‘Tam senin bayılacağın bir otel keşfettim’ diyor Nilgül.
‘Yaaa’ diyorum.
‘Evet’ diyor, ‘Henüz kimsenin bilmediği, gizli sevgililerin gittiği, asla enselenmediği, 7 odalık seksi mi seksi bir şey... Küçük Oteller Kitabı’nda yer almayan... Ulaşması çok da kolay olmayan... Ünü kulaktan kulağa yayılan... Bugüne kadar hiç yazılmamış olan... Bir butik otel...’
‘Bir dakika, bir dakika... Nerede bu?’
‘Faralya’da’
‘Faralya mı? Faralya da neresi!’
‘Faralya, Ölüdeniz’de... Kelebekler Vadisi’nden sonra, Kabak koyundan önce... Uçurumun kenarında insanın aklının uçtuğu bir yer... Üstüne bir de lüks. Öyle tapon, derme çatma odalar getirme gözünün önüne. Gerçi, iyi mi yapıyorum sana söylemekle? Gidersin, yazarsın-mazarsın... Ama yok yazamazsın, şimdi hamilesin ya, ne işin var senin uçurumların dibinde!’
‘Versene sen o otelin telefonunu...’
*
İtiraf ediyorum, ben çok çabuk gaza geliyorum.
Bana mesela ‘Sen hamilesin şunu yapamazsın’ de, ölürüm de yaparım.
Çocukluktan kalma bir şey.
Bana çocukken ‘Basamazsın sen şu çivilere!’ az mı dediler, bastım, 3 tanesi resmen ayak tabanımdan girdi tepesinden çıktı, kafam kadar büyük tatonoz iğneleri yedim. Oradan atlayamazsın dediler, atladım, o ağaca çıkamazsın dediler, çıktım ama inemedim.
Daha bir sürü böyle şey.
Anlayacağınız inadım inat, kıçım 2 kanat!
Nilgül’ün uçurumu mu beni korkutacak?
Gidemezmişim oraya öyle mi? Nah gidemem!
Zaten bu Nilgül Utku’ya gıcığım ben.
Menderes Utku’nun ablası kendisi, bir kere yaşı yok, seneler geçiyor, kadının vücudu gittikçe dirileşiyor, güzelleşiyor; bu da tabii başka kadınların hışmını çekmesi için yeterli oluyor, ama benim ona gıcık olmam başka bir şeyden kaynaklanıyor.
Nerede görse beni, car car car yeniliklerden söz ediyor. Trendsetter işte onun gibi insanlara deniyor. Kadın, hayatı o kadar iyi takip ediyor ki, sen arkasından nal topluyorsun. Al işte uçurum kenarında Oyster Faralya diye bir otelden söz ediyor. Bir de anlatırken, sanki farkında değilmiş gibi bir gazeteciyi, yani beni, en çok tahrik edecek şeyi söylüyor: ‘Henüz hiç yazılmadı!’
*
‘İyi misin?’ diyor sevgilim.
‘Çok iyiyim. Henüz düşmedi bebeğimiz...’ diyorum.
‘Ağzına hayra aç’ diyor, zevzekliğime kızıyor.
‘Sallantı ne onu ne beni rahatsız ediyor, onu söylemeye çalışıyorum...’ diyorum.
‘Miden?’
‘O da iyi’
‘Sen tutturdun bir gece de uçurumun kenarındaki otelde kalalım diye. Ama böyle Camel Trophy gibi bir yolu olduğunu bilseydim...’
‘Yolu boşver... Sen şu manzaraya bak?’ diyorum, hedef şaşırtıyorum.
‘Aşağısı Kelebekler Vadisi mi?’
‘Evet...’
‘Daha ne kadar gideceğiz?’
‘Ben nereden bileyim?’ diyorum, ‘Teorik olarak önce Faralya köyü gelecek, geçtikten sonra da otel...’
*
Ben zaten Oyster Faralya’yı görmeden baştan çıkmıştım.
Var böyle bir şey hayatta.
Bir tür ön sevişme.
Hazırlıyorsun /birine/ bir yere/ bir şeye/ kendini beyninde.
Heyecanlanıyorsun, merak ediyorsun, bir an evvel kavuşmak istiyorsun...
Ne kadar geç o kadar iyi!
Bunun adı ‘hazzı ertelemek.’
Vanilla Sky filminden sonra moda oldu.
Yolu görünce ‘Tamamdır’ diyorum, ‘Bu otel de böyle...’
Bir yerden sonra asfalt bitiyor, doğal toprak yolda zıplamaya başlıyorsun. Gidiyorsun, gidiyorsun, güzelim dağ köyleri arkanda kalıyor, sağ tarafın baştan başa uçurum ve Akdeniz, ikisi de akla ziyan, hafif bir rüzgar esiyor, güneş çapkın çapkın gülümsüyor, sen bir çam ormanına giriyorsun, ama girişinde işaret yok, ne otelin adı ne başka bir şey...
Kıvrıla kıvrıla aşağı doğru gidiyorsun...
Elin sevgilinin elinde...
Sizi temin ederim öylesi daha iyi....
Aklından hangi manyak böyle bir yerde otel açar diye geçiriyorsun!
*
O manyağın adı Mehmet Günel.
Böyle bir yerde bir insanın otel açabilmesi için özel biri olması gerekiyor.
O da öyle zaten.
‘Mülk arazisidir girilmez!’ yazan kapı açılıyor ve Mehmet Günel, dünyanın en şeker İspanyol kokeriyle bizi karşılıyor.
Günel, siyah güneş gözlükleri takan son derece yakışıklı bir adam.
Tabii önce tuhaf geliyor, insanın içine bir şüphe düşüyor: Otelin yakışıklı sahibi, müşteriyi karşılar mı? Neden karşılar? Yakışıklı olmasa da, karşılaması biraz abes mi değil mi? Yoksa otelin sahibi o değil mi?
Valla, sadece 7 odası varsa (biri karısı ve kendisine diğeri de çocuklarına aitse, kaldı mı 5) ve bu işi hobi olarak yapıyorsa, yakışıklı olsun olmasın karşılar!
Çünkü çok aşikar ki böyle bir adam bu işi farklı yapar.
Aslı şudur:
Biz orada bir otele gelen iki müşteri değiliz. Neyiz? Biz Mehmet’lerin Akdeniz’deki evlerine misafirliğe gelen iki sevgiliyiz. Bir oda açmışlar bize, takılıyoruz öyle. Yemek yapmayı seviyorlar, güzel içkiler içiyorlar, içirtiyorlar, hoş konuşuyor, güzel şeyler anlatıyorlar, sabahları kurutulmuş domatesli yumurtalar yapıyorlar, akşamları insanı balıktan bile bıktırıyorlar, adamı öyle güzel doyuruyorlar...
Ama ne var ki, buraya ilk geldiğim anda ilk aklıma gelenler bunlar değildi.
Ben otele ayak basar basmaz odaya bile çıkmadan direkt uçurumun kenarına gittim.
Eğer duygu diye bir şey varsa, insan orada o tepede, onu duyguyu dibine kadar yaşıyor.
Öyle muhteşem bir şey.
Gözlerimi denizin içindeki kayalardan alamadım.
O ne haşmetli bir görüntü öyle.
Eski siyah beyaz İtalyan filmleri geliyor aklıma, Sophia Lauren’li filmler, orada vardır böyle kayalar, köpüklü beyaz dalgalar....