Evet heyecanlı, evet tartışmayı seven, evet lafını sakınmayan ama aynı zamanda... İnanılmaz eğlenceli, acayip dişi ve çok zeki... Kendi kendisiyle dalga geçme yeteneğine sahip biri. Ve çok tutkulu ve çok tutturuk. Bir sürü konuda aynı fikirde olmasak bile çok güldük. Çok hızlı bir kadın, hızlı düşünüyor, hızlı cevap veriyor, kendini sakınmıyor, korumuyor, beni şaşırttı, buna da çok sevindim. İyi ki ameliyatlı ameliyatlı bu röportajı yapmışım, değdi...
BELKİ DE BATILI BİR TOPLUM OLAMADIKCumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan hepsinin aynı partiden olmasında sizce bir tuhaflık yok mu?- Aslına bakarsanız, kuralına uygun. Ama bir şeyin kuralına uygun olması veya sayısal gerçekler, demokrasi şartlarını sağlıyor demek değildir. Uzlaşma atmosferinin korunmasına çalışılmalıydı. Tarafların bu derece kutuplaştığı bir ortam, istenilen bir ortam değildir, hiç kimse için...
Türban dini bir sembol. Okul, devlete ait bir alan. Dini sembolün devlet içinde boy göstermesi, laikliğe aykırı değil mi?-Yani türbanlılar özel okullara mı girsinler diyorsunuz. Bunun sınırını nereden çizeceksiniz ki. Bırakın, herkes istediği yere girsin, istediği gibi okusun...
Üniversitede türbana izin vermek, aynı anda çarşafla girmek isteyenlere, sarıkla girmek isteyenlere izin vermek değil midir? Önü alınabilir mi?- Almayın... Girsinler ne olacak... "Burnunuza hızma takmayın!" deme hakkı var mı kimsenin? Ya da olmalı mı? Öğrenciler istedikleri gibi girsinler...
İyi de bir sürü insan çarşafla girerse, bu ülkenin fotoğrafı değişmez mi?-Bütün kaygı bu işte: Bu ülkenin fotoğraf değişmez mi? Bakın, bir ülkenin fotoğrafı neyse odur. Şimdiye kadar Batılı bir toplum fotoğrafı verelim diye gayret ettik. Belki de Batılı bir toplum olamadık. Buna da, bu kadar da gerilmemek lazım diye düşünüyorum. Sıkıntı yaratacak şey şu aslında: Bizi de kapatırlar mı? İçiniz rahat olsun. Kapatmazlar, kapatamazlar. Yasalar belli. Kurumlar, kanunlar var. Bunları işlettiğiniz zaman, sorun çıkmaz. İşlememesi hali de bir devrim halidir. O zaman soru şu: İslamcı bir ihtilal olur mu Türkiye’de? Bence olmaz. İhtilal olmadığı sürece de problem yok.
Neden bazılarına göre sorun yok da bazılarına göre var? Neden bazıları korkmuyor, bazıları korkuyor? Neden korkmayanlar, korkanları suçluyor...-Endişe edenlerin suçlanmasının anlaşılır bir tarafı yok. Son tartışmalarda çok sert pozisyonlar alındı. Ve bu, hayırlı bir hal değil. Başbakanı destekleyen medya mesela, öyle sert bir dil kullanıyor ki, hükümetin kendisinin dili bu kadar ağır değil. Diğer kesimin de yıllardır sürdürdüğü paranoyasından artık kurtulması gerekiyor. Bence bütün bunlar türban denilen sembolün Çankaya’ya zamansız taşınmış olmasından kaynaklanıyor. Dengeler bozuldu... Ama bizim anlayabilmemiz gerekiyor korkanları. Ve onlara korkmamaları gerektiğini sakin sakin anlatabilmemiz...
İyi de siz nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz, korkulmaması gerektiğinden? Şerif Mardin de diyor ki ne olabilir diyebilirim ne de olamaz diyebilirim... Bilimsel bir yaklaşım değil mi?-Ben Şerif Hoca’nın söylediği bir şeyi çok yanlış buldum. "AKP’nin gizli bir ajandası olabilir, henüz bilmiyoruz" diyor. Ben biliyorum. Yok gizli ajandası.
Siz nereden biliyorsunuz? Yine şu "4 senedir olmadı ki şimdi olsun" argümanı mı?-E tabii. Bu insanlarla birlikte yaşıyorum. Bu insanların çoğunu yakından tanıyorum. İçinden bölünür böyle bir şey olsa. Türkiye’yi İslamileştirmeye filan çalıştıkları yok. Zaten Türkiye’yi İslamlaştıracak bir parti yüzde 47 oy almaz.
Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?- Gözlemlerime....
İyi de ben niye sizin gözlemlerinize güveneyim. Ya yanılıyorsanız...-Partinin başkan yardımcısı bile çıktı televizyona, "Böyle bir şey olsa biz ayrılırız partiden" dedi. Sizin korktuğunuz şey bir İslami devlet fikri, yani devrim projesi. Ben böyle bir devrimin izlerini görmüyorum.
Peki ama zaman zaman bu yönde yapılmış hamleler, zorlamalar görmüyor muyuz? Dirençle karşılaşınca geri dönüyor... Ya bir süre sonra oruç tutmadığım için bana karışılmaya başlanırsa...-Size karışılmayacak. Ama oruç tutmayanların dövüldüğü bölgeler hep vardı Türkiye’de. AKP’liler de diyor ki, "Bu insanları dövenler bizimkiler değil, ülkücüler." Böyle bir durum da var. Tabii, bu sizi daha da çok korkutabilir.
KEMALİST AİLEM
BEDBAHT VAZİYETTE
Anneniz, halanız bu son tartışmalara ne diyor?-Onlar bedbaht vaziyette. Korkuya çoktan geçtiler. Onların yüreğine su serpmeye çalışıyorum. Komiktir bizimkiler, halam, Refah Partisi İstanbul Belediyesi’ni alınca günlerce konuşmadı, ağzını bıçak açmadı, sağlığından filan endişe ettim.
AH KIZIM AH BU DİNCİLER SENİN BEYNİNİ NASIL YIKADI
En büyük değer bilgi midir?-Hayır ne münasebet. Ben bilgiye tapanlardan değilim. Kavrayışımızı, mutluluğumuzu borçlu olduğumuz daha bir sürü şey var hayatta.
Evde de siyaset konuşmaktan hoşlanır mısınız?-Kimse izin vermiyor ki. Siyasetin konuşulduğu bir evden geldim ama o eski nesildi. İki kardeşim de siyasetle ilgili değil. Televizyon programlarımı izlemezler. Yazılarımı okumazlar. Yeğenlerim bile "Bak halan televizyonda" dendiğinde "Ha öyle mi?" diyor.
Bu sizi üzmüyor mu?-Niye? Benim için de nefes alacak bir alan oluyor.
Peki CHP’li anne, Kemalist hala "Bu kızı okuttuk ne hale geldi!" demiyorlar mı? Ya da "Bu çocukta nerede hata yaptık da böyle oldu!"-Demezler mi? Diyorlar. Ben Türkiye’nin hep karanlık bir yere doğru gitmekte olduğunu düşünen bir ailede büyüdüm. Başörtülü arkadaşlarımı çok yadırgadılar. Hatta tarikatçı olacağım gibi saçmasapan düşüncelere kapıldılar. Annem, üstelik yakın tarihlerde, düşünün siyaset bilimi okumuş ve laiklik üzerine doktora yapmış kızına, "Bu dinciler senin beynini nasıl yıkadı, ah kızım ah!" deyiverdi...
Peki siz beyninizin yıkanmadığını anlatırken ne diyorsunuz?-Allah’tan bir şey dememe gerek kalmıyor, hayat tarzımın değişmediğini görünce rahatlıyorlar. Onlar örtüneceğimi filan zannediyorlardı. Ha ama bir de şu var, yaşadıklarımı sınıf kaybı olarak görüyorlar. Bu kadar yatırım yaptıkları bir çocuğun, arkadaş olduğu tiplere bak!
BÜTÜN BU GERGİNLİK TÜRBAN ÇANKAYA’YA ERKEN ÇIKTI DİYE
Abdullah Gül’e neden karşısınız?- Gül’e değil, cumhurbaşkanı adayı olmasına karşıydım. İki gerekçem vardı. Biri ilkesel: Başörtülü öğrencilerin üniversiteye giremediği bir ülkede AKP iktidardaydı ama sorun çözülemedi. Çözülemeyişinin açıklaması olarak, toplumsal uzlaşmanın gerekliliği ileri sürüldü, "Germeyelim ülkeyi" dendi. Tamam, anlaşılır bir kaygı. Peki ama uzlaşma bu kadar önemli idiyse, Abdullah Gül neden aday oldu? Neden isimsiz bir kızın hakları söz konusu olduğunda bir hassaslık gösterilmedi de, bir makam söz konusu olduğunda bütün riskler alındı? Bu tavrı, ilkesel olarak yanlış buluyorum.
İkincisi...- Bu ikinci AKP iktidarında, başörtüsü sorunu çok daha kolay halledilebilirdi. Gül’ün cumhurbaşkanlığı her şeyin önünü tıkadı. Bence, mahalle baskısı ya da Malezya korkusu değil, cumhurbaşkanı tartışmasında ortalık çok gerildi, o gerilim hálá sürüyor. Bunun önemli bir hata olduğunu düşünüyorum.
Tayyip Erdoğan’ın bir hatası, öyle mi?- AKP’nin bir hatası. Ben Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmaktan feragat etmesini duyarlı bir davranış olarak değerlendiriyorum. Demek ki onun da birtakım kaygıları varmış. Ama ikinci adam konumundaki birinin iradesini belirleme şansının olmadığını düşünüyorum.
Yani Tayyip Erdoğan’a rağmen mi Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu?- Bence öyle. Ve bu durum Erdoğan’ın hareket alanını daraltıyor.
Ben sizi böyle hayal etmiyordum. Karşımda sert, ciddi ve erkeksi birini göreceğimi zannediyordum.
- Hiç öyle değilim.
Müdahaleci bir tarafınız yok mu?- Tamam o var.
Dominant bir tarafınız?- O da var. Ama bunlar, ille de erkeklere özgü şeyler değil.
Peki ya kontrol manyaklığı...- Evet. Hatta bazen rahatsız edici ölçüde.
Sevdiklerinizin hayatına müdahale eder misiniz?- Evet, evet, evet. Hayatlarına burnumu sokarım. Onlar adına kararlar veririm. İzin verdikleri ölçüde tabii. Bu bana lüzumsuz yükler getirir ama yaparım. Engellemeye çalışıyorum ama mevcut durum bu.
Peki biri sizin hayatınıza müdahale etmeye kalkarsa...- Ona çok açık değilim. Sürpriz sevmem mesela. Hatta nefret ederim.
Biri sürpriz doğum günü yapsa...- Hiç hoşlanmam.
Trabzon’un şekillenmenizdeki payı ne kadar?- Karadenizlilere atfedilen bir sürü şey bende var. Mesela fevri bir insanım. Tayyip Erdoğan’da da var bu. Kızıyor-mızıyor ama çok da kolay sakinleşiyor. Ben de öyleyim.
Çevrenizdekiler sizin bu yanınızı bilir ve size hasta muamelesi mi yapar?- Aynen.
Kavgacısınız, dövüşçüsünüz.. Ama sanki siz birilerini pusuda kıstırmazsınız... Ne yapacaksanız yüzüne karşı yaparsınız. Öyle mi? - Öyle. Kindar değilim. Küs de kalamam. Önce darılır, sonra unuturum. Lüzumsuz yere selam verir ya da heyecanla telefon ederim. Karşımdakinin tepkisinden bir anormallik olduğunu anlarım, "Biz dargındık seninle değil mi? Kapatıyorum" der, kapatırım.
Çocukluğunuzun ne kadarı Trabzon’da geçti?- 14 yaşına kadar. Üç kardeşiz, ben en büyüğüyüm. Bir kız bir de erkek kardeşim var. Ailenin en şımartılan çocuğuyum. Uzun bir aradan sonra gelen ilk torun. Babam aşırı kız çocuğu sever... Di... Rahmetli.
Siz de "babasının kızı" mısınız?- Evet, hastalıklı derecede öyleyim. O yüzden iki sene önce babamı kaybetmek, hayatımın en büyük travmasıydı. Alzheimer olup ölmesi, beni derinden etkiledi.
Babanızla benzerlikleriniz neler?- Mizacım babama benzer, gerçekçiyim, iradeliyim ve ticarete yatkın bir kafam vardır. Tüccar babam gibi. Parayla da ilişkim iyidir. Bizim ailede romantizm, tatlı salaklık olarak algılanır. Tek kusurum, çocukken çok abartılmış olmam. Ne yapsam, "Aman da aman Nuray neler yapmış" olurdu, çok sevilmiş bir çocuğum. Beni doğurduğunda annem 17 yaşında olduğu için, üzerimde annem kadar öğretmen halamın da emeği var.
Orta halli bir aile mi?- Hayır, taşra ölçeğinde zengin bir aile...
Konservatif bir çevre mi?- Hayır, çok liberal. CHP’li bir aile. Bizim aile başlı başına bir modernleşme projesi. Herkes erkek çocuklarını şımartırken bizim aile kız çocuklarını şımartmış.
Akademisyen olmaya nasıl karar verdiniz?- 14 yaşındayken, kız kardeşim ve halam İstanbul’a taşındık. O zamanlar, burjuva aileler, çocuklarını eğitim için İstanbul’a gönderirlerdi. Işık Lisesi’nde dağınık bir öğrenciydim, ama Boğaziçi’nde toparladım. Modernite projesinin bir parçası olarak, babam kızlarının okumasını çok istiyordu. Benim de para kazanmam filan gerekmediği için, okudukça okudum. Ama daha çocukluğumdan beri siyasete düşkündüm. İlkokul birde, gazetede "Koalisyon" lafını görüp, babama gidip "Ben bu kelimeyi bilmiyorum. Ne zaman öğreneceğim?" demişim. Böyle sapık bir çocuk.
Arkadaşlarınız, politika dendiğinde gözlerinizin parladığını, müthiş heyecanlandığınızı söylüyorlar. Tanım şu: "Politik bir hayvana dönüşür!" Doğru mu? - Doğru. Hatta bazen kendimi kaybederim.
Neden politikayı bu kadar ciddiye alıyorsunuz?- Zaaf galiba. Politika, bizim hayatımız hakkında verilen kararlardır. Hayatımızı ilgilendiriyor. Ve başkalarının hayatını. Ben başkalarının hayatlarıyla da ilgiliyim. Diğerkam, altruist bir insanım. Başkasının derdiyle dertlenen insan yani. Kendimi bu yüzden solcu olarak tanımlarım.
Hep böyle şık ve bakımlı mıydınız? Solcular daha bohem dolaşır da...- Üniversite yıllarından itibaren, böyle süslü püslü ve fönlü gezmeye başladım. Hatta o yüzden de biraz snobe edilmişimdir. Sonradan o yıllarda beni snobe edenlerin hepsi genel müdür filan oldu, bakın ben hálá solcuyum. Ama hálá ruj sürüyorum ve topuklu ayakkabı giyiyorum.
Sizin formasyonunuzda birinin daha çok içerikle ilgili olacağı düşünülür...- Yok yok, çok şekilciyimdir. Estetik kaygılarım çok vardır. Bazı renklere mesela tahammülüm yoktur. Hatta saplantılı olduğum bile söylenebilir. Bir otelin banyosu ya da döşemesi leylak rengiyse, o otelde kesinlikle kalmam.
Burun ameliyatı oldunuz mu?- Hayır. Gördüğünüz gibi burnum, bütün haşmetiyle yerinde duruyor.
FEMİNİZME KARŞIYIM, ÇÜNKÜ...
Kafası çalışan bir kadın, neden feminizme karşı durur?- Çünkü ben feminizmi anlamlı bir çıkış olarak görmüyorum. Yanlış anlaşılmasın, sadece kadın olduğu için mağdur olan kadınların mağduriyetinin giderilmesi için elimden geleni yaparım. Yani "Kadınların başına gelenlere duyarsız!" değilim. Ama şuna büyük bir itirazım var: Her konumdaki kadın, aynı şekilde eziliyor filan değil. Sırf kadın olduğu için bütün kadınlar zulüm altında değil. Bunu kabul etmiyorum. Ayrıca sorunlu buluyorum. Mesela Radikal’de bir yazı dizisi yayınlandı. Meslekleri, eğitimleri, paraları olan burjuva kadınlar. Ve bu kadınların ağlak hikayeleri. S. P, 35 yaşında, başarılı bir bilmem ne, ama kocasından dayak yiyor. E kardeşim, bu şartlarda dayak yiyorsan, o zaman, sen de o dayağı hak ediyorsun. Bu şartlardaki bir kadının dayak yemesini hazmedemiyorum. Bunun ikinci günü olmaz. Benim dünyamda, hiçbir şey bunun bahanesi değildir. Tek bahanesi aşk ya da tutku olabilir, o zaman o da fanteziye girer. Ben bu kadınları, Urfa’daki zavallı bir köylü kadınıyla aynı kefeye koyamam...
BU ÜLKENİN REHABİLİTASYONA İHTİYACI VAR
Türkiye’nin bir rehabilitasyona ihtiyacı var. Kendini batılı resmi içinde görmek isteyen bir toplum, birdenbire kendisiyle karşılaştı. Ve bu süreç içinde Gül’ün Çankaya’ya çıkmaması gerekiyordu. Ama oldu. Ve travmatik bir etki yaptı. Aşırı paranoya. Sakin, serinkanlı bir tartışma değil. İki taraf da tırmandırıyor. İkisinin de dili çok keskin.
BİZİM EN BÜYÜK İKİLEMİMİZ AKP’Yİ 28 ŞUBAT’A BORÇLU OLMAMIZ
Bana sorarsanız, bizim gibi aydınları zora sokacak bir tek mesele var, o da 28 Şubat. AKP, bugün ılımlı, merkez sağdan liberalleşmiş bir partiyse, 28 Şubat yüzünden oldu. Böyle bir ikilemimiz var. Ben 28 Şubat’a en çok karşı çıkanlardan biriyim. Ama tespitleri namusluca yapmak lazım. "AKP’den korkacak ne var?" diyoruz, "Bu zaten sosyolojik bir süreç" diyoruz ama şunu gözden kaçırıyoruz: Bu seyrin içinde, tabii olmayan bir müdahale oldu. Refah Partisi, askeri darbe yüzünden, daha liberal bir sağ partiye dönüştü. Bu kendiliğinden olmadı, o parti kendi içinde o yenilenmeyi yapamadı, asker yüzünden yaptı. Bunu da kafamızın bir yanında tutalım.
SUUDİ ARABİSTAN KADINLAR İÇİN CEHENNEM
Benim çok dindar bir öğrencim yüksek lisans yapıyordu, derken hac heyetiyle rehber olarak hacca gitti. Dönünce sordum, "Nasıldı gündelik hayat?" "Kadınlar için bir cehennem" dedi. Ben bu yüzden rahatım. Kadınlara inanıyorum. Bu sözünü ettiğim kızcağız da bara gidecek değildi. O bile "Yaşanmaz öyle bir yerde" diyorsa, bu insanların tespitlerine güvenelim. Yaşadığımız ülkeyi öyle felaket bir yere çevirmelerine izin vermeyeceklerini bilelim. Sakin olalım.
HER BAŞÖRTÜLÜYÜ KAPICI SANMAYINYabancı gazetecilere, Türkiye’deki türban meselesini anlatırken halamdan örnek veriyorum. Halam, teyzemi ziyarete gidiyor, kapıda ismi yok. Hemen kapıdaki başörtülü bir kadına "Günsel Hanım nerede oturuyor?" diye soruyor. Kadın da, "Bilmiyorum" diyor. Halam da, "Neden bilmiyorsun, kapıcısın burada" diyor. Kadın da diyor ki. "Ben kapıcı filan değilim, her başörtülü gördüğünüzü kapıcı zannetmeyin!" Buralardan başlıyor sorunumuz, bu muamelelerden... Ama muhafazakarlar da bizi tanımıyor. Onların arasına ilk girdiğimde yadırgadığım şeylerden bir tanesi, muhafazakar kalabalıklar, bizler gibi yaşayanları "dışarlıklı" olarak görüyor. Kendi toplumuna yabancılaşmış ya da bu toplumun zaten parçası olmayan. Onlar da bu muameleyi yapıyorlar. Hatta en akademik olanları bile satır aralarında yapıyor. "Toplumun gerçek iktidarı"ndan söz ediyorlar mesela. Onlar da CHP’yi yok sayıyorlar, CHP’yi beğenmeyebilirler ama yüzde 20 ciddi bir oydur. Hiç oralı değiller. Onlarda da böyle bir hırçınlık var. Yani sadece solun değil, sağın demokrasi tanımı da sakat. Solunki seçkinci, sağınki de otantik. "Bizden biri başa geçerse, bizi yönetirse, sorunlar hallolur..."