Soğuk bir Avrupa şehrinde yeni bir aşk

Bir Avrupa şehrinin havaalanından yazıyorum. Yağmur yağıyor. Birazdan İstanbul uçağına bineceğim.

Haberin Devamı

*

Âşık oldum.

Başka bir erkeğe.

Her şey çok hızlı gelişti.

48 saat içinde.

*

Siz orada sıcaktan inlerken...

Ben soğuk bir Avrupa şehrinde, iki gece, üst üste onu izledim, sahne performansını...

(Elif Cemal’le. Evet, Hasan Cemal’in büyük kızı. Ama o kadar yakınlaştık ki, Hasan Cemal, benim için artık Elif’in babası :-) )

Ve büyülendim.

Çok iyi biliyordum ama bu kadarını tahmin edememiştim artık.

O nasıl bir adamdır öyle...

Sahneye çıktığı andan itibaren seni avucuna alıyor, seni yoğuruyor, başka bir şeye dönüştürüyor. Kendini, zamanı, mekânı, her şeyi unutuyorsun.

Artık vedalaştığını zannettiğin isyancı, tekrar içinden çıkıyor.

Onunla birlikte isyan ediyorsun, dünya üzerindeki bütün haksızlıklara...

Zıplıyorsun, tempo tutuyorsun, kafa sallıyorsun, hiçbir şey umrunda olmuyor...

Ruhunu ele geçiren enerji, seni daha sıcak biri yapıyor, kendini seviyorsun, yanındakini seviyorsun, çevreni seviyorsun...

İran’da, Burma’da ölen o hiç tanımadığın insanlara ağlıyorsun...


Bu, onun sesi...

İnsan aklını yitirir, yemin ederim!

Elif’le birbirimize baktık, “Sus, biliyorum” dedi, “İnanılmaz bir şey bu adam!”

Ve bizi gördü... O 35 bin kişi arasında... Düşünebiliyor musunuz, muzipçe gülümsedi, tam önümüzde durdu, “İstanbuuuuul” diye bağırdı ve reverans yaptı...

Böyle bir karizma, böyle bir seksapel, böyle bir sahne performansı yok, görülmemiş!

*

Ama “Âşık bu, hissettiğim!” dediğim an, o an değil...

Dün gündüz buluştuk.

Gölün kenarındaki o otelde.

“Sahnede bir tanrı gibiydin!” diye başladım sohbete, “Sen dün sahnede izlediğim adam mısın?”

Gözlerimin tam içine baktı, çok önemli bir şey söyleyeceğini hissettim.

“Değilim” dedi.

“O kimdi peki?”

“Anlatması zor” dedi, “O gördüğün adam, Tanrı’nın yokluğunda ortaya çıkıyor. Yanlış anlama, Tanrı’nın izniyle çıkıyor. Tanrı, ‘Hadi senin sıran şimdi’ diyor, ortalıktan kayboluyor, o da mikrofonu eline alıyor ve insanlara hizmet ediyor... O, ben değilim yani. O, yalnız sahnede yaşıyor! Ben, sıradan, basit bir adamım. Ta İstanbul’dan o sahnedeki adam için geldin ama maalesef benimle idare etmek zorundasın!”

*

İşte ne olduysa, bu konuşmadan sonra oldu...

Bir sürü şey konuştuk, bir sürü, bir sürü. Hiç aklıma gelmeyen kavramlar düşündürttü.

Şairlerden dizeler okudu.

Ara ara güldürdü:

“Ama itiraf et, kısa bacaklı bir tanrıyım” dedi, “Bacaklarım biraz uzun olsa fena olmazdı değil mi?” dedi.

“Evet biraz daha uzun olabilirmiş!” dedim.

Onu çok sevdim.

Ve ne kadar tuhaf, sanki bin yıldır da tanıyorum.

Ondan ayrıldığım için acı duyuyorum.

Aşk değilse, ne bu?

Deli miyim neyim, bütün Avrupa turnesinde, konser konser peşinden gitmek istiyorum.

En önde kafa sallamak istiyorum.

Dünyadaki bütün haksızlıklara başkaldırmak istiyorum.

Ama benim küçük bir çocuğum ve aşkla bağlı olduğum bir sevgilim var.

Seven-nefret eden okurlarım var, yazmam gereken yazılar, yapmam gereken röportajlar var...

Yine de içimden bir ses “Her şeyi boş ver, takıl adamın peşine” demiyor değil.

“Sahnede giydiği ceketleri taşırsın, getir götür işi yaparsın, bulunur sana bir iş. Git ve onun müziğinin içinde eri...”

*

Kalbimden geçenleri sevgilime de söyledim.

Bizim anlaşmamız öyle.

“Bir gün âşık olursan bana söyle, önce ben bileyim, sonra dünyanın geri kalanı öğrense de umurumda olmaz” demişti.

Dinledi, dinledi.

“Hmmmm biraz kıskandım, hatta birazdan fazla” dedi, “Ama öyle bir adamdan söz ediyorsun ki, ona ben dahil herkes âşık olabilir!”

Sonra, “Konserde, şunları şunları çaldı mı?” diye birtakım şarkı isimleri sıraladı.

“Evet” dedim heyecanla, uzun uzun konseri anlattım, o muhteşem sahneyi, “Bunlar uzaylı uzaylı!” dedirten teknolojiyi...

“İstanbul’a gelince mutlaka gidelim” dedim, “Mutlaka...”

Sonra birden, “Bu adam, karısını aldatmıyordu değil mi? Öyle bir şey okumuştum bir yerlerde” dedi.

“Yooook” dedim, “Ortaokuldan beri aynı kadınla birlikte. Ölüyor, bitiyor karısına. Monogam olmakla da gurur duyuyor. Yanlış anladın beni, benim aşkım platonik...”

Yine de rahatlamamış olacak ki...

“Röportaj sırasında yalnız mıydınız?” dedi.

“Yok hayır” dedim, “Gitarist de vardı...”

“Başka?”

“Başka kimse yoktu. Ne Elif’in ne Francis’in girmesine izin verdiler...”

“Ne kadar sürdü?”

“Bir buçuk saat.”


“Vayyyyy. Bu dünya starları, taş çatlasa 10 dakika röportaj verir diye biliyorum. Adam da seni sevmiş galiba...”

“İnşallah öyledir” dedim.

“Tamam bu kadar gevezelik yeter! Hadi artık evine dön!” dedi.

Yazarın Tüm Yazıları