Bir tarafı Rumeli bir tarafı Çerkez bir Osmanlı ailesi. Kuzguncuk’ta bir yalıda yaşıyorlar, altında kayıkhanesi. İnci Çayırlı bu ailenin kız çocuğu. Babası ile Boğaz’da balık tutuyor.
Gözler babadan. Anne ile baba ayrılıyor, İnci Çayırlı babada kalıyor. Büyük dayı, ünlü bestekar Fahri Kopuz. Onun teşvikiyle müziğe başlıyor. Önce tango, sonra Türk Sanat Müziği. Konservatuvar eğitimi alıyor. Sadi Yaver Ataman’ın asistanı oluyor. İstanbul Radyosu’na giriyor. Münir Nurettin Selçuk korosunda uzun yıllar çalışıyor. İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Türk Müziği İcra Heyeti’nde şef yardımcısı olarak görev yapıyor. Yurtiçinde ve yurtdışında pek çok konser veriyor. Bir gün eve, biri geliyor, bir gazino patronu, elinde bir bavul, için para dolu bir bavul. Sahneye çıkmasını teklif ediyor. İnci Çayırlı bavula bakıyor, bakıyor, reddediyor. Kendisi için seçtiği yol bu değil, assolist olmayacak. 1977 yılında İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyeliği yapmaya başlıyor. 1990 yılında Kültür Bakanlığı Bursa Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun kurucu şefliğine getiriliyor, 1995 yılında istifa ediyor. 18 Mart 2007’de de Show TV de yayınlanan Şarkı Söylemek Lazım isimli yarışmada jüri üyesi olarak görev yapıyor. Tamamlayamıyor.Kendi isteğiyle ayrılıyor...
Jüri üyesi olmayı kabul ettiğiniz anda aklınızdan geçen neydi?
- Son derece iyi duygular içindeydim.
Hiç mi sizi tedirgin eden bir şey yoktu?
- Yoktu valla. Programın orijinalini izledim, makul geldi, diğer jüri üyelerine baktım. Erol, Fuat, Olcayto, Eyşan. Hepsini severim. Gazeteci olarak da Mesut Yar. "Tamam" dedim, "Jüri ideal. Sevdiğim, saydığım dostlar. E bir de musiki olayı..."
Peki ama benzer programlardaki jüri kavgaları, yarışmacı-jüri atışmaları, çekişmeleri, medyanın jüri aleyhtarlığı... Bu tür tereddütler yaşamadınız mı?
- Ne yalan söyleyeyim, yaşamadım. Belki de televizyon seyreden biri değilim o yüzden. Bu dünyaya yabancıyım. "Bu tür programların doğası budur" filan diyorlar, ben bunları bilecek seviyede bir televizyon izleyicisi değildim, Buzda Dans’a bir kaç kez baktım o kadar. Haliyle, aklıma olumsuz hiçbir şey gelmedi.
Para cazip gelmiş olabilir mi mesela?
- Hayır efendim. Öyle bir şey olsaydı, çok daha evvelden paraya yönelirdim. Benim parayla işim hiç olmadı.
Peki, yeniden hatırlanmak, ortalıkta olmak, görünmek...
- Haşa! Bakın, ben 54 yıldır bu camianın içindeyim, böyle dertlerim de olmadı. Her şeyden önce hırslı bir insan değilim. Bilenler bilir, tam tersine korunaklı bir hayat sürdürmeye özellikle gayret ettim. Gazinolarda assolist olmayı bile reddetmiş biriyim.
İyi güzel de, madem öyle birisiniz, o zaman neden bu programa çıkmayı kabul ettiniz?
- Bilemedim. Saflık deyin, aymazlık deyin, ne derseniz deyin, işin bu noktalara varacağını, her şeyin bu kadar vahşileşeceğini bilemedim, tahmin edemedim. Bazıları, bazı yerlerin insanı değildir, ben de değilmişim. Hata yaptım. Ait olmadığım suda yüzmeye çalıştım.
Bakın şimdi 26 Mayıs’ta bir Anma Geceniz var. Bu yarışmaya o geceye faydası olur diye katılmış olabilir misiniz?
- Sanırım kibarca, reytingi kendi çıkarım için kullanıp kullanmadığımı soruyorsunuz. Bakın, ben televizyonsuz zamanların insanıyım. İnsanlar benim yüzümü görmediler bile. Sadece sesimi duydular, ona rağmen sevdiler, saydılar. Benim reytingle işim olmaz. Hiçbir zaman olmadı. Jüri olmayı kabul etme sebebim ne para kazanmak, ne reyting almak ne da anma gecemin reklamını yapmaktı. Biz o geceyi düzenlemeyi karar verdiğimizde, daha ortalıkta Şarkı Söylemek Lazım diye bir program yoktu. Ben sadece hayatıma yeni bir soluk girsin, yeni bir pencere açılsın istedim. Meğer yanlış pencereymiş. Ben reytingi başka bir şey zannediyormuşum.
Nasıl yani?
- Gördüğüm kadarıyla, televizyonda insanların dikkatini çekebilmenin bir bedeli var. O bedeli adama ödetiyorlar mutlaka. Ya bir kavganın parçası olacaksın, ya bir itiş kakışın, bir skandalın. Başka türlü ilgiyi yakalamak mümkün değil. Bugerçekle karşılaşınca üzüldüm.
TORUNUMDAN BİLE KÜÇÜK
Oray Eğin’le tanışıklığınız var mıydı?
- Hayır. Ne duydum, ne okudum, adını bile bilmiyordum...
Geçen Pazar, "Ben bilseydim Oray Bey’in bu jüride olacağını, bu programa katılmazdım gelmezdim" dediniz...
- Evet dedim. Bu meslekte, 54 senem bitti, bu süre zarfında, bana bu genç beyefendi kadar saygısızca davranan başka biri hiç olmadı. Ama benim tercihim değildi, bilinmesini istedim. Bir de bana alkış almak için demagoji yapıyorsunuz diyor, gençlere hiç saygınız yok diyor. Ben mi saygısızım? Yüzlerce talebe yetiştirdim, büyük küçük herkese saygılı davranmakla tanınırım. Ve talebelerim beni çok severler, övünerek söyleyebilirim...
Peki bu çekişme ne zaman neden başladı?
- Ta en başından böyle olacağı belliydi...
Nasıl yani?
- Bazı insanlar birbirlerini iter, herkes herkesten hoşlanmak zorunda değil. Bize de öyle oldu. Oray Eğin’le daha birbirimizi görür görmez elektriğimiz tutmadı. "Benden nefret ediyorsunuz, değil mi?" dedi, ilk lafı bu oldu. Ben de güldüm. Nefret etmek için bile, bir şeyler hissetmek lazım...
Sizinle tartışmaya başladığı zaman aklınızdan neler geçti?
- Herkes herkesle tartışabilir, bu konuda söyleyecek sözüm yok. Ama tartışmanın da bir adabı vardır. Düşünsenize, benim torunumdan bile küçük. Benim yetiştiğim dünyada kural şudur: İnsanlar birbirlerini sevmek zorunda değiller ama birbirlerini saymak zorundalar. Torununuzdan bile küçük biri, elleri cebinde, laubali bir biçimde önünüzden geçerse, siz ne yaparsınız? Vermez misiniz notunuzu? Saygısızlığın mazereti olmaz.
Peki, hiç aklınızdan, "Tamam çocuk saygısız ama doğru söylüyor!" diye bir şey geçmedi mi?
- Eğrileri doğrularını azalttı. Sonunda da yok etti...
Bir an geldi, fark ettiniz ki dilinin kemiği yok. Neden tartışmaya girdiniz?
- Çünkü herkesin kendine ait değerleri var. Ben sevdiğim, saydığım insanlara, Münir Nurettin Selçuk hocalara dil uzatılmasına müsaade etmem. Kimsenin haddi değildir. "Amma ciddiye alıyorsunuz. Bütün bunlar bir oyun. Alt tarafı bir şov programı, eğleniyoruz işte" açıklamaları da, durumun vahametini değiştirmez.
Siz onun gibi düşünmeyebilirsiniz ama cevap vermek zorunda mıydınız?
- Öyle demeyin. Sonunda Erol bile delirdi. Orada insan sükûnetini kaybedebiliyor. Şimdi anlıyorum neden televizyon için vahşi bir ortam dediklerini. Oradaki elektrik öyle bir şeydi. Hepimize bulaştı. Ama ben "Yanlış yerdeyim, burada olmamam lazım, ayrılıyorum bu programdan" deyince halk beni korudu, onu dışladı, hatta yuhaladı...
Oooooooooo! Bu kanaate nereden vardınız?
- Yaşadıklarımdan. Sokakta yürüyemiyorum artık. O kadar. İnanılmaz bir destek. İnsanların beni sevdiğini bilirdim ama bu kadarını rüyamda görsem inanmazdım. En az 150 kişi aradı. Mesajların ardı arkası kesilmiyor. Tanıyanlar, tanımayanlar, numaramı oradan buradan bulanlar, sokakta çevirenler, alnımdan öpenler, tebrik edenler...
Ama Oray Eğin’i de haklı bulanlar var...
- Onun gibi düşünenler de vardır tabii. Ama yanlış yoldalar. İnsanları aşağılamanın, küçümsemenin, yerine dibine batırmanın, hakaret etmenin, zekalarıyla alay etmenin haklı bir yanı olamaz.
Devletin sanatçı payesini bol keseden dağıtmasını daha önce de eleştirenler olmuştu...
- Sürekli "Kenan Evren verdi, Kenan Evren verdi" diyor, ben o sıfatı Süleyman Bey’den aldım. Ayrıca halkın gerçek sanatçı kimdir, kim değildiri bildiğine de inanıyorum. Yani benim için önemli olan devletin resmi takdiri değil, halkın ne düşündüğü. O sıfata ben talip olmadım, verdiler, iftiharla aldım. Devlet sanatçılığı kavramı tartışılabilir, hiç itirazım yok ama bana saygısızlık yapmasına var.
Bu halkın takdiri meselesinin altını fazlaca çizmiş olabilir misiniz?
- Ben bulunduğum yere, reytingle gelmedim. Reytinle İnci Çayırlı olmadım ben. Binlerce kez, halkın önünde sınava çıktım ve her defasında başarıyla geçtim.
Geri dönmeyecek misiniz?
- Hayır.
Fevri bir karar mı, üzerine düşündünüz mü?
- Düşünmez olur muyum? Çok ısrar edildi "Yapma, etme, kal" dendi. Ama benim için bitmiştir.
Peki ya halktan baskı gelirse "Devam edin!" diye.
- Tam tersine. İnsanlar bıraktığım için çok memnunlar. Geçen akşam Sakıp Sabancı’nın anısına bir gece düzenlendi. Kendimi methetmekten hoşlanmam, ama yemin ediyorum, belki 600 kişi vardı, hepsi tek tek karşıma geçip beni tebrik etti. Güler Sabancı, Üzeyir Garih’in eşi Lili Garih artık saymaya gerek yok, daha birçok insan, destek verdi. "Niye bıraktın?" diyen bir Allah’ın kulu bile çıkmadı.