Ben mesela, "duş deliği"ne, ayak baş parmağımı, hayatta değdiremem.
İmkanı yok.
Ölsem yapamam.
O kadar iğreniyorum.
Duş alırken, bütün ayak parmaklarım duş deliğinden uzak olacak.
Mümkün olduğu kadar uzak...
Sebebi yok.
Takıntı işte.
***
Alya, günün birinde zeytin sevecek ve karşımda yiyecek diye de aklım çıkıyor.
Zeytin severim de...
Zeytin çekirdeği, beni hasta eder.
Dayanamayacağım görüntülerden biri de, odur.
Hele o çekirdeklerin ağızdan çıkarkenki hali.
Aklıma gelince bile fena oluyorum.
En en beğendiğim adam, zeytin yesin karşımda ve mesela o çekirdekleri ağzından eliyle filan çıkarsın, bitmiştir, ona olan arzum kastre edilmiştir.
Hadım edilmiştir, hadım!
Böyle bir hakkım yok, olamaz, kimse için "Zeytin yemesinler!" diyemem, yesinler tabii, ama ben de o masada oturuyorsam, göstere göstere yemesinler. Ve mümkünse, çekirdek ağızlarından çıkarken, elleriyle değil peçeteyle alsınlar ve sarıp yok ediversinler.
Zahmet olacak ama takıntı işte.
***
Leman mesela, 6 senedir birlikteyiz, bütün takıntılarını bilir.
Ben de onunkileri.
O da tırnak düşmanı.
Tırnak dediğin, içi görünecek kadar uzamayacak...
Yasak!
Bakamıyor bile uzun tırnağa.
Uzun tırnakların içinde neler birikebileceği üzerine eşsiz ve sonsuz teorileri, fantezileri var. Uzun tırnaklı birinin pişirdiği bir yemeyi asla yiyemiyor. Yese de hazmedemiyor...
O da başka bir manyak.
Herhalde o yüzden iyi anlaşıyoruz.
Ben tırnak yiyorum ya, o yüzden hiçbir zaman uzamıyorlar, Leman’ın içi rahat oluyor.
Geçenlerde Alya’nın tırnakları bir kesmiş ki, Aman Allah’ım, biraz daha gayret etse çocuk tırnaksız kalacak, o kadar dipten, "Delirdin galiba, bu kadar dipten kesmek iyi değil, canı acır çocuğun" dedim. "Ben de onu, en az senin kadar seviyorum, söylediğin lafa bak" dercesine baktı, ama "Tamam" dedi.
***
Peki Leman’ın kocası Mustafa Bey’e ne demeli?
O da açık su içemiyor.
Mesela biri, pet şişe suyu açtı, bir bardağa koydu içti, şişenin kapağını kapadı, suyun geri kalanı orada duruyor, mis gibi...
Yok, Mustafa Bey onu içemiyor.
Su dediğin, illa sıfır su olacak.
Gıcır gıcır, yepyeni.
Şişeyi o açacak.
Onun da böyle bir su takıntısı var.
***
Ya Sinan?
O da başkasının dokunduğu gazeteyi aforoz ediyor.
Sabahları gazeteleri ilk o eline alacak, dokunacak, sayfalarını çevirecek.
Gazetelere başkası dokunmasın diye, sabahın köründe yataktan fırlayan bir adam o.
Uykusundan bile feragat edebiliyor, sıfır gazete aşkı uğruna...
Neyyire?
Başkasının oturduğu koltuğa oturamıyor, maalesef.
Bir önceki kişinin sandalyede bıraktığı sıcaklığı hissetmek, asabını bozuyor.
O yüzden onların birinin kalktığı koltuğa, mindere, kanepeye, sandalyeye oturabilmesi için belirli bir "soğuma süresi"nin geçmesi gerekiyor.
Muhittin?
Onda da simetri hastalığı var.
Eğri duran tablo mesela, onu hasta ediyor.
İki eli kanda olsa onu düzeltecek, yoksa hayatına devam edemiyor.
Ve tabela okuyor.
Bir yerden bir yere gidiyorsa, yüksek sesle bütün tabelaları okuyor.
Bitmedi, sağda solda atılmış gazete parçaları bulmuşsa da vay haline...
Yırtık, pırtık oraya, buraya atılmış bütün gazete parçalarını toplayıp, toplayıp okuyor.
Böylelikle, geçmişin değişik zamanlarına dair gereksiz bilgi sahibi oluyor!
***
Annemin takıntısına gelince...
Koklamak.
Koklamadan hiçbir şey yiyemiyor Mami.
Ablama da, bana da geçmiş bu.
Manalı manasız her şeyi kokluyoruz.
Millet yiyeceklerin damağıyla tadına bakar, biz burnumuzla...
Burnumuzu sokmadığımız yemek kalmadı.
Böyle giderse takıntılarımdan biri de, takıntı üzerine yazı yazmak olacak.