Her ne kadar böyle söylüyorsa da, hangi sosyete dergisini açsanız, onun fotoğrafıyla karşılaşıyorsunuz. Ve bu aralar her dergi, Dr. Palmer’a atfen onun güzelliğinden söz ediyor. Siren Ertan...
Tam olarak mesleği nedir, çözebilmiş değilim. Her şeyden biraz yapıyor galiba. Ama bir Haute Couture atölyesi var, gördüm, gerçekten güzel ve zevkli döşenmiş. Diktiği kıyafetler de öyle. Giydiği kıyafetler de. Benim bu röportajı yapmamın sebebi, bu aralar herkesin parmağıyla onu göstermesi.
Kendinize baktığınızda ne görüyorsunuz?
- Ne bileyim, Siren’i görüyorum. 33 yıldır aynı surata bakıyorum. 33 yıldır aynı şekilde yaşıyorum. Hayatım Sinderella masalı filan değil. Ben de zaten köyden indim şehire değilim. Ama gel de insanlara anlat...
Sizce Siren Ertan’ın ağırlık merkezi, güzellikte mi yetenekte mi?
- Kesinlikle yetenekte. Çok az insan vardır, bu kadar hırpalandığı halde, benim gibi yoluna devam edebilsin, hálá ayakta durabilsin. Ben haftanın 6 günü günde en az 10 saat çalışıyorum. Benim sosyetik ve güzel olmaktan başka vasıflarım da var.
Zor olsa gerek sadece sosyetik ve güzel olarak anılmak...
- Zor tabii. Hayatta canımı bir tek çaresizlik acıtır. Atılan iftiralar yüzünden çok çaresiz kaldım. Bütün dünya ile uğraşamayacak kadar küçük bir kızım ben. Büyük paraları ve büyük soyadları olan ailelerle uğraşamam. Tek suçum, arkamda bir dayanağımın olmaması.
Yuva kurmayı da bundan mı istiyorsunuz, arkanızda bir dayanağınız olsun diye mi?
- Belki de. Göstermem ama bir yerlere birilerine ait olmaya çok meraklıyım ben. Köpeğime de çok bağlıyım...
AKLIMI YİTİRECEĞİME BAŞROL OYNAYAYIM DEDİM
Nasıl oldu da bu tasarım olaylarına daldınız?
- Aileden gelen bir yetenek ve göz var. Halam ressamdır, babam da makine ressamı. Ben de üniversitede tekstil tasarımı okudum.
Nerede?
- 9 Eylül, Güzel Sanatlar. 6 sene okudum. Sonunda ‘Bu okul bitmez’ dedim, ayrıldım. Önce bir mobilya dekorasyon mağazasında çalıştım, orada çalışırken Mustafa Taviloğlu’yla tanıştım, onun iş teklifiyle İstanbul’a geldim. Bu arada hep kendi kıyafetlerimi yapıyor, yaptırıyordum. Çevrem ‘Bize de, bize de’ dedi. Baktım, kendi atölyem olmadan işler tam istediğim gibi olmayacak, bismillah dedim, kurdum...
Parasal destek?
- Nasıl yani parasal destek? Ben hep para kazandım.
Böyle bir atölyeye sahip olmak için bir finansör gerekmiyor mu?
- Burayı kurarken tabii ki erkek arkadaşım Gökhan yardım etmiştir ama eşyaların hepsi benim bekar evimden eşyalarım.
Yani Gökhan Çarmıklı olmasaydı da bir yol bulurdunuz...
- Tabii. Ne olacak canım, 20 bin dolar. En kötü ihtimalle bankadan kredi alırdım. Ya da arabam, motosikletim, mücevherlerim var. Birini satardım. Hep sattım zaten. Boşandığım zaman Sait Koç’a avuçla saat ve mücevher sattım.
Rahatsız olmazsınız yani gidip satmaktan...
- Alırken iyi de satarken mi kötü? Hiç olmam. Birine borçlu ya da gebe kalacağıma iki tane mücevherim eksik olsun!
Bir dolu genç tasarımcı var ortalıkta, ‘Onlar iş bulamazken ben buluyorum’ diye suçluluk duyuyor musunuz?
- Hayır. Ben de kolay sahip olmadım ki bunlara. Çok çalıştım.
Siz kendinize tasarımcı diyor musunuz?
- Demek istemiyorum aslında. Modacı da demek istemiyorum. Evet tasarım yapıyorum, modacı olarak da adlandırabilirim kendimi. Ama sanki o zaman yıllarını bu işlere vermiş insanlara saygısızlık ederim. Yıldırım Bey’e, Barbaros’a, Cemil İpekçi’ye, Canan Hanım’a. Benim kartvizitimde Siren Ertan, İstanbul yazıyor. O kadar. Başka bir şey yazmasına da gerek yok. Ben pek çok şey yapabilirim.
Mesela?
- Mesela oyunculuk yaptım. Gökhan’la ilişkimiz yeni başlamıştı. Sorunlarımız vardı, aklımı yitireceğime başrol oynayayım dedim, hem para da kazanırım...
BAZI ŞEYLER DOĞUŞTAN VAR YA DA YOK
Zorlasaydınız iyi bir oyuncu olur muydunuz?
- Bu konuda otorite olan herkes olacağımı söyledi.
Maşallah çok güveniyorsunuz kendinize!
- Evet.
Her konuda...
- Evet.
Dolap da dizayn etmeye başlamışsınız...
- Neden olmasın ki? Bir elbisenin ölçülerini benden daha iyi kim bilebilir? Satın alınan her evin gardıropları değiştirilir, biz bunu önlemeye çalışıyoruz. Incity’ciler bir tasarımcıyla çalışmak istemişler, beni seçmişler. Beni seçtikleri için özür mü dileyeyim yani!
Tasarım yapıyorsunuz, bina giydiriyorsunuz, kadın giydiriyorsunuz, ev dekore ediyorsunuz, dizi film çeviriyorsunuz. E peki nasıl oluyor? Siz de kendinize ‘Oha!’ demiyor musunuz?
- Demiyorum. Daha neler yapabilirim bir bilseniz! Bakın, bazı şeyler doğuştan var ya da yok. Bende var. Bir de kendimi geliştirmek için çok çalıştım. Antika kurslarına bile gittim. Daha ne olsun?
Şu hayatta istediğim her şeyi yapıyorum bence kıskanılacak tek tarafım bu
Her ne kadar sizin bir katkınız yoksa da Türkiye’nin en güzeli seçilmenizin size bir zararı oldu mu?
- Yani şu sosyetik ve güzel sıfatından kurtulmak için eşşek kadar çalıştım. Ama yine haftalardır sadece güzellik meselesiyle manşetlerdeyim. Bu bana hakaret gibi bir şey.
Hak ettiğinizi düşünüyor musunuz?
- Adam Türkiye’nin en güzeli demiyor ki, kendine göre matematiksel bir yüz formülü var, benim yüzüme uygulamış ve gösterilen fotoğraflar içinde en yüksek puanı bana vermiş.
Sevindiniz mi?
- Ne bileyim. Güldük geçtik. Kız arkadaşlarım ‘Naber yüze 100?’ diye telefon açtılar. Gökhan’ı tebrik ettiler filan. Ama sonradan öyle bir üzerime gelindi ki, sanki memlekette bundan daha önemli bir mesele yok. Köşe yazılarına konu oldum.
Sizce neden bu kadar çok düşmanınız var?
- Onlara sormalı. Benim dışımda gelişen şeyler.
Neden pek çok insan sizin işe yaramaz, avantadan para yiyen bir kadın olduğunuzu düşünüyor?
- Buna ne diyebilirim ki? Benim kadar çalışan biri yok. Gökhan, bana bakamayacak adam mı ki, ben bu kadar çalışıyorum. İstesem, bakar yani. Ya da başka bir erkek.
- Tabii ki gerekmiyor. Söylenenleri çok aptalca buluyorum, onu anlatmaya çalışıyorum. Benim eski kocam da zengindi. Ve bir istediğimi iki etmeden, alan bir adamdı. O zaman niye ondan boşanmak için bu kadar yırtındım? Demek ki ben, para düşkünü değilim. Ben açtım boşanma davasını.
Ben hálá niye her şey sizin başınıza geliyor, neden bütün iftiralar size atılıyor anlayamadım...
- Bakın, ben dolu dolu yaşıyorum. Ve şu hayatta istediğim her şeyi yapıyorum. Canım ne isterse. Bence kıskanılacak tek tarafım bu. Yoksa bir dolu insan benden daha zengin olabilir, benden daha güzel de olabilirler. Ama bende herkeste olmayan bir şey var: Cesaret. Mutsuz evlilikleri olanlar statü ve para uğruna kocalarından boşanamıyorlar. Düzen bozulmasın diye. Benim gözüm kara, bir dakika bile düşünmedim. Eski kocamla 14 ay evli kaldık, 13 ayını boşanmaya çalışmakla geçirdim...
ÜVEY ANNELER BABALAR VE KARDEŞLER GÖRDÜM
Nasıl bir çocukluk sizinki?
- Güzel bir çocukluk. Gerçi annem ve babam 4 yaşından beri ayrı. Üvey anneler, babalar ve üvey kardeşler gördüm...
Kaç tane?
- Çok. Ama ilgisiz ve sevgisiz büyüdüm demiyorum...
Güzel ama zor bir çocukluk o zaman?
- Belki. Ama mutsuz bir çocukluk değil. Tek bir sorunum vardı, hiçbir zaman eşyalarım bir arada olmadı. Yarısı annemin evinde, yarısı babamın evinde. Bir sırt çantam vardı, sürekli oradan oraya giderdim. Ben bir evde olurdum, oyuncaklarım öteki evde.
Anne- baba kaç kere evlendi?
- Onlar hakkında çok konuşmak istemiyorum. Onların özel hayatı. İlişkilerimiz de çok iyi. Zannetmesinler ki, onları suçluyorum. Babamın 5., annemin 3. evliliği. Annemin ben dahil 2, babamın ben dahil 3 çocuğu var. Hepsi erkek, hepsiyle çok yakınım, hatta bir tanesi benimle yaşıyor. Herkes yaşadığım hayat konusunda fikir yürütüyor. Öyle ya da böyle başarılı olduğum konuşuluyor. Oysa, ben hep başarısız olduğumu düşünürüm. Çünkü hayatımdaki tek hırsım bir yuvamın olması...
Şimdi yok mu?
- Tam anlamıyla var sayılmaz. Gökhan’la dört yıldır beraberiz, 2. yılın sonunda, ‘Madem hálá istediğim şeye sahip değilim o zaman bari iş kadını olayım dedim...’
Türkçesi, ‘Madem adam benimle evlenmiyor o zaman bir işyeri açayım ya da ona açtırayım...’?
- Yok hayır.
DAVETLERİNE KATILAYIM DİYE YALVARIYORLAR
Türkiye sizi bir de olmayan ülkenin, olmayan davetine koştur koştur giden kadın olarak tanıyor...
- O, eski eşime gelen bir davetiyeydi. Ben davetiyeyi görmedim. Eski eşim, ‘Herhalde bunlar bizim İzi’nin akrabası, gidelim’ dedi. Öyle gittik. Hatta oradan Şebnem Çapa’nın doğum gününe davetliydik. ‘5 dakika uğrar, oradan Şebnem’e kaçarız’ dedik. Gittik. Meğer, Aktüel Dergisi’nin komplosuymuş...
O davet için özel kıyafetler diktirmişsiniz.
- Yok canım.
Şimdi utançla mı hatırlıyorsunuz o geceyi?
- Hayır. Niye öyle hatırlayayım? Herkesin başına gelebilir.
Gelmez! Olmayan bir ülkenin davetinde benim işim ne? Niye gideyim...
- Öyle insanlara sordum ki, şu an isimlerini versem şok olursunuz, akşam böyle bir şeye gidiyoruz dedim, bir tek Allah’ın kulu ‘Ayol öyle bir ülke yok, sizinle dalga geçiyorlar!’ demedi. Benden bilmem kaç yaş büyük ve kültürlü olduğunu iddia eden insanlar...
Onların bilmemesi sizin durumunuzun gülünç olmasını değiştirmiyor. Peki karı koca bilmediğiniz bir davete niye gidiyorsunuz?
- Bir şey Kohen diye yazıyordu davetiyenin üstünde. Eski kocamın o soyadda ahbapları vardı, onlar zannettik. Bu arada Aktüel’e dava açtım ve kazandım. 8 davam daha var. Açar, kazanırım ben.
Ne davası bunlar? Tazminat mı?
- Ne bileyim. Avukata veriyorum. Açıyor bir şeyler.
İyi de hangi haberlerden dolayı dava açıyorsunuz?
- Bir habere göre boşanma nedenim patronumla olan ilişkimmiş! Patronum 60 yaşında. Boşadığım kocamdan daha yaşlı, daha çirkin ve daha az zengin! Hem de başkasının kocası... Aptalca bir şeydi. Onu da kazandım.
Adı sizinle ilişkiye karışan bu kişi ne dedi?
- Karısı mahkemede bana tanıklık yaptı: ‘Siren bizim kızımızdır, böyle şey olur mu?’ diye. Hakkımdaki iftiraları anlatmaya kalksam, 5 saat filan sürer.
Bütün bunları neden uyduruyorlar....
- Gazetelerde benim resmim güzel çıkıyor diye yalandan haber yapıyorlar.
SİZDEN BEKLENEN ONLAR İÇİN REKLAM OLMANIZ
Davetler çok mu önemli?
- Bir yerlere davet edildiğim için, herhalde utanmayacağım! Davete gitmek de utanılacak bir şey değil. Eşinizin, dostunuzun sizden tek beklediği onları onore etmeniz. Onlar için reklam olmanız.
Nasıl yani? Siz başkalarına reklam mı oluyorsunuz?
- Neden olmayayım? Eşim, dostum onlar benim. Bugün ben onlarınkine giderim haber olurum, yarın onlar benimkine gelir haber olur. Bütün dünyada işler böyle yürüyor. Vakıflarda da böyle yürüyor. Wall Street’te de. İş hayatı böyle...
Davetten davete koşmanız iş kaynaklı yani.
- Siz bana ne kadar davetiye geliyor biliyor musunuz! Ben yüzde 10’una ancak gidiyorumdur. Çok rica ediyorlar, hatta yalvarıyorlar katılayım diye....
Sürekli bakımlı olmak zor bir şey değil mi? Bir davete giderken sabahtan mı başlıyorsunuz süslenmeye...
- Hayır. Ben her zaman arabada makyaj yaparım. Ne olacak? Üç dakika. Kılık kıyafet, benim işim. O da üç dakika sürer! Neticede hem iş hayatı böyle yürüyor hem özel hayat. Söyler misiniz, arkadaşım Gülay’ın MOS davetine mi gitmeyeyim? Tiffany’nin davetine mi? Yoksa müşterim Nursen Gündüz’ün davetine mi? Anlıyor musunuz? Ya benim eşim dostum ya Gökhan’ın eşi, dostu, akrabası. Ya da iş ilişkimiz var. Gitmemiz gerekiyor.
Sizi iki kişi daha az beğense ölür müsünüz? Sevgilinizle gözlerden uzak yaşayamaz mısınız?
- Biz zaten öyle yaşıyoruz.
Hadi be!
- Benim fotoğrafım sizin daha çok dikkatinizi çekiyor. Siz zannediyorsunuz ki, herkesten daha çok gidiyorum, oysa öyle bir şey yok. Herkes kadar gidiyorum. Bazen bir ay hiçbir şey yoktur, ama bir anda üst üste olur. Akşam mesela Ayfer’in sergisi var. Gitmemem söz konusu değil...
KALBİNİ NE FETHEDER!
En çok parayı nereye harcarsınız?
- Ayakkabı ve çantaya. Çünkü onları kendim yapamıyorum. Bir de kalitelisini severim. Ucuz pantolon ve tişört giyerim. Ucuz ayakkabı ve çanta? Asla.
Bir adam size ayakkabı ya da çanta mı alırsa mutlu olursunuz? Soru şu: Kalbinizi ne fetheder? ‘Bir kitapla bile kalbimi fetheder’ demeyin de...