Paylaş
Türkiye’nin en renkli işadamlarından biri. Ve bence en renkli işadamı olma hikayelerinden biri. Bir genç adam düşünün, askerliği yeni bitmiş, yapayalnız. Ailesiyle çevresiyle, dava arkadaşlarıyla bağlantıları kopmuş ve kendine soruyor: "Ben şimdi ne yapacağım?" diye. Ve işte kariyerini, bu laf üzerine kuruyor. Şu anda el atmadığı iş alanı yok gibi. İlaç sektöründen hastaneciliğe, tarımdan inşaata kadar birçok alanda yatırımları var. 20 sivil toplum kuruluşuna üye. 10’unda yönetim kurulu üyesi. Başta TÜSİAD, İKSV, TESEV, TEGEV olmak üzere. İstanbul Modern’in de ana sponsoru ve yönetim kurulu başkanlarından. En sevdiğim özelliği mütevazılığı, espri gücü ve insana yakınlığı. 20 kilo daha zayıf olsa, Alain Delon gibi bir şey olurdu ben size söyleyeyim ve peşinden gitmeyecek kadın olmazdı!
Peygamber soyundan geldiğinizi öğrendiğinizde kaç yaşındaydınız?
- Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum ama küçüktüm...
Korunaklı mı büyütüldünüz? "Soğuk su içme evladım, sen peygamber soyundan geldin" mi diyorlardı? Peygamber soyuna zarar gelmesin diye, sırtınıza tülbent filan mı koyuyorlardı?
- Yok hayır. Çok geniş bir aile, tek tek bireylerle ilgilenecek zamanları yok. Aşiret değil, toprak sahibi değil, olağanüstü zengin de değil ama Güneydoğu’da çok sevilen, sayılan ve sözü dinlenen bir aile. Bunun farkında olarak büyüyorsun. Bir sürü de akraban var. 80 çocuk aynı sofrada aynı anda yemek yiyoruz...
O niye?
- Çünkü 1500 kişilik bir aileyiz ve hep beraber yaşıyoruz. Konaklar, evler yan yana. Sofra hazırlanır herkes toplanır, hızlı yiyen tok kalkar. Yavaş yiyen, aç kalır. O yüzden hızlı yemek yerim. Hanım kızar. "Niye böyle?" der. Öyle işte.
Sadece anne-baba-çocuk olduğunuz zamanlar...
- O yok işte, çünkü çekirdek aile yok bizde. Bizim ev, birbirine bitişik dört bloktan oluşuyordu. Her blok dört katlıydı. Her katta da 5- 6 oda vardı. Bir odada anne-baba, diğer odada amcalar, yengeler, halalar. Her odadan biri çıkardı...
Eğlenceli bir yaşam mı?
- Evet. Hiç canın sıkılmıyor, sürekli bir hareket var ama özelin de olmuyor.
Çocukluktan kalan kareler? Biri, bu birlikte yenen yemekler... Başka?
- O ooooo, bir sürü kare var. Ben 300 yıllık süreci, çocukluğuna sığdırmış bir adamım...
O nasıl oluyor?
- Şöyle oluyor: İlkokul 3’e kadar köyde yaşadım. Sonra kasabaya geldik, ortaokulu orada bitirdim. Sonra Siirt’e liseye geldim, şehir yani. Daha sonra da İstanbul’a üniversite okumaya gittim, büyükşehir. Köy ve kent süreci 300 yıllık bir süreç ama ben onu çocukluğuma sığdırdım...
Kültür şokunu hangi arada yaşadınız?
- Her aşamasında yaşadım...
Ne hayaller kurardınız küçükken?
- Oldum olası hayalciydim. Şimdi de öyleyim, hálá uçarım, beni ayaklarımdan tutarlar. Üniversitedeyken sonsuz uyum dünyasını ve toplumsal eşitliği gerçekleştirmeyi hayal ederdim. Ortaokuldayken de doktor olmayı. Kar yağdığı için 6 gün yollar kapanırdı ve doğum yapan kadınlar hastaneye yetişemezdi, kızaklarda ölürdü. Babam da doktor olmamı istiyordu. Ama ona kızdığım için işletme fakültesine yazıldım. Bizim orada kimse işletmenin ne olduğunu bilmiyordu. Babam dahil. "Ne olacak oğlun?" dediklerinde, "Ya orman ya da otobüs işletmecisi" diyormuş.
500 yıl önce Mısır’dan yöre halkını Müslümanlaştırmak için gelen misyoner bir ailenin lideri, önderi olmak gibi hayalleriniz yok muydu?
- Benim yoktu. Ama sanırım babamın, benim için böyle hain planları vardı. Belki de bu yüzden beni üniversiteye gönderdi. 15 köy içinden ilk üniversiteye giden benim. Beni okusun, ailesine ve çevresine faydalı olsun diye İstanbul’a gönderdi. Ben Marksist oldum.
Nasıl etki yarattı bir peygamber soyundan gelen birinin sosyalist olması?
- Babam küstü bana, 8 yıl konuşmadı. Sırf bu yüzden iki kardeşimi okutmadı. "Abileri komünist oldu, bunlar kim bilir ne olur, gitmeyecekler bir yere" dedi. Şu anda birlikte çalışıyoruz gerçi. Biri ilaç dışı işlerimizin başında, diğeri kurulumuzun maliye bakanı.
Marksist olmanız Siirt’te nasıl algılandı?
- Güneydoğu’nun feodal koşullarında sosyalizm ve komünizm iyi bir şey değil tabii. Hele o yıllarda, dinsizlik ya da namussuzluk gibi algılanıyordu.
Peki nasıl bulaştınız solculuğa? O dönem çok modaymış, herkes mutlaka bir fraksiyondan solcuymuş. Bu yüzden mi? Biri alıp sizi partiye götürüyor, yoksa kendiniz mi gittiniz?
- Dev Genç’in içinde Siirtliler vardı. İstanbul’a gelince haliyle abilerimizi aradık. Abilerimiz solcuydu, okullar da öyleydi. Birdenbire kendimizi o selin içinde bulduk. Ortada durmayı bilen bir adam değilim. Bir şeyi yapacaksam tam yaparım. Yaptım. Sonra Dev Genç, daha çok pratikle uğraşınca, Aydınlık Hareketi’ni kendime uygun buldum. Onlar en çok okuyanlardı.
Şu yaşınızda, şu konumunuzda o geçmişten size ne kaldı?
- Kitlelerle ilişki kurabilme becerisi, sosyal olabilme becerisi, insanları sevebilme becerisi. Bencil olmama, her şeyi paylaşma. Bir sürü çok güzel değer. İyi tahlil yapabilen bir adamım, çünkü devrim ne zaman olacak diye sürekli tahlil yapıyorduk, sürekli okuyorduk. Marx’ın Mao’nun, Lenin’in okumadığım tek bir kitabı yok...
Bir örgüte üye olmanın faydaları ne? İnsana ne kazandırıyor?
- Aidiyet duygusu, bir yere, bir insana tabi olmak, disiplin, "Benim için değil bizim için düşünebilmek"...
Şüphecilik, paranoya?
- Bende olmadı. Zaten ailemden dolayı örgütün ne olduğunu biliyordum. Maşallah aile de örgüt gibiydi...
Bazıları bir türlü aidiyet hissedemez...
- Benim ise durumun şu: Benimsemediğim hiçbir yerde olmam. Beni kimse bir şeye zorlayamaz. "Lider böyle istedi", "Babam böyle dedi", ıh ıh sökmez. Gerçekten benimsersem bir şeyin parçası olurum. O zaman da iyi bir neferi olurum. Ne zamana kadar? Umudum ve inancım bitinceye kadar. Umudum ve inancım bitince de bir dakika durmam. "Eyvallah" der, giderim.
Askerden dönüyorsunuz, ihtilal olmuş, parti dağılmış, arkadaşlarınız hapiste, baba küs, elde sadece bir diploma var... Nasıl bir sudan çıkmış balıktınız? Ve normal hayata nasıl geçtiniz?
- Zor koşullardı. Askerdeyken bir de çocuk oldu.
"Dava arkadaşlarım içeride, ben dışarıdayım" diye vicdan azabı duydunuz mu?
- Hayır çünkü askere ortak kararla gittim. Partiye sordum yani.
Peki ortak kararla mı evlendiniz?
- Hayır, çünkü o günkü eşim hareketin içindeydi zaten. Şimdi ikinci eşimle beraberim. Ama resmi olarak da ayrılamadım birinci eşimden...
Neden?
- Öyle. 3-4 yıl bekledim uzlaşırız diye, ama uzlaşmıyor. Ben de dava açtım. Dava da ikinci yılında.
Niye boşamıyor sizi?
- 25 yıl sonra bir kıza aşık oldum. Onu bırakıp gittim diye, ceza olsun diye yapıyor. Çetrefilli bir iş. Çözemiyoruz. Çözemediğim için de kendime kızıyorum.
Askerden dönüp ortada kaldığınızda da kızgın mıydınız?
- Hayır çaresizdim.
Peki ne yaptınız?
- Ne yapacağız, yeni bir sol parti kurmak için uğraştık. Turan Güneş, Mehmet Ali Aybar, Oral Çalışlar, Gün Zileli... Ama olmadı. Zaten Turan Güneş rahmetli oldu, umudumuz iyice kayboldu. Bu sefer, "Bir dergi çıkaralım dedik, Murat Belgeler filan. O da olmadı. Dergi çıkaramadık, partiyi kuramadık. Çocuk da var. Para kazanmam gerekiyor. Güvenlik soruşturması yapmadan personel alan bildiğim bir tek Eczacıbaşı vardı. Daha liberal, demokratik bir kurumdu. "Bari, oraya girmeyi deneyeyim" dedim. "Aracı ol da, beni işe alsınlar" diye bir eczacı arkadaşımın yanına geldim. Sabıkalıyım çünkü. Eczacı arkadaşım beni birkaç gün oyaladı, baktım halledemiyor, artık tası tarağı toplayıp gidiyorum. O da o sırada bir ecza deposu kuruyordu. "Gel beraber çalışalım" dedi. "Param yok ki" dedim. "Yönetici olursun" dedi, yetkileri verdi ve de küçük bir hisse. Öyle başladık. O depo, birdenbire büyüdü. 1987’de Türkiye’nin en büyük 10 ecza deposundan biri haline geldi...
Ne yaptınız, nasıl yaptınız? Önce Es sonra Hedef... Başarmanızın sebebi ne? Çok mu zekisiniz?
- Yoooo. Benden daha zeki adamları çalıştırmayı biliyorum. Gerçekten. Onları bir araya getirip, iyi bir takım kuruyorum, gerisi geliyor.
Paraya ilişkiniz?
- Parayı hiç sevmem. Zaten cebime fazla para vermiyorlar. Çünkü ne verirlerse versinler, o gün bitiyor. 10 da olsa, bir trilyon da olsa dağıtıyorum. O yüzden maliye bakanım var, birader, o beni kontrol altında tutuyor. Ama biliyor musunuz, sevmeyip dağıttığınız zaman para daha çok geliyor. Dağıtmazsanız, pintilik yaparsanız gelmez. Sizi terk eder. Paranın da kendine özgü bir ruhu var. Bir gün, paranın insan iradesinden bağımsız ruhunu yazacağım. Hak etmeyeni terk ediyor. Hakkını vermeyeni terk ediyor. Üstüne çullanıp kalanı terk ediyor. Huysuz bir at gibi. Önemsemeyeceksin onu, paranın üzerine basacaksın ki yücelesin. Parayı başınızın üzerine koydunuz mu sizi rezil eder. Çalıp çırpanın yanında kalmaz. Onu hazmetmeyenin yanında da kalmaz...
DOĞU’DA ERGEN OLMAK... AŞIK OLMAK
Bizim zamanımızda, o işler çok dramatikti. Lisede 50 erkektik. Üç de kız var sınıfta. Hepimiz de, o üç kıza aşığız. Tabii kızların bundan haberi yok. Her şey semboller üzerine kurulu. Kalemtıraş istersin ya da silgi, verirse "Bu kız bana yüz veriyor, hatta aşık" dersin. Bir gün, şimdi doçent olan bir arkadaşımızla yan yana oturuyoruz. Önümüzde de bu sözünü ettiğim kızlardan biri var. Biraz sohbet ettim kızla, yanımdaki kızdı bana, "Konuşma, o benim!" dedi. Ben de kıza dedim ki, "Seninle sohbet etmeme izin vermiyor, bak ne diyor" dedim. Kız da, "Amaan boş ver, saçmalıyor" gibi bir şey söyledi. Bu kadar. Bizimki çok bozuldu ve birdenbire kayboldu. Epey bir süre yok. Allah Allah, nerede diye koştuk baktık. 20 tane hap içmiş, intihar etmiş. Midesi yıkandı da, ölümden kurtuldu. Böyle yaşanırdı aşklar. Kızlar okuldan çıkardı, biz arkalarından yürürdük. Dönüp kazara bir bakarlarsa, tamam artık, o bakış bize bir sene yeterdi...
HAYATIMI DEĞİŞTİREN ADAM
Bazı insanlar, farkında olmadan hayatımızı değiştirir. Benim hayatımı da, ortaokul hocam değiştirdi. Bursalı çok aydın bir subaydı. Muazzam bir kütüphaneyle kasabamıza geldi. Bizim ailenin de 16 odalı minik bir oteli var, orada kalıyor. Ben de güya otelin müdürlüğünü yapıyorum, masam da onun odasının tam karşısında. Her akşam elime yeni bir klasik tutuşturuyordu. Sayesinde kitap okumayı sevdim. Üç-dört yılda o kütüphaneyi hatmettim. Yıllar sonra şirketin Bursa şubesini açacağız, öğrencisiyken de mektuplarını postaneye götürdüğüm için adresi kazınmış beynime. Şirketteki çocuklara, "Şu adrese gidin bakalım, Sadi Güler diye birini bulabilecek misiniz" dedim. Buldular. Emekli olmuş. Gittim yanına. "Siz" dedim, "hayatımı değiştirdiniz. Bir emriniz var mı?" "İki çocuğum işsiz" dedi. "Emriniz olur" dedim. O günden beri çocuklarıyla birlikte çalışıyoruz.
YOO ŞAKA DEĞİL
İNEKLERE GERÇEKTEN AŞIĞIM
İstanbul Modern hakikaten büyük bir hizmet. Bu müzenin ana sponsorlarından olduğunuz için kendinizle gurur duyuyor musunuz?
- Evet duyuyorum.
Nasıl oldu bu müze işi?
- Bülent Eczacıbaşı’yla çok iyi dostluğumuz var. Bir gün müzeden söz etti. "Ben de varım" dedim, hiç tereddütsüz. Eczacıbaşı Ailesi’ne çok saygı duyarım. Rahmetli Nejat Bey, Cumhuriyet’in üç büyük kurucusundan biri bence. Mustafa Kemal Atatürk’ün yerini tabii ki kimse tutamaz ama cumhuriyeti ekonomik manada kuran insanlar da var. Gençliğimde çok kızdığım, bir kaşık suda boğacağımı düşündüğüm Vehbi Koç da bu ülkenin ekonomik mimarlarındandır. Nejat Eczacıbaşı ise, girişimcilik tarihimizin en entelektüel figürüydü. Hayatını anlattığı kitap, ders kitabı olabilir. Müzenin altyapısı, mali yükü Eczacıbaşı’na ait. Biz de karınca kararınca, gücümüz yettiği kadarıyla katkıda bulunduk. Şu anda Oya Eczacıbaşı başkan, ben de onun yardımcısıyım.
Peki hayvancılık nereden çıktı? Çok parası olunca, o sektör bu sektör giriyor mu insan?
- O hikaye de şöyle: İlaç dağıtım işinde önemli bir yere geldik. Sonra şirketin yüzde 50’sini yabancılara sattık. Aldığımız para da bayağı büyüktü. "Nereye yatıralım?" dedik. Paradan para kazanmayı, eski bir solcu olarak etik bulmuyorum. Faiz, aile geleneklerimiz açısından da kötü bir şey. "Bankada yuvalansın, para yavrulasın" bize yakışmaz. Cebinizdeki para size ait değil ki, toplumun katkısı var. İstihdam yapmanız lazım, ülkeyi büyütmeniz lazım. Bunları yapmıyorsanız pis bir rantiyesiniz. Bunları yaparsanız girişimcisiniz...
Siz de girişimci olmayı tercih ettiniz...
- Her zaman. Güneydoğu’dan gelen insanlarız, oraya bir desteğimiz olsun istedik, hayvancılık sektörüne girdik...
Êİneklere aşık mısınız gerçekten?
- Evet. Dünyanın en eski medeniyetlerinden bir Hint medeniyeti. Bu koskoca medeniyet, ineğe bu kadar tapıyorsa bir sebebi olmalı değil mi? Biliyorsunuz, hálá inek kutsal Hindistan’da. İnek görünce duruyorlar, esas duruşa geçiyorlar. İneği tanıdığınız zaman, az bile yapıyorlar diyorsunuz. Her şeyi temelinde o var. İnsanın atıklarının yüzde 50’si zararlıdır, oysa ineğin her şeyi faydalı. Dışkısı, şirdeni, tırnağı... Antik mitolojide Zeus’un sevgilisi bir inektir. Karısı Hera’dan sevgilisini kaçırmak için, onu inek yapmıştır. Ve İstanbul Boğazı’nın üzerinden geçirmiştir. İnsanlık ineğin kıymetini biliyor, biz bilememişiz. Amerikalılar, resmen uygarlıkları ineğin üzerine kurdular. Fransızlar da, Hollandalılar da. Bir endüstri kurabilmeniz için ineği önemsemeniz lazım. Sonsuza kadar konuşabilirim inekler hakkında...
4 SAATTEN FAZLA UYUMAM
Bu kadar çok yere üye olup saatlerini, günlerini şaşırmadan hepsinin toplantılarına nasıl katılıyorsunuz?
- 20 sivil toplum kuruluşuna üyeyim. Başta TÜSİAD, İKSV, TESEV ve TEGEV olmak üzere 10 tanesinin yönetim kurulundayım. İnsanın zamanı bol aslında. Biz Türklerin beceremediği şeylerden biri, en önemli kaynağımız zamanı etkin kullanmak... Ben o konuda iyiyim. Dört saatten fazla uyumam. Bazen üç gün hiç uyumam. Sonra on saat uyurum. Her gün sekiz saatimi işe ayırıyorum. Dört saatimi uykuya. İki- üç saat de okumaya. Her gece iki saat tarih okuyorum. Tarih okumadan hayatta uyumam.
Eşiniz ne diyor? Yine tarih, yine tarih mi!
- Yok, yok. Onun da hoşuna gidiyor. Bazen de sesli okuyorum. En son Kanuni’yi okudum. Çok sevdi. O da artık benim kadar tarih biliyor.
Hayatta en önemli şey ne?
- Bir şeyi severek yapmak. Tutkuyla yapmak. Sevmediğim hiçbir şeyi yapmadım bugüne kadar. Kimse de bana sevmediğim bir şeyi yaptıramaz. Hele işini severek yapmamak... Felaket. Eşinizden çok işinizle berabersiniz. Sevmediğin eşle yaşamak ne kadar büyük bir zulümse, sevmediğin işi yapmak da o öyle...
Paylaş