir de. Son derece yumuşak bir uslupla birikimlerini çevresindekilere aktarır. Takımındaki insanları geliştirmeye uğraşır.

Hiç mi sinir tarafı yok bu adamın!

- Sinir değil de komik tarafları var. Kendi aramızda çok güldüğümüz şeyler olur. Teknik konularda çok becerikli değildir de. Televizyona bile yüz saat bakar bu nereden çalışıyor diye. Elektronik şeylere yatkınlığı yok...

Cep telefonuna numara giremez, mesaj yollayamaz, böyle şeylerden mi söz ediyoruz?

- Aynen. Gözlükleri gözünde, kumanda aleti elinde düğmeleri arar. Üzülür mü acaba bunları anlatıyorum diye?

Yoo ben dahil bir dolu insan öyle. Peki bilgisayarla arası nasıl?

- İşte müthiş takdir ettiğim özelliklerinden biri daha: Teknik konuları sevmemesine ve zorluk çekmesine rağmen ille de yapmaya çalışır! Internet'e her gün giriyor, yazıyor, çiziyor. Kendini çağın dışında bırakmamaya çalışıyor...

CHP'ye oy verecek bir sürü insan, günün birinde Kemal Derviş'in sahneye çıkacağını umut ediyor. Hadi yüreğimize su serpin...

- Ben de çok istedim, yıllarca onu bu yönde teşvik ettim. Ama kesinlikle birinci adam olmak olmak istemiyor. Bazıları hayatta lider olmak ister, bazıları da işi yapayım ama en baştaki adam olmayayım der. Kemal Bey, çalışmadan kaçan biri değil, deli gibi çalışsın, yazsın, çizsin, okusun bütün bir beyni o dizayn etsin yeter ki vitrindeki adam olmasın. Bu da bir yapı. Benim gözümde de lider ama bir de bireyin tercihi var. Biz hep bir kurtarıcı gökten insin kurtarsın bizi istiyoruz, yok öyle bir şey, o da belki bunu anlatmaya çalışıyor. Takım oyununa inanıyor...

Kemal Derviş Oya Ünlü Nasıl yani?

Kimin lafıydı? Murathan Mungan'ın mı? ‘‘40 yıldır kendini çözmeye çalışıyorsun. Beceremiyorsun. Sonra bir gazeteci geliyor seni 40 dakikada çözdüğünü sanıyor. Daha neler!’’

E haklı Murathan.

İnsanların kapısına dayanınca ve teybinizle onları ‘‘soru yaylımı’’na tutunca bir şey olmuyor aslında. Salakça siz tatmin oluyorsunuz o kadar. Tam olarak çözemiyorsunuz. Kimin ne haddine. Ultrason aleti misiniz? Ama şu var, bir resim çıkıyor ortaya. Kimilerinde daha flu, kimilerinde daha net. Karşınızdaki ne kadar renk verirse siz de o kadarını yansıtabiliyorsunuz...

Zor be.

Konuştuğun kişi renkli olacak.

Zeki olacak.

Açık olacak.

Sorduğun sorular karşısında utanıp, bozarmayacak.

Kızmayacak.

Kafana teybi fırlatmayacak.

Kişisel husumet gibi algılamayacak.

Rahat ve komplekssiz olacak.

Aklından geçeni düzgün biçimde ağzından çıkartacak...

Nerede bu domatesin bolluğu?

*

Oya Ünlü, güzel kokan, kıpkırmızı bir domates.

Yukarıda saydığım bütün özelliklere sahip. Bir kere açık bir insan. Ve sözüne sadık. Bunlar bir gazeteci için çok zor ele geçirilebilecek özellikler. Uzun zamandır peşindeydim. Hafta başı ‘‘Deprem bile olsa yapacağız bu röportajı değil mi?’’ dedim. ‘‘Evet’’ dedi. ‘‘Sel olursa, yangın çıkarsa, Allah korusun daha fena şeyler olursa...’’

‘‘Sözüm söz’’ dedi.

Kader bu ya, anneannesi vefat etti.

Hatta röportaj evlilik yıldönümüne denk geldi.

Ama yine de bana söz verdiği gibi bu söyleşiyi gerçekleştirdi.

Üstelik bu kadın, Ankara'da günde 16 saat çalışıyor, kocasıyla ancak haftasonları İstanbul'a geldiği zaman görüşebiliyor. O zamanın bile bir kısmını bana ayırması benim unutabileceğim bir şey değil.

Bu noktada bir an durup düşünüyorum:

- Ne bu ya! Abartıyor muyum?

Ama sonra karar veriyorum ki:

- Yok, yok, sözünde durmayan o kadar insan var ki, Oya Ünlü'nünki gerçekten önemli bir özellik!

*

Farklı bir güzelliği var.

Gazetelerde fotoğraflarını gördüğüm kadın daha köşeli, daha iri, daha ciddi, daha mesafeliydi ve ayıptır söylemesi biraz sinirdi.

Gerçeği öyle değil.

Kendisine çok vakit ayıramadığını söylese de güzel duruyor. İnsanın eline dolamak isteyeceği gür simsiyah saçları var. Öyle günün modasına uygun röfle, gölge filanla işi yok. Vakti de. Çok ama çok sade. Sadece iki beyaz inci küpe.

Kocasıyla oturduğu Etiler'deki o bahçe katı da kişiliği hakkında fikir veriyor. Pancurlar, perdeler kapalı değil, her şey açık. Kilit, anahtar, sihirli sözcük: Açık. Sadece ben değil, bakan herkes görebilir. Evin içinde oradan buradan alınmış objeler, kocasıyla birlikte çekilmiş fotoğraflar, pek sık kullanıldığı anlaşılan bir şömine (mumlar akmış her yerine!), kitaplar, dergiler, rahaaat koltuklar...

Ev gibi ev yani.

Ne minimalist ne trendy.

*

Oya Ünlü için kullandığım açık, sade bir kadın sıfatlarına bir üçüncü eklemek gerekirse tedirgin diyebilirim. Hayata karşı değil, medyaya karşı. Allahtan ben klasik medya olmadığım için, geçişi kolay sağladık. Çünkü bu tür işlere alışık değil.

Ben de hınzırlık yapmadan bir röportajı bitirmeye alışık değilim.

Vallaha yaptım.

Kemal Derviş'le etrafta konuşulduğu gibi bir ilişkisi olup olmadığını sordum. Ağzından şaşkınlıkla çıkan ‘‘Nasıl yani?’’ bende böyle bir şey olmadığı kanaatini oluşturdu. Biz de bunca soru sorduk, hangi ‘‘Nasıl yani?’’ neyi karşılar biraz kestirebiliriz. Ve çok akıllıca, konuyu mükemmel bir sonuca bağladı:

1- Hayatımın hiçbir döneminde kendimden büyük erkeklere ilgi duymadım.

2- Kemal Bey neredeyse babam yaşında.

Hamiş: Üstelik Oya Ünlü’nün kocası Emre kendisinden iki yaş küçük. Bilmem anlatabildim mi?


Tabii ki Kemal Bey karısından çok benimle vakit geçiriyor


Hakkınızda çıkan dedikoduların hepsi kulağınıza geliyor mu?

- Nasıl yani?

Kemal Derviş'le duygusal ilişkinizin de olduğu söylentilerini hiç duymadığınızı söylemeyeceksiniz herhalde...

- Akşam Gazetesi'nde çalışan birinin böyle bir yazı yazdığını biliyorum. Üstelik bunu yapan bir kadın yazar. Özellikle de bir kadının, evli başka bir kadınla ilgili bu kadar gerçek dışı ve incitici şeyler yazması, hastalıklı bir ruhun göstergesi diye düşünüyorum. Düşmanca bir tavır. Aşk da evlilik de benim için kutsal kavramlar. Sadakatsizlik, aklımın ucundan dahi geçmez...

Peki Kemal Derviş'in sizinle eşinden daha fazla vakit geçirdiği doğru mu?

- E tabii. Ama iş hayatındaki kadın-erkek pek çok insan için geçerli değil mi bu? Zamanımızın çoğu istesek de istemesek de çalışarak geçiyor. Biz de 6 yıldır Kemal Bey'le beraber çalışıyoruz. Güzel bir çalışma tempomuz var. Uyumluyuz.

Son derece çekici bir kadın olduğunuz için de insanlar doğal olarak böyle şeyler düşünüyor...

- Neden ‘‘doğal olarak’’? Böyle bir şart mı var? Bu da bence Türkiye'de çağdaşlaşma yolunda atmamız gereken adımlardan biri. Hálá bu ülkede bir kadın belli bir noktaya geldiyse ve patronu erkekse ve ikili bir çalışma ortamları varsa, o kesinlikle danışmanı filan değildir, zaten o kadına ne danışabilir ki? Sekreterleri küçümsemek için söylemiyorum ama ya sekreteri ya da metresidir! Bu işte mutlaka bir iş vardır! Yani mümkün değil o kadın, yaptığı işte kendini kanıtlayarak, birikimi ve becerisiyle o noktalara gelmemiştir. Maalesef hálá böyle yaygın bir kanı var...

Düz mantıkla mı bakıyor insanlar: İki sağlıklı insan uzun yıllardır günde 8 saat dipdibe. İlişkileri sadece iş ilişkisi olamaz!

- Valla yeterince çağdaşlaşmamış toplumlardaki düz mantık demek daha doğru! Ya da şöyle söylenebilir, kötü düşünce sahibine aittir. Kimbilir belki de Akşam Gazetesi'ndeki hanımefendinin aklına gelebilen tek birliktelik şekli budur. İnsanlar yaptıkları dedikodularla kendi beyinlerinin da nasıl çalıştığını gösteriyor aslında. Biraz da tabii önyargı...

O ne demek?

- Hürriyet'ten Emin Çölaşan da ‘‘Türkiye'de Oya Ünlü gibi binlerce genç var. O Fikret Ünlü'nün kızı olmasaydı buralara gelebilir miydi?’’ diye başka bir yazı yazdı. Elbette bu ülkede benim gibi binlerce değil yüz binlerce genç insan var. Türkiye'nin geleceğiyle ilgili umutlu olmamızın yegane nedeni de bu zaten! Sırf benim çevremde benden daha birikimli onlarca arkadaşım var. Sorun ne biliyor musunuz? Aydın kesim ve medya siyasette yeni yüzlere ihtiyacımız var diyor. Genç, temiz, çalışkan insanlar hani neredeler, siyasete girsinler. Böyle bir söylem içindeler. Sonra da yapmadıklarını bırakmıyorlar. Benim örneğimde olduğu gibi daha ilk günden ‘‘A bu kesin babasının torpiliyle girmiştir!’’ Önyargıyla kasdettiğim bu. Siyasete girmek isteyen bazı arkadaşlarıma ön ayak olmayı düşünürken ben bile çekingenlik içindeyim, bir sanayicinin kızıysa diyecekler ki ‘‘Babasının işini takip edecek’’, yabancı finansal bir kurumda çalışıyorsa ‘‘Yurt dışına bilgi sızdıracak’’, Amerika'da Harvard'da okuyup gelmişse ‘‘Kesin CIA ajanı’’, Türkiye'de Anodolu'dan bir üniversiteden mezunsa, ‘‘Bula bula bunu mu bulmuşlar’’. Bunu elitimiz, aydınımız yapıyor! Halk ise aksine açık ve şeffaf bir kafayla olaya yaklaşıyor. Onlar gerçekten, samimi olarak genç ve yeni yüzler istiyor...

İyi de, siyasetçiler yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı bu ülkede. O yüzden herkes biraz da kuşkuyla bakıyor meseleye...

- Ama müthiş bir paranoya ve güvensizlik: ‘‘Hiçbir şey göründüğü gibi değildir, mutlaka altında bir şey vardır!’’ Ya yoksa? Ya tam tersine böyle düşünen insanların psikolojisi bozuksa? Yani birileri bir yerlere geldiyse sebep illa bir çıkar ilişkisi, duygusal ilişki ya da torpil midir? Bazı insanlar nettir, dürüsttür, içi dışı öyledir, çalışarak çabalayarak oraya gelmiştir. Tabii şans da mutlaka yardım etmiştir...


HİÇ TELEVİZYON SEYRETMEZ

Tam anlamıyla bir dünya vatandaşıdır. Yine de pek çok özelliğine rağmen elitist değildir. Tony Blair'in yanında Tony Blair seviyesindedir. Ama bir simitçiyle ya da otoparkçıyla konuşurken onlardan biri gibidir. Alçakgönüllüdür. Sevecendir. Pek çok dile inanılmaz hakimdir. Kamuoyu bilmez ama hiç televizyon seyretmez. Çok nadiren haberleri izler. Çok okur. Boş zamanlarında bile geyik muhabbeti yapmaz. Esprilidir ama aynı zamanda ciddi. Samimi ama mesafeli. Her gün üç yabancı gazete okur: Herald Tribune, Le Monde ve Financial Times. Türk gazetelerine de hızlıca bakar. Fazla sinemaya gitmez, vakti yok. Ama haftada en az bir kere tenis oynar.



Aşk hayattaki en güzel gerçek


Eşiniz neden ‘‘Sakin güç’’?

- Çünkü Emre'nin duru ve huzurlu bir havası var. Aynı zamanda tuhaf bir şekilde olgun, duyarlı ve güçlü. Hiçbir zaman vurdulu kırdılı sert mizaçlı biri olmadı...

Volkanlar içinde patlıyor öyle mi?

- Yok işte volkan-molkan patlamıyor. Ne dışında ne içinde. Sakindir. Kuzeyliler gibi. Çok zekice espriler yapar, hiç beklemediğiniz anlarda. Espri yapıyor havasında da değildir. Mantıklı ve ciddi bir şey söylüyormuş havasındadır. Geçen gün şu kanepede sarılmış yatıyoruz, bir taraftan da kornfleks yiyoruz, ‘‘Oya Ünlü, siyaset istemiyor, çocuk istiyor!’’ diye gazete haberlerini okuyorlar televizyonda. Bana döndü ve en ciddi haliyle ‘‘Oya bunu niye gazetecilere söylüyorsun da, bana söylemiyorsun?’’ dedi. Çok güldüm tabii.

Hálá aşık mısınız ona, yoksa aşık rolü mü oynuyorsunuz?

- Rol kesebilecek biri değilim. Aşığım. Ben ömür boyu süren aşka çocukluğumdan beri inanırım. Annem ve babamınki de öyle, hálá sürekli elele tutuşur birbirlerine ‘‘Seni seviyorum’’ derler. Aşk en inandığım şey. Hayattaki en güzel gerçek. Öyle ‘‘Aşkın ömrü üç yıldır, dört yıldır’’ diyenlere de kızıyorum. Bence yaşattığımız sürece var...

Hani insanın kıskançlık gibi bir hasleti de vardır ya, kıskanır mısınız, nerede Emre diye kontrol eder misiniz?

- Valla, bu yoğun tempoda bile günde mutlaka 15 kez telefonda konuşuruz. Bazen sadece ‘‘Seni özledim’’ demek için. Kıskancım. Ama Emre fırsat vermez. Düzgün ve dürüsttür.

O peki sizi kıskanır mı?

- Evet ama rahatsız edip bunaltmaz. Bana güvenir.

Hangi özelliğiyle tavlamıştı sizi?

- Kalbiyle. Çok iyi bir insan.

Bir erkeğin sadece iyi bir insan olması aşık olmaya yeter mi?

- İyi insanları da çekici bulabilirsiniz. Onlarla da kimyanız tutabilir! Söylüyorum ben şanslı bir insanım, bu yüzyılda olamayacak kadar iyi ve hümanist bir insanla beraberim. Onu sevmemek mümkün değil!

Peki insan yakın arkadaşıyla nasıl evlenebiliyor? Önce arkadaş sonra aşık nasıl olabiliyor? Bu aşk denilen şey küt diye olmaz mı?

- Emre'yi tanımadan ben de ‘‘küt diye aşk’’lara inanırdım. Bir sene sadece arkadaştık Emre'yle ve tanıdıkça aşık oldum ben. Bunun daha kalıcı olduğunu düşünüyorum. Hem kocam hem en yakın arkadaşım. O yüzden de hafta arası ondan ayrı kalmak bana çok koyuyor. Ona kapıyı ben açmak istiyorum, yemek yapmak istiyorum, birlikte uyumak istiyorum...

Açıksözlülük başınıza iş açmıyor mu?

- Yoo, aksine hayatımı kolaylaştırıyor. Net bir insan olduğunuz zaman çok daha az stresli oluyorsunuz. Neyseniz osunuz!
Yazarın Tüm Yazıları