Paylaş
Sevgilim, 10’uncu evlilik yıldönümümüzde bana sıkı bir numara çekti.
Hani 10 küçük madalyon...
Her birinde bize özel sözcükler, yerler yazılıydı.
SEVGİLİM İÇİN KİM ‘KİM 500 MİLYON İSTER / FOTOGALERİ
İlk gittiğimiz seyahat, ilk öpüştüğümüz yer, evlenme teklif ettiği yer, aile olduğumuz Dubai’deki evin kapı numarası, kızımızın adı, bize özel anları kayda geçiren kelimeler...
Ağla ağla bir hal oldum!
Birlikte geçirdiğimiz 10 yıl -ki hayatımın en güzel 10 yılı- gözümün önünden geçti.
Ve adam, bu minik altın madalyonları, beyaz fenerlerle, kurdelelerle süslenmiş beyaz bir dilek ağacına asmıştı!
Hepsi tek tek zarf içindeydi, hepsinin yanına el yazısıyla o zamanki ve şimdiki duygularını yazmıştı.
Vay ki ne vayyyy!
Yemin ederim, analar ne erkekler doğururmuş dedirtecek bir şeydi!!!
Evlilik yıldönümüne kadar 10 gün boyunca, her gün yeni bir zarf buldum, içinden bir küçük madalyon daha çıktı, hepsini zincire takınca benim için çok özel, paha biçilmez bir kolye oldu.
En sonuncusunu da evlilik yıldönümü gecesi kaldığımız otelde, yastığın altında buldum.
‘To be continued’ yazıyordu.
O kadar incelikli düşünülmüş bir şeydi ki...
Ben eridim, gittim.
*
“Erime Ayşe! Ömer’in doğum günü yaklaşıyor!!! Ekime ne kaldı, bu adam senin için neler yaptı, senin de onu şaşırtman gerekiyor!”
İç sesim bana böyle söylüyor.
“Üzerine yatamazsın, seni çok seviyorum, doğum gününü kutluyorum diye dudağına bir öpücük konduramazsın. Saksıyı çalıştır! Yaratıcı ol! Onu uçuracak bir şeyler yap!”
İnsanın Hande Özcan gibi bir arkadaşı olursa, -bu parti işlerinde üzerine tanımam- bir başlıyorsun, gerisi geliyor...
Hande ve ekibi ‘Doğum Günü Mafyası’nın, ‘Kim 500 Milyar İster?’ diye yarışması var.
Bildiğin televizyon yarışmasını senin hayatına uyguluyorlar.
Numarası şu:
Kendini, birdenbire canlı yayın stüdyosunda buluyorsun.
Davetliler, yani arkadaşların, hepsi izleyici koltuklarında.
Sen de sahnede, spotların altındasın.
Resmen yarışmacısın.
Karşında da bir sunucu var.
Kenan Işık değil ama onun gibi ciddi biri, adı Seyhan.
Etrafta kameralar var, bir canlı yayın stüdyosundan hiçbir eksiği yok. Arkanda dev led ekran. Işıklar, müzik, teknik ekip. Arada ellerinde, ‘alkış’ yazılı pankartlar taşıyan canlı yayın elemanları, orasından burasından sarkan kablolarla koşup duran stüdyo elemanları.
Atmosfer muazzam yani.
Tıpkısının aynısı.
Veeeee sorular başlıyor.
Senin hayatınla ilgili seçmeli sorular, kolaydan kazığa doğru ilerliyor.
Seyirci jokeri, telefon jokeri filan kullanabiliyorsun.
O yarışmada ne varsa hepsi burada da var.
Bu set up beni büyülüyordu.
Hande ve ekibi de acayip iyi yapıyor bunu.
Sevgilime 53 yaş sürprizi olarak bunu uygun bulduk.
25 soruyu hazırladık.
Arada görüntülü sorular da var, küt diye Betûl Mardin’e bağlanılıyor mesela, soru daha önce çekilmiş, VTR olarak yayımlanıyor.
Sorular arasında, hayatta bilemez dediklerim de vardı.
Alya doğduktan sonra şeffaf bir yatağın içinde odaya geldi, o yatağın numarası aşağıdakilerden hangisiydi?
Allah sizi inandırsın bildi, küt diye 210 dedi.
*
Sorular hazır.
Mekân hazır, sunucu hazır.
Fakat Hande demesin mi?
“Oraya bir de sahne kuruyoruz, bayağı tiyatro sahnesi gibi bir şey...”
“Eeee?”
“Birileri dans da edebilir.”
“Kim?”
Birbirimize bakıp aynı anda “Alyaaaaa!” diye bağırıyoruz.
Alya bir ‘sahne canavarı.’
Babası için Devlet Opera ve Balesi başkoreografı Arkın Zirek’le çalışıyor, üç parça hazırlıyor.
O iş tamam.
Sonra o da bizi kesmiyor.
En yakın dört erkek arkadaşına çekine çekine soruyorum: “Kuğu olur musunuz?”
“Nasıl yani!” diyorlar.
“Kuğu Gölü’nün dört kuğusu?”
Hepsi ciddi işadamı, “Ya boş ver!” diyebilirlerdi, “Biri fotoğraf çeker Instagram’a koyar madara oluruz!” demediler...
Onları da Arkın çalıştırdı, ciddi ciddi.
Dandik yapmadılar yani, turneye çıkacak kadar iyilerdi!
Ama inanılmaz komiklerdi.
Kuğuların kostümleri Adana’dan geldi, Mami kaptı getirdi.
Peki sadece yarışma ve iki dans, bizi keser mi?
I ıh...
“Film de yapalım” dedik.
Yaratıcı adam Murat Arlı, işte bu noktada hayatımıza girdi.
İki çok eğlenceli film yaptı.
Biri, Ömer’in hayatını ve kişiliğini anlatan kitap kapakları.
Müthiş esprili ve estetik oldu...
Sonra bütün o kitap kapaklarını büyük bir ciltli kitap olarak bastırdık, onu da yarışma sonunda hediye ettik.
Diğer film, arkadaşlarıyla çekildi, o filmin çekilebilmesi için bir hamburger partisi düzenledik.
Allah’ı var, bütün arkadaşları seferber oldu. Hepsi. Gizli gizli günlerce yazıştık.
“Bu kadar mı?” dedi Hande...
“Bir de” dedim ki “Ömer Müzesi mi yapsak?”
Ona özgü bir sürü obje bulduk. Bebekken mama yediği tabak (Betûl Hanım saklamış), patiği, önlük yakası, karneleri, eski nüfus cüzdanları, bitmiş pasaportları, en sevdiği patlıcan yemeği, küçükken DJ olmak isterdi, DJ aletleri, (Fenerbahçe’siz asla) FB forması, sabahları yemeden evden çıkmadığı yulafı ve müslisi, en sevdiği kitaplar, onu tanımlayan filmler, titizliğini anlatan ütülü gömlekleri, gömleklerinin yakasına koymayı sevdiği balenleri, kol düğmeleri, tıraş fırçası, (o bir ilaç manyağı) ilaçları, yakın gözlüğü, biz onun beyaz boxer’larını çalıyoruz Alya’yla, o da “Genişletiyorsunuz” diye sinirleniyor, onların adı da ‘baba donu’ aramızda, o donlardan bir tane, gençliğinde kullandığı evrak çantası, daha tonla şey...
Hepsinin altında da esprili metinler var.
En komiği de gümüş çerçevede bir fotoğraf, Ömer, sarışın ve her halinden taş ve Rus olduğu anlaşılan bir kadınla sarmaş dolaş, bacaklarına da sarı kafa çocuklar sarılmış. Altında ‘Ömer’in Rusya’daki ailesi’ yazıyor.
Siz de Alya gibi, “Bu ne ya!” diye paniğe kapılmayın!
Buna kısaca photoshop diyoruz.
*
Hazırız!
Artık doğum günü çocuğunu bekliyoruz.
Hedefimiz Ömer’i gözleri bağlı getirmek.
Ahmet Utlu ve Kazım Apa’nın görevi, “Abi, bizi uğraştırma bir yere gideceğiz, sabret!” deyip onu arabaya sokmak ve olay mahalline ulaştırmak.
İşte dâhiyane fikir o anda Emre’den çıkıyor.
Bizim Emre Yunusoğlu diyor ki, “Ömer Abi’yi arkaya oturtsunlar, ben de elimde kamera öne geçeyim. Madem led ekran var. Arabadan canlı yayın yapalım, siz de bizim gelişimizi seyredin!”
Yemin ediyorum oldu!
Teknoloji öyle bir seviyedeki Allah bizi korusun!
Resmen adamın gelişini dev ekrandan takip ettik.
Her şey polisiye bir film gibiydi.
Kucağına bir iPad verdiler. Oradan, karanlık sesli bir kadın konuşmaya başladı: “Şu andan itibaren elimizdesin. Gözün bağlanacak! Sesini çıkarma! Bizi uğraştırma! Ne deniliyorsa yap. Ki hayatta kalabilesin...”
Onun üzerine Ömer’in gözü bağlandı.
Tabii ki bir sürpriz olduğunu anladı, arıza çıkarmadı, keyfini çıkardı.
Mekâna girişi anlı şanlı oldu, alkışlarla karşılandı.
Gözleri açıldığında kendisini bir yarışmacı olarak buldu.
Bu kadarını beklemiyordu herhalde ki; şaşırdı.
Sorulara, sürprizlere, danslara bayıldı. Kuğular ve Alya onu mest etti. Müzeyi görünce de pek bir eğlendi.
Herkes coştu, finalde de sahnede Haldun Dormen’le ‘Lüküs Hayat’ yapıyorduk.
Gerçekten güzel bir geceydi.
Her şeye değdi.
Bankadan kredi almama da!
En müthişi de gecenin bir vakti, birbirimize sarılmış bir haldeyken kulağıma “Seni hak edecek ne yaptım?” demesiydi.
İşte budur!
Bu lafı duymak yeter.
Herkese, emeği geçen bütün arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç bilirim.
Gelecek 20 Ekim’de, yeniden, farklı ve yaratıcı bir fikirle buluşmak dileğiyle.
Ömer’e eylemlerimiz devam edecek!
Paylaş