Paylaş
Bu albümün hiti ‘İyileşiyorum’ insanı çok yakalan bir şarkı. Farkı nerede?
- Aslında hepimizin yaşadığı, bildiği bir şeyi anlatıyor. Bence sıradan bir duyguyu, sıradan olmayan bir şekilde ifade etmek, bu yüzyılın en değerli şeyi...
Ooooo ne güzel bir laf bu!
- Hepimiz benzer şeyler yaşıyoruz, benzer acılar çekiyoruz. Konumlarımız, yaşlarımız, hikâyelerimiz farklı olsa da netice aynı. Yaşadığımız hiçbir şey, sadece bize özel değil. Aslında bir yanıyla çok sıradan olanı, sıradan olmayan cümlelerle anlatabiliyorsan tamamdır. İnsanlara değebiliyorsun. Bu şarkı öyle işte.
Kendi ayakları üzerinde duran bir kadının aşk acısı ve iyileşme çabası…
- Evet, birey olmayı becerebilmiş bir kadın. Kendisini üzen bir ilişkiyi bitiriyor ama içinde hâlâ acısını taşıyor. Minik minik yalanlar söylüyor kendine. Hepimiz öyle yapmaz mıyız? Aştık, bitirdik zannederiz. Nah!
Şehirli kadınlara mı ithaf bu şarkı?
- Biraz öyle. Ben şehir kadınlarının çok zor bir hayat sürdürdüklerine inanıyorum. Özellikle de ‘plaza kadınları’nın, kurumsal şirketlerdeki ‘beyaz yakalı kadınlar’ın. Hem kariyerlerini hem de özel hayatlarını idare etmeye çalışıyorlar.
Şarkı ne tavsiye ediyor?
- “Kendi savaşını kendin vereceksin” diyor. Kimsenin yardımını beklemeden. Aşk acısı, o kadar etkili bir şey ki, darmadağın ediyor insanı.
Sözlerin Sezen’e ait olması bir tesadüf mü sence?
- Değil. Olur mu? Daha dinler dinlemez, “İnanılmaz!” dedim. Sezen’in stüdyosu genç müzisyenlerle dolup taşıyor. Bu şarkıyı da onlardan biriyle, Turan Sarıbay’la birlikte yazmış.
Bu albümün aynı zamanda prodüktörüsün...
- Evet, ikinci kez kendi albümümün prodüktörü oldum. Prodüktörlük ve şarkıcılık bambaşka iki şey. İkisini birden olmaya çalışmak en zoru. Şarkıcı olarak duygusal bağ kuruyorsun. Prodüktör olaraksa “Bu satar mı?” gibi sorulara yanıt arıyorsun. Farklı bir göz geliştirmen gerekiyor. Beni mesela kendi halime bırakırsan, olmadık şeyler de üretirim. Çünkü müzisyenim ve sokaktaki insanla beğenim farklı. Ama onlarla iletişim kurmak için esniyorum; onlarla, onların da esneyeceği bir yerde buluşmaya çalışıyorum. Bu da bir prodüktörün görevi. Şarkıcının böyle dertleri yok. Mustafa Ceceli’yle iyi bir ikili olduğumuzu düşünüyorum. Güzel bir iş çıkardık ortaya. Bakalım dinleyenler de sevecek mi?
Önce yeteneğe aşık oldum hep
Gelelim senin ilişkileri nasıl değerlendirdiğine…
- Bence biz, hayal ettiğimiz insana âşık oluyoruz. Gerçeğine değil, kafamızdakine. Sonra o gürül gürül aşk, sakinleşiyor, perde kalkıyor ve “Eyvah!” diyoruz, “Bu adam, benim âşık olduğum adam değil!” Her şey zaten ondan sonra başlıyor. Eğer o insanı, her haliyle sevebiliyorsan, değiştirmeye çalışmadan karşılıklı bir şey kurabiliyorsan, o yaşadığın ilişki kalıcı aşk oluyor. Belki çok klasik olacak ama çok da emek vermek gerekiyor. Yoksa yürümüyor.
DEMİR’LE 16 YIL
Sizin Demir’le maşallah 16 yıl oldu…
- Evet, iki defa evlendim, boşandım. İlk evliliğim iyi bir tecrübe değildi, çok gençtim. 22’ydim. Boğaziçi’nde öğrenciydi. Tiyatrocuydu. ‘Godot’u Beklerken’i oynuyordu. Sahnede gördüğüm haline âşık oldum...
Ailen itiraz etmedi mi, “Ne evlenmesi! Çok erken!” demedi mi...
- Aslında bir sürü şey demeye çalıştılar ama yürüdüm gittim. Biraz da kolitimi kullandım. Üç yıl evli kalabildik. Sonra Levent’le birlikte olduk, altı sene de onunla evli kaldım. Ardından Demir, 16 yıl.
Sadece üç adam mı oldu hayatında!
- Yok canım. Hiç kötü değilim o konuda, bayağı çapkındım.
Hangi ara? Levent’le Demir arası mı?
- Ayol ilkokulda başladım! İlk sevgilim Osman. Benim gözüm çok açıktı. Çok severdim flört etmeyi. Konservatuvarda da çok sevgilim oldu. Önce çaldığı enstrümanı görüyordum. İyi çalıyorsa âşık oluyordum, sonra ardındaki adamı görüyordum. Fena değilse, devam ediyordu. Önce yeteneğe âşık oldum hep.
KAFAMI DEĞİŞTİRDİM
Peki ayrılıklarını nasıl yaşadın?
- Levent’le çok acıklıydı. Karı kocadan çıkmış, kardeşe bağlamıştık. Ve bir gün, aynı evde, iki sevgiliymişiz gibi yapmanın büyük bir yalan olduğunu anladığımızda, dost olarak ayrılmanın acısını yaşadık. Birbirimizi bir daha görmeyeceğimizi düşünüp sabahlara kadar sarılıp ağladık...
Görüşüyor musunuz peki?
- Çok değil ama o en yakın dostum çünkü en acı günlerimde yanımdaydı.
Artık hastalığınla sorunların bitti değil mi?
- Allah’a şükür! 20 yıl sürdü ama bitti. Şimdi başka bir kadınım. Tamamen kafayı değiştirdim. Hayatı farklı algılıyorum. Beni üzen, beni hasta eden özelliklerimi yok etmeseydim, mide ülseri de olurdum, Allah korusun kanser de! Yani sadece beslenme biçimini değiştirmen, spor yapman filan yetmiyor, kafayı da değiştirmek gerek. Ben eski Sertab olsaydım, mesela bu albüm esnasında üç-beş kere hastaneye yatmıştım. “Ay bu albüm biter mi?” “Bu şarkı iyi mi?” “Doğru söyleyebildim mi?” Sürekli komplo teorileriyle yaşayan bir kadındım. Sonunda bütün kontrolün bizde olmadığı ve kendimizi hayatın akışına bırakmamız gerektiğini anladım. Hâlâ otuz bin tane yanlış vardır bu albümde ama artık kabulleniyorum. “Elimden geleni yaptım” diyorum, diyebiliyorum. Altı ay sözlerini yazamadığım şarkı oldu. Hep şöyle dedim: “Üzülme yazacaksın. Zamanı gelecek.” Geldi, yazdım.
Peki kafa nasıl değişiyor?
- O da kolay olmuyor. Herkesin bir eşiği var, o eşiği gerçekten zorlayan bir şey yaşaman gerekiyor. Ya ölümle burun buruna gelmen ya da ağır bir kayıp yaşaman... Ben bayağı ölümden döndüm. Gittim, geldim. Gittiğim yerde de neler neler gördüm…
IŞIĞA UÇTUM
Dalga mı geçiyorsun?
- Yok valla. Işığa doğru uçmalar, altımda sonsuz çiçekler. Ben oksijen tüpüne bağlı haldeyken ailem pek mutlu değilmiş ama ne yalan söyleyeyim ben mutluydum. Öyle bir saatim var Amerikan Hastanesi’nde kendimi bilmeden yattığım…
‘Ölüme yakın deneyim’lerde genellikle insanlar bir tünelden geçiyorlar, ışıklar görüyorlar. Öyle bir şey mi?
- Nasıl anlatacağımı bilmiyorum, yeryüzünde görülmemiş güzellikle bir ışığın parladığı bir kaynak düşün. Nereden geldiği belli değil. Işıl ışıl. Müthiş huzurlu hissediyorsun kendini ve ona doğru uçuyorsun. Altında da bakmaya bile kıyamayacağın rengârenk çiçekler...
Sonra?
- Uyandım. Ve bir yerlere gidip geri geldiğimi anladığımda, kafamı değiştirdim. Artık pek çok şey umurumda değil. Başka bir insanım.
Hayatım roman olacak
Mehmet Gündem’le bir kitaba başladık. Ona hayatımı anlatıyorum. Derinlerde ne varsa çıkıyor. O kadar zormuş ki. Bayağı psikoloğa gitmek gibi. Yılın sonunda bitirmeyi planlıyoruz. Hayat felsefemi içine koymak istiyorum. Söyleşi gibi yapıyoruz ama Mehmet onu roman gibi yazacak.
Benim sivriliklerim de bunlar
Sokaklarda seni makyajsız da görüyorum. Herkesin bildiği biri olarak makyajsız dolaşmak, seni korkutmuyor mu? “Benim bir imajım var, koruyayım” derdin
yok mu?
- Yok valla. Ben en pespaye dolaşan şarkıcılardan biriyim. Arada bir de yakalanıyorum gazetecilere. “Salak” diyorum kendime, “Gene çıktın böyle!” Gözlük takma âdetim de yok. Geçen gün yine o haldeydim, üzerimde eski bir eşofman, saçlar perişan, neredeyse terlikle çıkacaktım sokağa, o kadar felaket...
Nasıl oluyor?
- Bilmiyorum. Bir sürü özelliğim normal, belki benim sivriliklerim de bunlar! Yemin ederim kimin ne düşündüğü umurumda bile değil.
Çirkin ama seksi
Dost Grubu Meclisi’ne devam mı?
- Evet. Öyle bir arkadaş grubumuz var, bir araya geliyoruz ve o akşam bilmediğimiz bir şeyleri öğreniyoruz. Ya da bazı kavramları tartışıyoruz, geçen akşam ‘Ugly But Sexy’yi tartıştık... Çirkin ama seksi. Ya da bazı akşamlar, konusunda uzman birini ağırlıyoruz, bazen bir sosyolog, bazen bir tarihçi, bazen bir ressam. O bize, bilmediğimiz ama öğrenmek istediğimiz şeyleri anlatıyor. Kendi aramızda sunumlar yapıyoruz, ben yapıyorum, abim yapıyor. Ben insanı geliştiren ilişkileri seviyorum.
Elif Şafak’ın yeni kitabını müzikal yapıyoruz
Bir aralar Bodrum vardı, yaz-kış orada yaşıyordunuz. Kapattınız mı orayı?
- Hayır ama yurt dışındaki projeyle deli gibi uğraştığımız için hiçbir yere gidemedik. Bu hafta sonu gidiyoruz.
Yurt dışındaki proje nedir?
- Brodway müzikali gibi bir şey yapıyoruz. 2015 Nisan’da sizi Londra’daki oyunumuza bekleyeceğiz. Elif Şafak, Demir ve ben ayrıntılı olarak anlatacağız bunu sonra.
Elif de mi işin içinde?
- Evet. Elif’in kitabı çünkü. Aşk üzerine... Müthiş bir şey oluyor, Demir’le ikimiz müzikalini yazıyoruz.
Kızlar, Demir’e “Bir geceden bir şey olmaz!” diyorlarmış
Demir senin çok ‘cool’ olduğunu söyledi. “Kıskandığını bile belli etmez” dedi.
- Kıskanç değilim. Kendine güvenemeyen insanlar kıskanç. Ben neyime güveniyorum bilmiyorum ama kimseyi bunaltmam. Çok seviyorsam ve karar vermişsem, karşımdakiyle iletişim kurmaya çalışırım. Demir’le de ilişkimiz böyle. Onu kendime çekmek yerine, ona doğru gidiyorum. Ve gerçekten değiştirmek istemiyorum. Çünkü zaten yok öyle bir şey, kimse biri için değişmiyor, kendisi isterse değişiyor.
16 yıl uzun bir süre. Sence başarı mı bu?
- Bence öyle. Bununla da gurur duyuyorum. En az kariyerimdeki başarılar kadar, unutulmayan albümlerim kadar, Eurovisyon’da birinci olmam kadar. Ben böyle değerlendiriyorum. Birlikte çok şey ürettik, hâlâ üretiyoruz. Şu anda da dünyaya bir proje yapıyoruz. İki yıl sonra tamamlanmış olacak. Ama hayatta, sadece hedefler yok, bunun ötesinde bir de o hedeflere ulaşmaya çalışırken yaşadığınız süreç var. Sadece sonuca odaklı bir hayat yaşanmaz. O süreçte mutlu musun? Hayat sadece iş değil, kariyer değil, sanat değil. Kocaman bir zaman dilimi. Benim bu zaman diliminde, ‘başarı’ dediğim şey de ne kadar doğru ilişkiler kurduğum ve mutlu olup olmadığım. Benim başarı tanımım bu, âşık olduğum adamla, annemle, babamla, dostlarımla, doğayla doğru iletişim kurabilmek.
KİMSEYİ BU KADAR SEVEMEM
Allah göstermesin Demir’le biterse, yeniden bir ilişkiye girecek gücün var mı?
- Pek zannetmiyorum. Bir başkasını bir daha bu kadar çok sevebileceğimi de…
Hissettiriyor musun buna ona?
- Çok. Biz birlikte geliştik. 16 yılın sırrı bu. Birlikte öğrendik, birlikte büyüdük. Ve birbirimizi acıtmadan deşebiliyoruz. Birlikte derinleşebiliyoruz.
Eve kapanıp sadece yoga yaptığınız bir dönem de varmış…
- Ya sorma. Üstelik iki yıl. Bu da normal değil. Tayland’lara gittik, meditasyon yaptık, kafayı yedik. Hayatta dengeyi bulmak gerekiyor.
Adam güzel bir adam. Bir sürü de kadın hayranı vardır...
- Var! Kızlar, “Bir geceden bir şey olmaz!” diyormuş. “Sertab da kalsın, onu seviyoruz ama boş ver şimdi onu.” Gülerek anlatıyor. Çok rock’n roll bir adamdır Demir. Aslında onu nasıl elimde tutabildiğimi bilmiyorum. Belki kaçamakları da oldu ama bu saatten sonra beni hiç ilgilendirmiyor. Şu anda çok dürüst olduğumuzu biliyorum. Olmayan da bu galiba günümüz ilişkilerinde: Dürüstlük. Birçok arkadaşım var. Daimi olarak birilerini arıyorlar. Buluyorlar, olmuyor. Çünkü dürüstlük eksik. Herkes olmadığı adam ve kadın gibi davranıyor. Sonuç: Ağır bir yalnızlık.
Kök hücre tedavisi yüzümde mucize yarattı
Geçen röportajda, “Yüzün nasıl bu kadar iyi?” diye sorduğumda, kök hücre tedavisinden söz etmiştin. “Nerede yaptırmış, nasıl yaptırmış, kaç para?” diye sormayan kalmadı! Hadi anlat…
- Beş yıldır gittiğim bir güzellik merkezi var. Kök hücre, yüzüme uygulanan tedavinin sadece bir bölümü. Burada iki cihaz daha var: Polaris ve TiteFX. Artık arkadaş oldum onlarla…
Ne fayda sağlıyor?
- Basit işlemler ama çok etkili. Polaris’in yaptığı şey, cilt altındaki kolajen dokuyu tedavi etmek. Ve kolajen sayısının azalmasını engellemek.
KULAĞIMIN ARKASINDAN DOKU ALDILAR
Nasıl engelliyor?
- Radyo frekansıyla. Kolajenlere, “Uyumayın! Uyanın, canlanın” diyor. Bir tür tetikleme yöntemi. Cilt sıkılaşıyor. TiteFX’e gelince, o da cilt altındaki yapışmış hücreleri açıyor, yüzümüzdeki o çökmeler, çizgiler, elastikiyet kaybı azalıyor. Hatta yok oluyor.
Sen bayağı bu konuda bir uzman gibisin!
- Değilim ama 32 yaşından beri yüzüme önem veriyorum, şu anda 48’im, e epey zaman geçmiş, öğrendim tabii, ne iyi geliyor, ne gelmiyor. Eminim bir sürü başka cilt canlandırma yöntemleri de vardır ama bana bunlar çok iyi geldi. İçeriden gerilmiş gibi oluyorum.
Bunun dışında yüzünde botoks, dolgu filan yok mu?
- Alnımın ortasında botoks var çünkü o çizgiyi yok ettirmezsem endişeli bir ifadem oluyor. Ama onun dışında yok. İğneli bir şey yaptırmama gerek kalmadı. Bu ikisi yetiyor, bir de kök hücre...
Hadi onu anlat…
- O, henüz Türkiye’de yok. Almanya’da yaptırıyorum. Daha doğrusu şöyle: Buranın sahiplerinden Yasemin’le çok arkadaş olduk. Ona Wired dergisinde yayınlanan bir makaleyi gösterdim, “Bak” dedim Almanya’da Heidelberg Üniversitesi’nde böyle bir şey yapılıyormuş. Sağ olsun o da meraklı, yazıştı, çizişti onlarla. Randevu verdiler, kalktık gittik.
Eeee?
- Kulağımın arkasından doku aldılar. Güneş görmeyen ve vücutta en canlı kalan yer orasıymış. En bebek, en hasar görmemiş hücreyi orada bulabiliyorlarmış. Sonra onu ayrıştırarak, o aldıkları hücrenin, en en en’ini buluyorlar. Ve çoğaltıyorlar. 900 milyon tane oluyor. Üç ay sürüyor bu. Üç ay sonra, “Hazır” diyorlar, atlayıp gidiyorsun, nerene istiyorsan minik minik enjekte ediyorlar. Yüzle sınırlı değil yani, kollar bacaklar, göğüs dekoltesi, nerede sorunun varsa... Ben yüzüme yaptırdım.
Vayyyy…
- Evet Almanya’nın en prestijli üniversitelerinden biri. Uzay üssü gibi laboratuvarı var. Benden sonra yine burası aracı oldu, 12 kişi daha yaptırdı.
PAHALI AMA İNANILMAZ FAYDASINI GÖRDÜM
Fiyat?
- Haaa işte maalesef pahalı. Çünkü dünyada çok çok yeni bir teknoloji, yayıldıkça ucuzlayacak. Şimdi 14-15 bin Euro. Fakat inanılmaz faydasını gördüm. Zaman içinde cildin bebek cildi gibi pembe pembe olmaya başlıyor. Dokuz ayda cildin yenileniyor. Benjamin Button etkisi gibi bir şey.
Korkmuyor musun?
- Abim de bunu soruyor. Korkmuyorum. Bir de botoksta ya da dolguda olduğu gibi ifaden değişmiyor.
Sonra bir daha ne zaman yaptıracaksın?
- Kök hücre yenilendikten sonra beş-altı yıl gidiyormuş. Üniversitede duruyor, ihtiyaç duyduğumda tekrar yaptıracağım. Yeniden doku almalarına gerek yok. Bir de kremler var.
O nedir?
- Bana özel yapılmış krem kullanıyorum. Yine aynı üniversitede yapılıyor.
Bu yüzyılın gerçeği marketing
Ne zaman senden söz edilse, abin Serdar’la birlikte bir çete olduğunuz söylenir. Birtakım başka isimler de sayılır. Ve her şeyin ‘proje’ olarak değerlendirildiği, hiçbir şeyin samimi olmadığı... Ne bu sence? Kıskançlık mı?
- Bilmiyorum. Ama günümüzde gerçekten ‘ekip’ olmak gerekiyor. Tek başına bir şey yapamazsın ki bu çağda. İyi bir menajerin, iyi bir marketing’cin, iyi bir PR’cın, iyi bir publisher’ın olması gerek. Bu, bir fabrika. Kızıyorlar ama böyle olmadığın müddetçe büyüyemiyorsun. ‘Music business’ deniyor, bu bir ‘müzik işi’. Bayağı iş. Kafanın çok iyi çalışması lazım. Ben bir iş kadınıyım. Böyle bakmak lazım. İşi iyi idare edemezsem, doğru insanları ekibime alamazsam büyüyemem.
İyi de bu, işin sahiciliğini yok etmiyor mu?
- Hayır hem sahici olacaksın hem de çok iyi bir ekibin olacak. Çeten yani! Ama şunu tartışmıyorum bile: Ürünün iyiliği Allah’ın emri! Her şart altında ürün şahane olacak. O bir zorunluluk. Ürünün iyi değilse, CD’in iyi değilse, şarkı sözlerin iyi değilse, üzerine milyon dolar harcasan da bir halt olmaz. Fakat ürünün sağlam, ekibin yok. Söyler misin nereden duyacaklar senin ne kadar başarılı olduğunu? Arkamızdan dedikodu yapanlar bu yüzyılın gerçeğinin farkında değil: ‘Marketting!
Kafam çalışmamaya başlayınca veganlıktan vazgeçtim
Vegan beslenmeye devam mı?
- Artık vegan değilim. Çok çok ciddiye alınması gereken bir beslenme türü. Biz beceremedik. 20 yıldır vegan olan sporcular var. Ama onlara kim bilir kimler bakıyor, birtakım filizleri evlerinde kendileri üretiyorlar, sonra onların suyunu sıkıyorlar, içiyorlar. Biz öyle şeyler yapamıyorduk. Sonunda baktım ki, kafam çalışmamaya başladı. Reglim bozuldu. Tahlillerimde bir sürü şey, eksik çıkmaya başladı. Artık balık yiyorum. Arada bir et de…
Paylaş