Paylaş
Uyuyamıyorduk, sevişemiyorduk.
Çünkü Alya, hayatımıza el koymuştu.
Birbirimize sarılabilmek için bile, küçük canavardan izin almamız gerekiyordu.
Kızım bir süredir beni kimse ile paylaş- mak istemiyor. Özellikle de babasıyla. Bizi birlikte görünce, "Baba sen git" diyor.
"Nereye?" diye sorarsa da...
Cevabı hazır: "Markete!
Ama saat gecenin 4 buçuğu imiş, ne önemi var.
İnanılmaz tatlı, inanılmaz şeker...
Ama her dakika ensemde. Bir an bile peşimi bırakmıyor. Gecenin bir saatinde baskın yapıyor, yatak odamıza giriyor, yata- ğımıza tırmanıyor. Küçücük eliyle omzuma vuruyor: "Anne, Alya'nın odasında yılan var!"
El ele tutuşuyoruz, odasına yılanı yakalamaya gidiyoruz. Işıkları açınca. "A aaaa yılan kaçmış!" diyor. Kendisinden üçüncü şahıs olarak söz ediyor.
"Ama Alya korktu... Annenin odasında uyuyacak..."
Bu durum, bir yandan acayip hoşuma gi- diyor, bir yandan da hayatımı zorlaştırıyor. Gündüz ayakta uyuyan bir kadına dönüşü- yorum. Buna son vermenin yolları var tabii ama ben kıyamıyorum.
Eskiden vah vah derdim, "Çocuğumuz aramızda yatıyor!" diyenlere.
Büyük konuşmamak gerekiyormuş.
Biz de o haldeyiz bu aralar.
İşte o yüzden kaçtık Amalfi'ye.
Önce Roma, sonra Napoli...
O neşeli görüntü bizi coşturuyor. Bir telaş, bir koşuşturma, kalabalık, insanlar birbirini itiyor, kuyruğun sonu başı yok, sıcakkanlı insanlar... İşte Akdeniz!
Sen kavga ediyorlar zannediyorsun, yooo onlar sohbet ediyorlar. Mış. Gürültücü tipler. Bana, bizi hatırlatıyor. Biz Türkler de böyleyiz. İtalyanlara çok benziyoruz. Ama konuşurken elimizi kolumuzu onlar kadar çok kullanmıyoruz. Napoli'de birinin kolunu tutsan, konuşamaz...
Dubai'de bu tür hareketli görüntülere uzağız. Akdeniz'de herkes kuvvetli bir kişilik, herkes inisiyatif kullanıyor, Dubai'de ise tam tersine, kurallarla yaşanıyor.
"İşte bu ya!" diyoruz, Napoli'de kendimizi buluyoruz.
Kural tanımazların arasında...
Ve şişmanların arasında...
Aman Allah'ım sıfır beden hiç uğramamış buralara. Bütün kadınların poposu muhteşem. Büyük ve geniş demek istiyorum. Herkes boğazına düşkün. Birden acayip hoşuma gidiyor.
Bir tek sigara sinir.
Herkes püfür püfür içiyor.
Bize çok tanıdık gelen görüntüler var...
Ama Napoli'ye güzel bir şehir diyebilmem mümkün değil.
Ara sokaklarda ve binaların arkasında çamaşırlar sallanıyor, ki çok severim rüzgarda uçuşan gömlek kollarını, pantolon paçalarını...
Balkonlarda beyaz baba atletli adamlar var...
Hep panjurlu evler...
Kendimizi limana atıyoruz ve Procida'ya gitmek için bilet alıyoruz.
Procida, İtalyanların rağbet ettiği bir ada. Turist yok. Otantik, bozulmadan kalmış. İstanbul ve Heybeliada ilişkisi var Napoli ile Procida arasında. İtalyanların sayfiye adası. Araba yasak. Vapura ya da deniz otobüsüne binip gidiyorsu- nuz. Bir ucundan diğer ucuna 4 km. İnsanda uyanan ilk duygu: "Burası gerçek bir yer." Öyle havalı, minimalist kafeler filan yok. Eski usul ka- feler var, sırtını duvara verip, oturuyorsun. So- ğuk bir bira ya da şarap içiyorsun, zeytin yiyor- sun. Hayat önünden ağır ağır akıp gidiyor. Zaten bir süre sonra adadaki bir sürü esnafı tanıyorsun, kasabın şişman karısı, marketteki esmer flörtçü kasiyer, hatta onlarla selamlaşıyorsun.
Çok iyi yemeği olan restoranlar var, genellikle aileler işletiyor. Zaten o bölgede bir yeri aile işletmiyorsa, ondan hayır gelmez. En kıymetli tanımlamalardan biri, bir aile işletmesi.
Bu adanın bir de balıkçı limanı var, arkada. Talented Mr Ripley ve Il Postino filmleri orada çekilmiş. İşte orada mini minnacık bir otelde kal- dık. 14 odası var, aylar önceden yer ayıracaksın. Lüks bir otel değil ama muhteşem bir manzara... Procida'da Vespa kiralamak hayatı müthiş eğlenceli hale getiriyor. Ama ne özgürlük... 2 gün boyunca bütün adayı turladık. Oturup şarap içmediğimiz kafe bar kalmadı. Bütün lokantalardaki vongole'leri de yedik. Bol bol seviştik. Ve artık vedalaşma zamanı geldi...
İkinci durak Positano...
Napoli'ye gidiyorsanız görmeniz gereken bir- kaç yer var, Pompei'yi göreceksiniz, Vezüv'e çıkacaksınız. Biz Pompei'yi görmekle yetindik, Vezüv'e de çıkmadık. Enerjimizi başka şeylere sakladık! Napoli'den araba kiraladık ve Positano'ya uzandık.
Yıllardır Amalfi Sahili diye duyarım, "Nedir ulan bizim sahillerimizden farkı?" diye de düşünürüm. Fark yok, bizim güneyimiz de İtalya'nın güneyi de çok güzel. Amalfi, kayalık dağlardan oluşuyor. Ve onların üzerinde minik minik kasabalar var. Üflesen denize düşecekmiş gibi duran, uçurumun dibinde köyler, kasabalar, evler... Hangi manyak oraya ev yapar diyorsun ama yapmışlar. İşte bu köyleri, birbirine virajlı virajlı yollar bağlıyor. Her virajdan sonra, "Bu sefer karşıma ne çıkacak?" diyorsun, yine harikulade bir manzara...
Hani görsel şölen derler ya, ondan.
Sorrento'da yemek yedik ve yolumuza devam ettik. Sonunda da geldik Positano'ya. Uçurumun dibinde bir köy. Ama çok popüler bir köy. Hatta, tüm bu sahile adını veren Amalfi köyünden bile daha popüler...
Köyün tam ortasında geniş basamaklı merdivenlerle çıkılan bir katedral var. Ve her tarafta limonlar. Amalfi uçurumlarında yetişen limonlar, bugüne kadar gördüğüm limonlara hiç benzemiyor, inanılmaz büyükler. Dev, dev! Üretilen limonçellolar da hiçbir şeye benzemiyor. Zaten icat edildiği yer burası...
Positano'da kuzey, güney, doğu, batı yok. Sadece aşağısı ve yukarısı var. Yani merdivenleri kullanmayacaksan, herhangi bir yere ulaşmak için epey bir dönmem gerekiyor. Ama görmeden de ölünmemesi gereken bir yer...
Rivayet o ki, New York'ta 3. Cadde'de daha çok Positanolu varmış, çünkü 19. yüzyılın sonunda toptan oraya gitmişler...
Ben "Hayatta kaldığım en güzel oteller" diye bir liste yapıyorum beynimde. Peru Cusco'da Hotel Monasterio, Maldiv'de Banyan Tree, Bali'de AmanKila, sevgilimin bana evlenme teklif ettiği Dubai'deki Al Maha, Como'daki Villa d'Este ve şimdi de Positono'daki Hotel Le Sirenuse...
Öyle böyle bir yer değil burası...
Yine bir aile oteli. Aman Allah'ım, otelin her ayrıntısı ile ayrıca uğraşmışlar. Hani yepyeni, gıcır gıcır, jilet gibi binalar vardır. Müthiştir ama içinde Phillipe Starck'lar bile olsa yaşanmışlığı yoktur, dolayısıyla ruhu da... Bir de birbiri ardına gelen bir kaç kuşağın yaşadığı binalar vardır, her tarafından yaşanmış- lık akar, canlı bir ruh fışkırır, görgü fışkırır...
Sirenus öyle bir otel işte. Pahalı. Ama değiyor. Birkaç günlüğüne kendinizi Marcello Mastroianni ya da Sophia Lauren gibi hissediyorsunuz...
Tabii ki gençlikleri...
Biz de öyle hissettik... (Sığmadı, Amalfi, Capri, Ravello pazartesiye...)
MERAKLISINA HAMİŞ: Biz Positano'da arabamızdan kurtulduk. Çünkü hataymış. Eğer Amalfi'deki kasabaları gezmek istiyorsanız, arabaya gerek yok. Taksiyle gidin, Allah'ın dağında düz yer olmadığından park etmek için servet ödüyorsunuz...
MERAKLISINA HAMİŞ 2: Daha önceki bütün seyahatlerde olduğu gibi, bunda da danışmanımız Jules Verne'den Yonca Ertem'di. Lütfen sorularınızı bana değil ona sorun: Yonca.Ertem@julesverne.com.tr Size bir tatil albümü yaptım... Ne sizi ne beni kesti. Fotoğraf güzel ama yazının yerini tutmuyor. "Amalfi'yi daha detaylı anlat" diye bir dolu mail geldi. Alın öyleyse... Positano uçurumları
Paylaş