Hatta Türkiye’de ürettiği Gelin Kaynana, bütün dünyaya satıldı. Miami’ye programın danışmanı olarak gidiyor, Amerikalılar Gelin Kaynana’yı izliyor. Aynı şekilde Romanya’da maçlardan sonra en çok izlenen program. Pelin Akat’ın görüntüsü, yaptığı işi yansıtmıyor. Bence. Çünkü röportaja gittiğimde karşımda yumuşak, güzel, alımlı, çok sık giyinmiş, Jaguar’ıyla gelen bir kadın görüyorum. Sonra yaptığı işlere bakıyorum. Aman Allah’ım, müthiş bir televizyon profesyoneli. Programın başarılı olması için yerleri süpürmekten, köfte yoğurmaktan kaçınmayan bir başarı bağımlısı. O, Türkiye’yi reality show’larla tanıştıran kadın...
Acayip bir eleştiri furyası var bu reality show’larla ilgili. İnsanların ahlaki değerlerini, birbirleriyle ilişkilerini, toplumun değer yargılarını, saygı sevgi ölçülerini bozuyor diye. Siz de reality show deyince, akla gelen üç beş isimden birisiniz...- Rica ederim, üç beş isimden biri değil, ilkiyim! Türkiye, ben ve arkadaşlarım sayesinde reality show’larla tanıştı. Biri Bizi Gözetliyor, Ben Evleniyorum, Gelin Kaynana, Super Model, Survivor, Dokun Bana... 7 senede 100’e yakın reality yaptık. BBG evini, bir raslantı sonucu Viyana’da görüp, tutar diye getiren bizzat benim. O format tuttu, daha pek çok tutar dediğim format tuttu, adım da formatöre çıktı. Yarışmacıları da bizzat ben seçerim. Bütün o Ata’lar, Semra Hanım’lar, Edi’ler benim süzgecimden geçti. Bundan utanç duyacak halim de yok, aksine gurur duyuyorum.
İçiniz rahat yani...- Bebekler kadar. Herkesin elinde kumandası var. Beğenmeyen izlemez. Kaldı ki bu tür show’larda yaşananlar, toplumun gerçeği. O "rezalet" diye nitelendirilen şeyler, bizzat hayatın ta kendisi. O programlar bize ayna tutuyor yani. İzlemek de, o programları çekmek de son derece doğal. Ama tabii benim de kesinlikle yapmayacağım reality’ler var...
Mesela?- "Who is my child’s father?" Yani Çocuğumun Babası Kim diye bir program var. Bir anne, çocuğuyla stüdyoda oturuyor, karşılarında da üç baba adayı var. Sunucunun elinde de DNA testinin sonucu. Sunucu ve anne, babanın kim olduğunu biliyor. Ama baba adayları ve çocuk bilmiyor. Çocuk sorular sorarak, babasını bulmaya çalışıyor. Düşünebiliyor musunuz vahşeti? Ölsem böyle bir program yapmam.
Bu alanda inanılmaz bir rekabet var. Her an yeni numaralar. Sinir sisteminiz nasıl dayanıyor?- Bizim hayatımızda bir karne var. Her sabah karneye bakılır. Kim daha yüksek not almış diye. Ve o karne, pek çok insanı hasta etti. Murat Saygı gibi şeker hastası olanlar oldu, insüline başlayanlar, ya da başka rahatsızlıklar geçirenler, sinirden kilo alıp verenler, saçları dökülenler... İnsanı sağlığından edebilir. Ama ben soğukkanlı bir tipim. Yapım öyle. Çabuk paniğe kapılmam, telaşlanmam.
Bu alanda kadınlar öne çıkmaya başladı. Yani kameranın önünde değil, arkasında da kadınlar var artık. Kadın savaşları yaşanmıyor mu?- Valla, yapımcı olarak en çok öne çıkan benim. Çok fazla rakibem yok. Olur inşallah.
ÊSizi yaptığınız işten yargılayanlar var mı?- Yok. Ama anneannem bazen o programı yapma sana yakışmıyor diyor, ben de gülümsüyorum.
ÊSizin Türkiye’de yarattığınız bir format, bütün dünyaya satılıyor: "Size Anne Diyebilir miyim?" Yani gelin-kaynana. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?- Gururluyum. Çok mutlu hissediyorum. Düşünsenize Miami’ye gidiyorsunuz ve satın alan Amerikalılara kendi formatınızı anlatıyorsunuz. Ama tabii tamamı bana ait bir başarı değil, şirketimizin başarısı. Şimdi Romanya’da da başladı. Ve maçlardan sonra en çok izlenen program.
7 sene içinde yaptığınız reality show’ların katılımcıları sizin elemenizden geçmiş. 118 bin 200 kişiyle konuşunca insan kafayı yemez mi?- Hayır niye yesin. Aksine çok öğretici ve faydalı bir şey. Bir program yapmıştık mesela: "Hayat Yeniden Başlıyor." Korkuları olan kadınların hayata yeniden kazandırılması. Tüm ailesini depremde kaybettiği için 5 dakikadan fazla gökyüzünü göremeyince klostrofobi krizi yaşayan bir kadınla karşılaştım mesela. Kocasından ağır dayak yediği için, erkeklerin suratına bakamayan bir başkası... O kadar acı hayat hikayeleri ki. Ama ne yazık ki, bu programda reyting tutmadı, yayından kalktı.
Peki bütün o "Sen yarışmacı ol" diye çeşitli programlara aldığınız o insanlar... Ne oldu onlara?- Zaman zaman arıyorlar. Kandilde, bayramda, doğum günümde mesaj atıyorlar.
Onların başına gelen şeylerden sorumlu hissediyor musunuz kendinizi? Ata mesela?- Ata’yı da, annesi Semra Hanım’ı da ben seçtim. Onlarla konuştuğum an "Tamam" dedim, "Bunlar bizim aradığımız insanlar..."
Neden?- 20 küsur yaşında bir çocuk. Bir yerlerde muhasebecilik yapıyor, "Haftada bir gün iznim var. O gün de saat başı annemi mesaj atıyorum" diyor.
ÊAta’nın ölümünden kendinizi sorumlu hissettiniz mi?- Böyle şeyler söylenmez ama cenazesi İstanbul’a getirilince, her şeyiyle ilgilendim. Bazı şeyler oluyor hayatta, size rağmen oluyor, kader, önüne geçemiyorsunuz. Süper Model diye bir yarışma yaptım. Model olmak isteyen gençler, Neşe Erberk’in ajansına girip, modellik yapacaklar. Yıldırım Mayruk kostümleri hazırlıyor, her şey mükemmel. İki kardeş başvurdu. Bir yaş var aralarında, ikisi de yakışıklı. Biri biraz daha yapılı gerçi, yazın gece kulüplerinin önünde bodyguard’lık yapıyormuş, öbürünün işi yok. Normalde daha yapılı olanı seçmem gerekiyordu. Ama neden bilmiyorum, "İkinizi alamam. Kardeşinin işi yok, bari onu alayım" dedim. Abi de biraz buruk, "Tamam" dedi. Program başladı, bodyguard abi öldü kalpten, çok fena tabii. Ama o çocuk bizim programda ölse ne olacaktı? Yapımcı öldürdü olacaktı. Bazen olacakların önüne geçilemiyor...
Bir de sizin bir programınızda bir kedi ölmüştü...- Ya bir de o hadise var. Almanlar eve pet koymaya karşıymış, ben de neden canım, formatlarını alıyoruz diye her şeyin aynısı yapacak değiliz ya dedim, hem bir sıcaklık olur. Hakikaten hoştu. İlk üç program hiçbir sorun olmadı. Ama sonra küt diye gitti hayvan. Aman Allah’ım yandık, mahvolduk. Bütün hayvan dernekleri ayağa kalktı. Ben ister miyim ölsün? Çok seviyordum Gizmo’yu. Soğukkanlı ben, baygınlık geçirdim, tansiyonum gitti, geldi. Davalar mavalar açıldı, ama hayvana eziyet etmediğimiz anlaşıldı.
Hiç sizi yanıltan biri olmadı mı?- Oldu. Bu kadar insan arasında, bir tek kişi. Önce tamamen normaldi ama sonra BBG evinin içinde bir Fredy’ye dönüştü. Sonra diskalifiye ettik onu.
Nasıl seçiyorsunuz bu insanları?- Renkli karakterler olması lazım. Herkes duygusal olamaz. Herkesin şiir okuduğu bir yer çekilmez olurdu değil mi? Biri duygusal, biri sinirli, bir popülist, biri romantik, biri komik... Her şeyin bir matematiği var. Zaman içinde öğreniyorsunuz.
Siz yaptığınız işi nasıl tanımlıyorsunuz?- Ben yapımcıyım. Dünyada benim yaptığım işin adı executive producer. Ama ben A’dan Z’ye her şeyi yaparım. Yeri süpürürüm, temizlik yaparım, kıyma yoğurur köfte yaparım, dekorasyon için uğraşırım. Yeter ki o program iyi olsun. Canımı vermediğim kalır. Bu kadar ciddiye alırım.
Bu işte sizi iyi kılan özellik ne?
- Önsezilerim kuvvetli. Reality show için doğru insanları seçerim.
Peki hiç hata yapmadınız mı?- Hata değil ama en büyük üzüntüm, Ata’yı ve Gizmo’yu kaybetmiş olmak. Ben de bir anneyim, çok üzüldüm. İkisi de geri gelmez. Yapacak bir şey yok.
Bu televizyon işi zor mu?- E zor. Her iş zor. Ama burada daha kaygan zemin var. Bir de işin kendisi deniz anası gibi. Tutsan tutamazsın. Dokunsan dokunamazsın. Bir tarafı elinde kalır, bir tarafı da yakar. Ama onu zor ve çekilmez yapan şeyler, aynı zamanda baştan çıkarıcı.
AŞK BENİM İÇİN DELİLİK ALAMETİDİR İlk ne zaman aşık oldunuz?- Lisedeyken. Mahalledeki bir çocuğa. Ama resmi olarak boyfriend’im olduğunda, lise sondaydım. İlk onunla öpüştüm. İlk ne zaman seviştiğimi söylemeye niyetim yok.
Aşk, sizin için ne ifade ediyor?- Delilik alameti. Aşk varsa mantık yoktur, onu anlatmaya çalışıyorum. Delirmediğin insana aşık- maşık değilsindir, seviyorsundur. Yaş ilerledikçe tabii, ilişkilerde mantık da arar oluyorsun. O zaman da delirmiyorsun. Huzurlu, sevecen, sakin bir şey yaşıyorsun.
"Evlilik, insanın özgürlüğünü engeller" diye düşünenlerden miydiniz?- Aksine, insanı özgürleştiren bir şey evlilik. Tabii eğer hayallerini paylaşabileceğin biri varsa.
Siz nasıl evlendiniz? Aşk evliliği mi?- Evet ama teklif- meklif olmadı. Yılbaşı partisindeydik. Kendi kendimize yüzük taktık. Birkaç gün sonra da evlendik. Resmen isteme faaliyeti olmadı. Söz, nişan, çikolata, çiçek muhabbeti yoktu.
Tek taşınızı kendiniz mi aldınız?- Hayır, kocam aldı. Yok, aslında o da almadı. Aile yadigarı, büyüklerden kalma kocaman elmas bir yüzük taktı. Ben de o yüzüğü oğlumun karısına takacağım.
Oğlunuzla ilgili en büyük şansınız ne?- İnanılmaz sade bir adamdır benim oğlum. Beşiktaş Koleji’nde okuyordu. O okul, Varol’larındır. Babasının yani. 4. sınıfa kadar orada okudu. Ama kimsenin okuduğu okulun ailesine ait olduğunu bilmesini istemedi. Hep saklanmaya çalıştı.
Ne oldu da çocuğunuzun babasıyla boşandınız?- Doğumdan sonra problemler başladı. Eğer çiftler anlaşamıyorsa, boşanmalılar. Buna yürekten inanıyorum. Çocuğun hatırına aynı evde gergin yaşamak, ona daha çok zarar verir.
Boşandıktan sonra ilişkilerinizi örnek gösterilecek şekilde yakın, sıcak ve arkadaşça tutmayı nasıl başardınız?- O da medeni bir adam, ben de öyleyim. Bir de ikimiz de oğlumuza çok düşkünüz. O sayede iyi ilişkilerimizi sürdürdük. Boşandıktan sonra bile üçümüz Club Med’e tatile gittik. Hálá gidiyoruz. Bu hafta sonu da Antalya’dayız. Hálá flört halindeyiz.
Oğlunuzla yaşadığınız ne türden bir aşk?- Oooooooo. Tarifsiz. Emre, benim için hayatın anlamı.
Ablam kapıcıdan, ben sütçüdenÇocukluğunuzu düşününce aklınıza ne geliyor?
- Koşuyorum...
Nerede koşuyorsunuz?
- Müzede.
Müzede ne işiniz var?
- Ben müzede doğdum. Bursa Arkeoloji Müzesi’nde. Babam müze müdürüydü. Çocukluğum, müzelerde geçti. Başkaları körebeyi, saklambacı sokaklarda oynarken, ben ablamla lahitler ve heykellerin arasında oynuyordum. Maymunla birlikte...
Normal çocukların, kedisi, köpeği olur. Maymun nereden çıktı?
- Bursa Arkeoloji Müzesi, Kültür Parkı’nın içindedir. Orada da bir hayvanat bahçesi vardı. Müdürü, bana bir maymun hediye etti. Adı Naciye’ydi. Hep birlikteyiz, hiç ayrılmıyoruz, sofraya bile birlikte oturuyoruz...
Müzelerden size ne kaldı?
- Renkli bir hayal gücü. Tarih sevgisi. Çini aşkı. Ablam, bu sevgiyi hayatına taşıdı, rehber oldu. Clinton ve Bush’un karısı gibi VIP’ler Türkiye’ye geldiğinde onları gezdiriyor. Ben 8 yaşındayken İstanbul’a taşındık. Yeni evimiz İstanbul Arkeoloji Müzesi oldu. Sonra babam Dolmabahçe Sarayı’na tayin oldu. Oradan İzmir Müzeler Müdürlüğü. İzmir Atatürk Müzesi, İzmir Etnografya Müzesi...
Ya anneniz?
- İngilizce öğretmeni. Ben 11 yaşındayken boşandılar. Annem Galatasaray Lisesi’nde İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı. Biz, ablamla annemizde kaldık.
Babanız şimdi ne yapıyor?
- Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nden emekli oldu. Hayatına Selçuk’ta, yine tarih içinde devam ediyor. Kitap- mitap yazıyor.
İki kız kardeş olmanın, vahşi tarafları var mı?
- Olmaz mı? Müge ile zıt karakterleriz. Onun kalıpları var, benim yok. Benim ak dediğime o kara der. Her şeyimiz farklı, giyim tarzımız, hayat tarzımız. "O kapıcıdan, ben sütçüdenim" diye annemle dalga geçerim. Ama yanlış anlaşılmasın, ablamı çok severim.
Küçükkenki hayaliniz neydi, ne olmak isterdiniz?
- Biraz maymun iştahlıydım. Arkeoloji Müzesi’ndeki defilelerde mankenleri görür, manken olmak isterdim. Müze gezdiren rehberleri görür, rehber olmayı hayal ederdim. Maymunlarla arkadaşlık edince böyle oluyor işte! Bir de oldum olası spora yatkındım. O yüzden hem LCC’de mankenlik kurslarına gittim, hem de Spor Akademisi’nde okudum. Ama asıl eğitimim turizm ve otelcilik. Bunun için Amerika’ya da gittim. Bitmedi, bir de halkla ilişkiler ve reklamcılık var. 8 yıl reklamcılık yaptım. Sonra ver elini televizyon....
Nazar boncuğu takmak zorundayım- Ben güzel bir kadın değilim. Ama spor yapan ve kendine bakmayı seven bir kadınım. Giyinmeyi seviyorum. Marka tutkum da var. Soho’dan bit pazarından da giyinirim, 5. Cadde’deki lüks bir mağazadan da alırım. Kadınlar önüme çok taş koydu. Hep nazar boncuğu takmak zorunda bırakıldım, hálá takarım. Göz önünde olmak böyle bir şeydir.