Paylaş
‘Hayatı Uzatmanın Sırları’ Osman Mütfüoğlu’nun 11. kitabı.
Ustalık dönemi kitabı olarak adlandırıyor.
Artık hekimden çok, filozof gibi konuşuyor. Bu kitabında, sadece bedeni değil, insan ruhunu da iyileştirmenin öneminden söz ediyor: İntegratif-bütüncül sağlık yaklaşımı...
Çünkü beden ve ruh bir bütün.
Ona göre şifa, Himalayalar’daki mistik ritüellerde, Uzakdoğu’nun mucize bitkilerinde, Afrika’nın her derde deva meyvelerinde değil, bu topraklarda. Yani şifa yanı başımızdaki doğal yiyeceklerde, Belgrad Ormanı’ndaki tempolu yürüyüşte, o güzelim akşamüstü güneşinde, üst komşumuzun bir bakışında, annemizin duasında...
Ömrünüzü uzatmak istiyorsanız, Osman Müftüoğlu’na kulak verin,
bu kitabı da mutlak bir
yerlerden edinin.
Bugün bu sayfada okuyacaklarınız ‘tadımlık bilgiler’, ordövr yani. ‘Ana yemek’, Osman Hoca’nın kendi kaleminden önümüzdeki günlerde Hürriyet’te...
Bu kitabı okuduktan sonra, biraz daha uzun yaşayalım diye hayatın birtakım zevklerinden vazgeçmek zorunda mı kalacağız?
- Aynen öyle! Hayatın aşırılıklarından vazgeçeceğiz. Hayatımızı biraz törpüleyeceğiz. İfrat-tefrit ölçüsü çok önemli. Her şeyde doz önemli...
‘Hayatı uzatmak’ ne demek? Söylerken çok kolay gibi duruyor da fiiliyata geçirmek nasıl oluyor?
- İki türlü uzatıyoruz hayatı: Biri boyuna, biri enine. Ben enine büyütmeyi anlatmaya çalışıyorum. Enine büyütmek de içini doldurmak demek. İçini doldurduğunuz hayat anlamlı ve uzun oluyor.
Yaş aldıkça daha sık duyuyoruz: “Metabolizmam yavaş çalışıyor!” Hızlanınca, kilo kaybı garanti mi? Hızlandırmak için ne yapmak lazım?
- Hızlı metabolizma, daha az kilo demek. İki otomobil düşünün, biri iki silindirli, diğeri sekiz... Aynı benzini koydunuz, iki silindirli olan benzini yakamıyor.
Eskiden “Meyve yiyin” deniyordu, şimdi “Yemeyin!” deniyor. Ne oluyor?
- Meyveyi sınırlayın. Meyve şekerinin fazlası da tehlikeli. Meyvenin içindeki antioksidanlar önemli ama o antioksidanları almak için kilolarca meyve yemek gerekmiyor. Günde bir su bardağının dörtte biri kadar nar suyu içtiğimizde, bir günlük antioksidan ihtiyacımızın yarısını karşılamış oluyorsunuz. O zaman niye bir bardak nar suyu içelim? Tatlı meyvelerden ve meyve sularından uzak durun.
Eve bağlı olmak, ömrü uzatıyor: Evinizin bahçesi varsa, ömrünüz daha da uzuyor. Köpeğiniz, petiniz varsa oh ne âlâ! Çünkü hayvanlara dokunmak, onlarla konuşmak erken yaşlandıran hormon miktarını azaltırken, beyindeki endorfin ve serotonini arttırıyor.
Ah o kız çocukları! Çocuk sahibi olmak ömrü uzatıyor. Kız çocuğa sahibi olmak daha da uzatıyor. Kız torun sahibi olmak daha da! Çünkü kız çocukları, bulundukları ortama neşe ve keyif katıyor. Bir de ebevyn farkında olmadan, bilinçaltında kız çocuğuna daha çok güveniyor. Erkeklerden daha sorumlu olduklarını biliyor. Erkek çocuğu, daha çok endişe kaynağı.
Samimiyseniz uzun yaşıyorsunuz. “Kadınlar neden uzun yaşıyor?” sorusunun cevabını bulduğunuz zaman, uzun ömrün cevabını da buluyorsunuz. Samimiyseniz uzun yaşıyorsunuz. Kendinize iyi bakıyorsanız uzun yaşıyorsunuz. Stresinizi daha iyi yönetebiliyorsanız, daha üretkenseniz, daha paylaşımcıysanız daha uzun yaşıyorsunuz. Bunların çoğu da kadınlarda daha fazla var. Sağlıkları konusunda kadınlar, gizlileri saklıları olmayan varlıklar. Bir erkek, prostatı büyüdüğünü öğrenince, “Hocam, sakın söyleme kimseye!” diyor. Bir kadına yumurtalığında kist olduğunu söylediğimdeyse buradan çıkıp Beymen Brasserie’ye gidiyor, ilk rastladığı kadınla paylaşıyor. Bu da ona avantaj sağlıyor. Çünkü söylediği kişi, “Şunu yap, şuna git” diye mutlaka çözüm üretiyor.
Karısı ölen erkekler daha az yaşıyor. Kocası ölen kadınların ömür süreleri pek değişmiyor ama karısı ölen kocalar, daha erken gidiyor. Erkekler kendilerine bakamıyor. Sevgi üretme konusunda kadınlar kadar başarılı olamıyor. Çünkü kadınlar kadar samimi değiller.
Hayat, biz ona ne anlam veriyorsak o. ‘Uzun hayat’ deyince, insanlar hep mucize bir hap, mucize bir ilaç bekliyor. Aslında uzun hayatın temel belirleyicisi, hayatı bizim nasıl algıladığımız. Kısa bir hayat çok uzun, uzun bir hayat da çok kısa gibi gelebilir bize. İçine ne kadar iyimserlik, ne kadar bağışlayıcılık, ne kadar yardımseverlik, ne kadar hoşgörü, ne kadar yaratıcılık doldurduğumuzla ilgili. Hayat, biz ona ne anlam veriyorsak o. Hayat, bizim ondan yaptığımız şey. Hayatı biz kurgulayabiliyoruz aslında.
Ne yiyoruz? Ne kadar yiyoruz? Nasıl pişiriyoruz? “Ne yiyoruz?” sorusunun cevabı hayatı uzatabilmek açısından önemli. Fakat bir başka önemli soru daha var: “Ne kadar yiyoruz?” İyi bir şeyi çok yediğimiz zaman, zararlı hale getirebiliriz. Zeytinyağı çok faydalıdır mesela, en iyi yağdır ama kaşık kaşık zeytinyağı yerseniz, çok yüksek kalori alırsınız ve çok fazla doymuş yağ aldığınız için zarar görürsünüz. Geldik “Nasıl pişiriyorsun?”a. Bu da önemli. Bir şey karamelize olunca, kavrulunca, yakılınca, ateşle doğrudan temas edince, kanserojen bir kaynak haline geliyor.
Pişmiş havuç zararlı çiğ havuç yararlı Mangal keyfinden de uzak duracağız maalesef. Ya da etlerin yanmış kısımlarını bir kenara ayıracağız. Mangalı daha az zararlı hale getirmek için, etin en az üç-dört katı sebzeyle birlikte yiyeceğiz. Adanakebabı yaparken, yanında bir sürü biber domates olmasının da bir sebebi var. Deneyerek yalnızca et yemenin zararlı olduğunu görmüşler.
Bir yiyeceği ne kadar pişirirseniz, o yiyeceğin kilo yapma etkisi, insülin direnci yaratma etkisi o kadar fazla oluyor. Yani “Ne kadar pişiriyorsanız?” da uzun ömür için belirleyici bir soru. Ya da “Pişiriyor muyuz, pişirmiyor muyuz?” Diyet listelerinde havuç zararlı denir. Ama zararlı olan pişmiş havuç, pişmemiş havucun nişantası ortaya çıkmaz. Ya da zayıflatıcı olduğunu zannettiğimiz lahanayı, haşlayıp yediğimiz zaman, hele kapuskasını yaptığınız zaman, lahananın kilo yapıcı etkisini ortaya çıkarırız.
Ne kadar yedin? Ne zaman yedin? Ne zaman ve ne sıklıkta yediğimiz de önemli. Nişastalı yiyecekleri, akşam 23.00’le, sabah 11.00’de yemek farklı. Akşam yediğiniz nişasta, bize yağ olarak geri döner! Karbonhidratlar da öyle. “Akşam yemeğini erken yiyin” dememizin sebebi de bu. “Ne sıklıkla ve ne miktarda?” yiyorsunuz, bu da önemli. Kırmızı eti, haftada üç gün, öğle-akşam yiyorsanız zararlı. Ama genç bir kadının haftada üç gün, üç köfte kadar kırmızı et yemezse, demir eksikliği anemisine yakalanacağı kesin.
Hazım sistemimiz otobur ‘Over vejetaryen’ dediğimiz, yumurtayı vs. her şeyi reddeden veganlık arızalı. Ama insan, “Otobur mu etobur mu?” derseniz, hazım sistemimiz otobur. Bizim vücudumuz, eti geç sindirebilecek uzunlukta bir bağırsağa sahip, bu esnada ette oluşabilecek bazı toksik maddeler bizi hasta edebiliyor. Ama et yemeden de yaşayabilmemiz pek mümkün değil. Ilımlı vejetaryenlik, yani sebze ağırlıklı beslenmek ömrü uzatıyor.
Koşma yürü. Çok koşarsan yaşlanırsın! İnsan doğasına en uygun aktivite, yürüyüş. Her insan, günde minimum 7500 adım atmalı. 45 dakika yürümemiz gerekiyor yani. Koşu bandı da koşmak için değil, yürümek içindir. Çünkü koşmak hem dize zararlı hem de nefes nefese kaldığımız egzersizler, bizi daha fazla oksijenle baş başa bıraktığı için daha hızlı yaşlandırıyor. Bugünkü insan vücuduyla, bin yıl önceki insan vücudu aslında aynı genlere sahip. İnsan genetiği şöyle diyor: “Tehlike varsa kaç!” “Aslan seni kovalıyorsa kaç!” ya da “Tavuğu yakalamak istiyorsan koş”. Biz koşmaya başlayınca böbrek üstü bezimiz, “Koşmaya başladı, bir şeyden kaçıyor!” diye daha çok kortizon hormonu salgılıyor. Bu da yaşlandıran bir hormon.
Genetik mirasınızı bilin Uzun ömrün sırlarından biri de ‘genetik miras’. “Ben kimin? Annem-babam ne gibi hastalıklarla karşılaşmış. Ailemde hangi hastalıklar yaygın?” Bunu bilmek o kadar önemli ki.
Yaş ilerledikçe az yiyin 40 yaşından sonra her yıl, 150 gram kas kaybetmeye başlıyoruz. Bu ne demek? Vücuda yağ ekleniyor demek. Bu da motor gücümüzün yani metabolizmamızın yavaşlaması anlamına geliyor. O yüzden yaş ilerledikçe “Az yiyin!” diyoruz. Biz yaşlandıkça, sadece saçımız, cildimiz, eklemlerimiz, kaslarımız değil, beynimiz de buruşuyor, yaşlanıyor. Tıpkı cildimiz gibi korteks inceliyor, unutkanlık başlıyor. Karaciğerimiz eski detoksu yapamıyor. O zaman ne yapmalıyız? Yaşlandıkça daha az toksin üreten makinelere dönüşmeliyiz.
İyimserler daha uzun yaşıyor
‘Bütün araştırmalar gösteriyor ki, iyimser insanlar kötümserlerden, ortalama 9-10 yıl fazla yaşıyor.’
Hangi su?
- Alkali oranı, minerali yüksek su. Bir suyun içimi ne kadar kolaysa, o su o kadar kalitesizdir. Biz mineralli su sevmiyoruz ama bedenimizin hoşlandığı su o!
Hangi içecek?
- Ayran. Mümkün olduğunca az yağlı ayran. İkinci içecek çay. Yeşil çay, siyah çay fark etmez. Tamam yeşil çayda daha fazla antioksidan var ama yeşilden iki tane içiyoruz, öbüründen on tane, dengeleniyor.
Hangi meyve?
- Narı ilk sıraya koyarım. Sonra elma, sonra üzüm. Ama hangi meyve sorusuna, en renkli meyve, en kırmızı meyve, en siyah meyve, en mor meyve diye de cevap vermek isterim. Zamanında ve taze olmak koşuluyla.
Hangi yağ?
- Zeytinyağı, az miktarda hayvansalsa tereyağı. Ama ölçülü olmak koşuluyla.
Hangi ekmek?
- Hiçbir ekmek! Bana göre ekmek fikir gıdası değil, sağlık gıdası değil, fakir gıdası. Doymak için yenmesi gereken bir gıda. Ama mutlaka yiyeceksek, tam tahıldan yapılan ekmek... Esmer olan şeyleri, biz sağlıklı zannediyoruz. Doğru değil, çoğu boya. İlla yiyeceksek ‘esmer ekmek’ yerine, tam tahıllı ve kepekli ekmek...
Hangi balık?
- En yağlı balık. En soğuk denizde yetişen balık. Çok yaşlı olmayan balık. Ama bu, bebek balık anlamına gelmiyor. Uzun ömürlü olan balıklardan uzak durmak gerek, örneğin kılıçbalığı. Vücutlarında daha fazla toksik madde birikme ihtimali var.
Hangi et?
- Bence kuzu eti, ikinci sırada keçi eti. Üçüncü sıraya dana etini koyarım. Hangi sütün cevabı da kesinlikle keçi sütü.
Süt mü, yoğurt mu?
- Yoğurt. Süt, çocuklara bilemedin 10 yaşına kadar lazım. Başkalarının sütünü içen çok az canlı var, bir kediler bir insanlar. Bu da sağlıklı değil. 10 yaşından sonra süt yerine, süt ürünü kullanmak, ayran, yoğurt daha sağlıklı.
Hangi şeker?
- Hiçbir şeker. Hayatımızdan tatlıyı, şekeri çıkarttığımız oranda, ömrümüz uzuyor. Üflediğimiz doğum günü pastasının sayısını arttırmak istiyorsak, yediğimiz pasta sayısını azaltmamız gerekiyor! İleride ürünlerin üzerinde, sigaradaki gibi, “Şeker öldürür” ibaresi olacak.
Hangi bakliyat?
- En iyisi fasülye. Sonra mercimek. Bizim tencere kültürü olağanüstü. Ne kadar az haşlarsanız o kadar iyi.
Hangi kuruyemiş?
- Birincisi ceviz, sonra badem, sonra fındık. Benim sağlık sıralamam bu. Miktarını da söyleyeyim: Bir porsiyon 30 gramdır, o da eşittir 150 kalori. Üç-dört ceviz, 10 fındık, 10 badem, 20 civarında yerfıstığı.
LİBİDO ÖLÜMÜ!
Seks hayatımızı yakından ilgilendiren afrodizyak yiyecekler gerçekten işe yarıyor mu? Yoksa şehir efsanesi mi?
- Çoğu şehir efsanesi! Mesela istiridyeyi beyaz şarapla, güzel bir sofrada, biraz seremoniyle, vakit ayırarak yiyoruz. Ardından bir şey yaşanıyorsa, bu yüzden. Yoksa içindeki çinko, sperm üretimini arttırır, testesteronu değil. O da 10 dakikada olmaz zaten. Çikolataya sokulmuş çilek afrodizyaktır çünkü fikri afrodizyaktır. Daha çok cinsellik çağrıştırır. Spontan sekstir esası. Libido ölüyor. Bunun sebebi de spontan seksin bitmesi. Bana gelen 40 yaşındaki her 10 hastanın 8’inin testosteronu yarı yarıya aşağı inmiş durumda. Libido ölmesi günümüz insanının en büyük sorunu. Kirli hava, şehir, stres, alkol, sigara, depresyon, aklınıza ne gelirse alt alta yazın... Hepsi libidoyu öldürüyor!
6 ayda 3 kere Pennsylvania
“Hiçbirimiz bilge ya da guru değiliz. Hiçbirimiz yeni bir şeyler bulmuyoruz. İmbiğimizden süzdüklerimizi, öğrendiklerimizi, okuduklarımızı, duyduklarımızı, aslında başkasının fikirlerini ve üretimlerini pazarlıyoruz. Benim Osman Müftüoğlu olarak, insanlara çok özel bir şey sunmam söz konusu değil. Bana Demirel’in de katkısı var, Dalay Lama’nın da Halil Cibran’ın da Mehmet Öz’ün de Fettullah Gülen’in de...”
Kitabınızın önsözünde, Fethullah Gülen’in de sizin için yazdıkları var...
- Evet, altı ay önce tanıştım. Ve altı ay içinde, üç defa kendisini ziyaret ettim. Tıbbi tecrübelerimle ona bir fayda sağlayabilir miyim diye bir gayret içindeyim. Benim alakam yok aslında, içki içiyorum, gece hayatım var ama itiraf ediyorum çok etkilendim. İnsanları kategorize etmeyen, onlara sadece insan gözüyle bakan, derinliği olan biri. Bir insanın Bangladeş’te okul açması beni heyecanlandırıyor. Türk kültürünü yaymaya çalışıyor, bunu yaparken de arkaya İslam kültürünü ekliyor. Bence böyle bir şey örgütleyebilmek çok zor. Kendisi pozitif bir enerji deposu. Bana göre Dalay Lama hafif kalır onun yanında.
Önsözde, Nilüfer Göle’den de Ertuğrul Özkök’ten de Can Dündar’dan da alıntılar var. Ama Fethullah Gülen’i koyunca bu konuda çok yorum yapılacağını da biliyorsunuz...
- Tabii, tabii. Bilerek yaptım. İnsanların farklı fikirleri olabilir. Benim herkese saygım var. Ama keşke Dalay Lama’yı da görebilsem, tanıyabilsem. Başkalarının ne düşündüğüyle çok alakadar değilim. Zaten Fethullah Gülen Hoca’yla yakın alakam olduğu dalga dalga yayıldı. Bilen biliyor. Benim için önemli olan şu: Bu toplumun yetiştirdiği önemli değerler var. Nilüfer Göle onlardan biri. Onunla senede iki kere yaptığım sohbetler bana yön veriyor. Hayat hocalarımdan biri. Sezen Aksu da öyle, Osman Bölükbaşı da Demirel de Fethullah Gülen de. O da hayatıma yön verenlerden biri. Ben meseleye bu açıdan bakıyorum. Amacım, kitabımın daha çok satması değil, bu noktadan sonra zaten buna ihtiyacım yok.
Düşman olmayın, düşman yaratmayın!
İyi hayat, huzurdur. Mutluluğa değil, huzura yaslanın. Mutluluk andır, huzur daha geniş bir süreçtir. Size yük olan her şeyi atın, detokslayın. Kötü düşüncelerinizi atın, kötü ilişkilerinizi, size yük olan arkadaşlıklarınızı da.
Düşman olmayın, düşman yaratmayın. Düşman olduğunuzda erken ölüyorsunuz, kalp damar hastalıkları çoğalıyor, düşman yarattığınızda da size yaşam alanını daraltıyorlar, strese giriyorsunuz. Bu da ömrünüzü kısaltıyor.
NE DEDİLER?
CAN DÜNDAR: 20’li yaşlarımızda aşktan söz ederiz. 30’larımızda çocuklarımızdan, 40’larda sağlıktan, 50’lerde hastalıktan... Oysa 20’lerden itibaren sağlıktan söz etmemiz gerek, 60’larda hâlâ aşktan dem vurabilmek için.
FETHULLAH GÜLEN: Geç tanıdığım -tanımamış olma kabahati bana ait- aydınlık sima, mümtaz şahsiyet, kıymetli hekim, Prof. Dr. Osman Müftüoğlu beyefendiye en içten hürmet ve saygılarımla...
SEZEN AKSU: “... Hocam, bana bir kez daha iyi geldiğiniz için tekrar teşekkür ederim.”
ERTUĞRUL ÖZKÖK: İnsan vücudu sadece organlarımızdan ibaret bir kütle değil. O aynı zamanda ruhumuzu taşıyan beden. Osman Müftüoğlu bize ikisinin harmonisini nasıl inşa edebileceğimizi anlatıyor.
NİL KARAİBRAHİMGİL: Osman Müftüoğlu “Yiyin” dedi, yedik. “Yemeyin” dedi, yemedik. “Dikkat” dedi, dikildik. “Rahat” dedi, rahatladık. Ama en çok da “Gülün” dedi... Güldüm. Çünkü ne olursa olsun: Yaşasın Hayat!
Paylaş