Paylaş
Buraya yazıyorum, bu kızın adını daha çooook duyacağız. Onu tanıyınca, güzelliğin ikinci planda kaldığını anlıyorsunuz, bu kızda başka bir şey var, evet çok zeki, evet çok parlak, ama sadece bunlar değil. Bir sürü insan parlak. Onda tuhaf bir özgürlük duygusu, bağımsızlık, değişkenlik, dürüstlük, gözüpeklik ve gözükaralık var. İnsanları iplemeyen bir hal. Sevdiklerini kaybetmiş olanlar, büyük acılar yaşamış olanlar, hayattaki tek gerçeğin ölüm olduğunu biliyor ve bizim gibi her şeye üzülmüyor.
Beren Saat’in farkı belki de budur...
BEREN SAAT FOTOĞRAFLARI
Kendinizi ilk hatırladığınızda neredesiniz?
- Ankara’da evde. Aynaya bakıyorum. Elimde deodoran şişesi var, şarkı söylüyorum, dans ediyorum, sahnede olmak istiyorum. Böyle şeyler hayal ediyorum. Ama öyle yırtık bir tip değilim. Dışavurumcu ve haylaz da değilim. Daha çok kendi kendini oyalayan, kendi dünyasında yaşayan bir kız çocuğu...
Anne-baba?
- İkisi de spor akademisinden mezun. Sporcu çocuğuyum ben. Bu tabii hayatıma disiplini getirdi. Ve fit olmayı. İkisi de fitti. Benim hayatımın bir tarafında da spor hep oldu ve dans. Baleyle başladım, sonra salsa, tango...
Sahne?
- Yuvadan beri vardı. Ama TED Ankara Koleji’nde okurken Opera’dan sahne filan kiralanırdı. Bayağı prodüksiyonlu müzikaller. Bir gün sınıfa geldiler, dans seçmesi yaptılar. Kendimi sahnede bulmam dansla oldu, bir sonraki sene, baktım bizim için yazılmış bir metin de vardı. Ben de başrollerden birini oynuyordum ve mutluluktan ölüyordum.
Oyuncu olacağınız belliydi yani...
- E yok, çok da öyle ilerlemedi hayatım. İyi bir öğrenciydim, hep takdir, teşekkür... Babam işletme okumamın benim için daha iyi olacağını düşündü. Baskı yapmadı ama kendimi işletme fakültesinde buldum...
Eyvah!
- Hem de ne eyvah. Hayatımın yanlış yöne aktığını fark ediyordum. Olmamam gereken bir bölümde, beni hiç ilgilendirmeyen şeyler öğreniyordum. Kendimi nasıl sıkışmış hissettiğimi anlatamam.
Ne yaptınız?
- Bunu dillendirmeye başladım...
Kime anlatıyorsunuz?
- Efe’ye.
Efe kim?
- Hayatımın aşkı. O da TED’dendi. 3 yıldır birlikteydik. Hem arkadaştık hem aşık. Bir dakikamız ayrı geçmiyordu. Benden bir yaş küçüktü ama çok olgundu. Bir gün, "Hadi kalk" dedi, o zaman da Türkiye’de acayip bir yarışma kirliliği var, şarkı yarışmalarının da oyunculuk versiyonu yapılıyor, "Gideceğiz bakacağız, ne kaybedersin ki, verirlerse bir form doldururuz" dedi.
Siz ne dediniz?
- Bir şey demeye fırsatım olmadı ki, aldı götürdü. Paldır küldür o elemelerde buldum kendimi. Geçtim elemeyi. İstanbul’dakine çağırdılar. Oraya da gittik. Her şey rüya gibiydi, 20. yaş günümü o yarışmada kutladım. 4 ay çeşitli oyuncu adaylarıyla bir kamptaydım, bir sürü şey öğreniyordum. Efe sonsuz destekledi.
Neydi sizi bu kadar birbirinize bağlayan?
- Muhtemelen hayatımda bir daha yaşayamayacağım kadar gerçek aşk...
BENİ AKŞAM EVE BIRAKTI SONRA MORGDA GÖRDÜM
Efe’nin diğer erkeklerden farkı neydi?
- Bir erkeğin, üstelik 19 yaşındaki bir erkeğin, seni teşvik etmesi, sana bir başka dünyanın, belki de kendisinden uzaklaştıracak bir dünyanın kapılarını açması, çok sık rastlanan bir şey olmasa gerek. Benim hayatım bambaşka tarafa akıyordu, Efe resmen o akışı değiştirdi.
Anneniz babanız tanıyor muydu Efe’yi.
- Tabii, tabii. Biz çok iyi bir ikiliydik. Ayrılmaz ikili.
Sonra peki?
- Yarışma bitti, ben ikinci oldum. Ankara’ya döndüm. Sonra bir akşam beraberdik, beni eve bıraktı, ben yatmaya gittim ve ve ve.... Birkaç saat sonra da onu morgda gördüm.
Aman Allah’ım!
- Evet... Arabayı bir arkadaşı kullanıyormuş... Delikanlılık, gençlik, hız... Trafik kazası geçirmişler...
Size nasıl haber verdiler?
- Kardeşi aradı. Gazi Hastanesi’ne nasıl gittiğimi hatırlamıyorum. Kopuk oralar. Yol boyu dua ettim. Ama Efe gitmişti, hissettim. Onu hastaneye yetiştirmeye çalışan ambulansta ölmüş. Onu son kez görmek ve dokunmak istedim...
Hiç tereddüt etmediniz mi?
- Deli misin? Aşk bu. Ne halde olursa olsun, o kabulümdü. Onu son bir kere görmek ve ona dokunmak istedim.
SON KEZ NEDEN ÖPMEDİM DİYE PİŞMAN OLABİLİRDİM
"Evladım, yapma etme!" diyen...
- Annem yanımdaydı ama engel olmadı. Kişi ölümü nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamalı. İleride onu neden son kez öpmedim diye pişmanlık duyabilirdim.
Uyuyor gibi miydi?
- Hayır ama her hali güzeldi.
Bu olaydan sonra hayatı algılamanız değişti mi?
- Orada, o morgda, sevdiğim adama bakarken "Birinci hayatım bitti, şimdi ikinci hayatımdayım" dedim. Gerçekten de doğru, artık başka biriyim. Ben insanların kafayı taktığı şeylere, "Amaaaan, Allah başka dert vermesin!" diyebiliyorum, aldırmıyorum. Çünkü ölüm gibi bir gerçek var bu hayatta.
Peki akabinde neler yaşadınız?
- Tamamen saçmaladım.
Nasıl yani?
- O kadar büyük bir acıydı ki, üzerine geçmeye çalıştım, kendime bir sevgilim yaptım. Zannettim ki bu acıyı aşarım. Tabii Efe’nin arkadaşları "Nasıl olur da biriyle birlikte olabilirsin? Efe’ye bunu nasıl yapabilirsin?" dediler, benden nefret ettiler. Normal karşılıyorum, Efe’yi delicesine özlerken, benden nefret etmek acılarını biraz olsun hafifletti...
Ne kadar sonra hayatınıza biri girdi?
- 4 ay sonra.
E biraz çabuk olmuş.
- Evet. Ama ben "Bundan da çıkabilirim, yapabilirim, hayata devam edebilirim" çabasıyla yaşamış biriyim. Hep böyle şeyler kanıtlamaya çalıştım kendime. Bu da onlardan biriydi. Olmadı tabii. Böyle bir travmanın üzerine olması da imkansızdı. Yine de denedim. Acımı çalışarak unutmaya çalışmamla, ünlenmeye başlamam eşzamanlı oldu. Araya dört dizi ve bir uzun metraj film sığdı. Beş yıl geçti ve işte buradayım.
Peki Efe’nin annesi?
- O anlatılmaz bir şey. "Aşkımı kaybettim!" diye acımdan geberiyorum, annesine baktıkça kendi kendime "Sen ne diyorsun ya! Sen mi acı çekiyorsun?" diyorum.
Bu olay erkeklerle ilişkinizi etkiledi mi?
- Etkilemez mi? Çok uzun bir süre sağlıklı bir ilişki kuramadım. Sonra da... Ben hiç kavga etmem mesela. Öyle bir şey gelişti bende. Çekip gitmem. Pişman olacağım şeyler söylemem. Çünkü biliyorum ki yarın sabah olmayabilir.
Siz erkeklerle arası iyi olan bir kadın mısınız? Bazıları taktiklerin kadınıdır mesela...
- Yok, kadın-erkek ilişkilerinde satranç oynandığında, ben orada samimi bir şey olduğuna inanmam. Bakalım hayat ne getirecek diye yaşıyorum. "Hayat beni hayal edemeyeceğim kadar şaşırtsın!" diyorum. Açıkçası hiçbir şeyi de çok fazla sorgulamıyorum.
"Çok güzel kadınlar kendileriyle o kadar meşguldür ki, ne karşısındaki adamı yeteri kadar sevebilirler, ne sevişirken kendilerini verebilirler..." Katılır mısınız?
- Kameranın çektiği anlarda güzel görünüyorum, çünkü makyajlıyım. Onun haricinde ben gayet normal bir kadınım. Dürüstçe itiraf edebilirim ki, pek çok ilişkide ben daha çok seven taraf olmuşumdur. Bana yüz vermeyen bir sürü adam da oldu.
Pek çok insan Kıvanç Tatlıtuğ ile ilişkiniz olduğunu düşünüyor...
- Bugüne kadar hiçbir rol arkadaşımla ilişkim olmadı ama basın hep "Var" diye yazdı. Normal karşılıyorum.
Bergüzar Korel ve Halit Ergenç sevgili olunca, "Demek ki basının da bir bildiği varmış!" oluyor insan!
- Ben insan partneriyle sevgili olamaz demiyorum ki. Günün 20 saati onunla birliktesin. Haftanın 5-6 günü de settesin. Olabilir. Ama benim olmadı. Ne Mahzun’la (Kırmızıgül), ne Okan’la (Yalabık), ne de Kıvanç’la (Tatlıtuğ). Ama insanlar fotoğraf olarak yakıştırıyorlar. Bir de Kıvanç’a bakıyorlar, "Aman Allah’ım bu adama nasıl karşı koyulabilir ki?" diyorlar. Olabilirdi ama olmadı...
3 ay sonra sizi el ele görsek Bebek Kahve’de... Utanmaz mısınız?
- Yoo. Utanılacak bir şey değil ki. Hayatın ne getireceğini bilmiyorsun. Ama bizim aramızda öyle bir şey yok. Hem Kıvanç’ın sevgilisi var.
Ama siz sevgilinizden ayrıldınız.
- Evet. Birkaç hafta oldu.
Tam da o meşhur sevişme sahnelerinin üzerine... İnsanın sevgilisi oyuncu bile olsa, bozulmuyor mu?
- Aynı işi yapan biri, herhangi bir adam kadar bozulmuyor. O da çeşitli sahnelerde öpüştüğü ama öpüştüğü oyuncuyla sevgili olmadığı için, o sahnede ne hissettiğinizi anlayabiliyor. Öpüşme sahneleri, sevişme sahneleri gerçek değil ki, bir illüzyon. Biliyorum dışarıdan anlaması zor ama iki tarafın da son derece gergin olduğu sahneler. Yönetmen, "Şurada şöyle yapın, buraya gelin, oturun ve öpüşün" diye komutlar veriyor...
"Şimdi alt dudağı öp!" diye bağıran oluyor mu?
- O kadar değil. Ama 50 tane insanın gözünün önünde yaşanan bir an. Sadece seyirciye gerçek, yaşayanlara değil.
Sizin setten birine "Kıvanç’la Beren’in ilişkisi varmış" desek "Hadi len!" der mi?
- Tabii ki der, bütün set söyler! İki insan arasındaki enerjinin değiştiğini herkes hisseder, o saklanabilecek bir şey değildir. Bizde öyle bir enerji yok. Ama tabii bizim ne hissettiğimizden çok, izleyiciye ne hissettirdiğimiz önemli. Ekranda izleyip, "Aralarında müthiş bir elektrik var!" gibi laflar duyduğumda çok da üzülmüyorum, "İşimizi iyi yapıyoruz ki insanlara öyle bir duygu geçiyor" diyorum.
Sevgiliniz gerçekten hiç mi bozulmadı?
- Zannetmiyorum. Zaten ayrılmıştık. Tamamen başka sebepler yüzünden. Bihter’i oynayacağımı biliyordu. Nasıl bir kadın olduğunu da biliyordu. Parterimin Kıvanç olacağını da biliyordu. Niye bozulsun ki?
Karizması çizilmiş gibi hissetmedi yeni...
- Hiç zannetmiyorum. Çok tutkulu bir öpüşme ya da sevişme sahnesini çektiğiniz zaman, biraz da kendinizi kötü hissederek, kırık dönüyorsunuz eve. İyi bir sevgili, "Eyvah benim karizmam çizildi"den ziyade, "Partneri nasıl davrandı? Bugün sette öpüşürken kendini kötü mü hissetti? Soyunurken ne oldu?" gibi şeyler düşünür. Hele bir oyuncuysa, empati yapar. Çünkü gerçekten kolay değil. Biz de robot değiliz, bir şey hissetmiyoruz ama 50 tane sana bakan gözün önünde öpüş, seviş...
Sahne nasıl yönlendiriliyor?
- Baştan mizansen belli oluyor. Yönetmen kameranın nerede olacağını ve nasıl bir şey çekmek istediğini anlatıyor. Sonra bizi kendi halimize bırakıyor. O anda çok müdahale olmuyor. Bu tür sahnelerde dışarıdan gelecek her komut, o ana seni daha çok yabancılaştıran bir şey...
Kıvanç güzel bir adam. Daha çirkin bir adam tarafından öpülmekle, güzel bir adam tarafından öpülmenin oyunculuk açından bir farkı var mı, yok mu?
- Yok tabii. Sen seçmiyorsun ki. O öyle bir şey değil...
İnsan dişini fırçalıyor mu?
- Elbette. O saygı çok önemli. Yediğin şeye de dikkat ediyorsun, o gün bir sevişme sahnesi çekeceğini, öpüşeceğini aklında tutuyorsun. Sigara içen insan, içmeyene özen gösteriyor. Bu tür şeylere özen göstermeyen oyuncular olduğunu duyuyorum. Tamamen alakasız olduğun biriyle öpüşmek zaten zor, daha da zorlaştırmanın manası yok.
Bazen insan aç olabilir, ağzı kokabilir ya da dişinde sorun olabilir...
- İşte o durumlar işi iyice sevimsizleştiriyor. Allah’tan benim partnerlerim bu konuda hep özenli oldular. Ben de elimden geldiğince özen gösteriyorum.
Peki sonra hayat normal devam edebiliyor mu? Ne de olsa bunlar Türk erkeği. "Bu kadını da öptüm!" filan diyorlar mıdır içlerinden?
- Valla, onlara soracaksınız.
Peki tahrik oluyorlar mıdır?
- Bilmiyorum. Bazen öpüşme sahnelerinde dudaklar çekiliyor. İzleyici bizi yakın görüyor, zannediyor ki bedenen de yakınız, oysa o esnada o iki beden birbirinden uzak. Bazen başka numaralar da çekiliyor...
Ne gibi?
- Vücutlarımızın arasına yastık konuyor. Yani saygı sadece diş fırçalamakla olmuyor, bu tür şeyler de yapılıyor. Zaten öteki türlüsü taciz olur.
MELTEM CUMBUL BANA SİNİR OLMUYOR
Yani Meltem Cumbul size sinir olmuyor..
- Tabii ki olmuyor. Sizin gazeteci arkadaşlarınız bunları uyduruyor, millet de doğru zannediyor.
Ama sizin arkadaşlarınız da "Arkadaşız" diyorlar, sonra sevgili çıkıyorlar...
- İyi de belki o zaman gerçekten arkadaşlar. İki insanın sevgili olabilmesi için önce arkadaş olmaları gerekmiyor mu?
O zaman siz de Kıvanç’la şu anda arkadaşsınız ama ileride sevgili olabilirsiniz!
- Bunun bir haber değeri yok, sizinkiler "Yakaladık... Birlikteler"i seviyor. Öyle bir şey yok.
ŞANSLIYDIM, HEP KADIN YÖNETMENLERLE ÇALIŞTIM
Siz de bu son sevişme sahnelerinizi başarılı buldunuz mu?
- Buldum. İzlediğim zaman estetik olduğunu düşündüm. Hiçbir şey görünmüyor ama her şeyi anlatıyor.
Gerçekten Türk dizi tarihinde bir devrim mi bu?
- Evet. Türk dizilerinde kadınla adam çok aşıktır, çok tutkuludur. Ama kadın bakiredir ve ilk kez filmin esas adamıyla sevişir. O da şöyle: Ufak bir öpüşme ve yatağa yuvarlanırlar, çocukları olur. O açıdan bakınca bizimki cesur bir sahne.
Bir de tabii "Oyuncuyum ama kocamı rencide edemem, sevişme sahnesi dışında her sahneyi oynarım" diyenler var.
- Onları anlayışla karşılıyorum ama onlar gibi düşünmüyorum. Beni tek ilgilendiren şu: İnternet denilen bir şey var, bir bilgi deposu, işte orada, ileride çocuğum olursa, onun izlerken utanacağı bir görüntü bırakmak istemem. Tek kriterim bu. Kocamı değil çocuğumu utandırmamak. Bayağı ve avam bir şeyin içinde yer almak beni üzer.
Bu da biraz yönetmenle ilgili bir şey sanki...
- Evet, yönetmene inanıp inanmamak, ona teslim olup olmamak... Ben çok şanlıydım hep kadın yönetmenlerle çalıştım. Onlar seni asla et gibi göstermiyor, bir resmin içinde estetik bir unsur olarak gösteriyor. Aşkı Memnu’nun yönetmeni Hilal Saral, Güz Sancısı’nınki Tomris Giritlioğlu’ydu, Hatırla Sevgili’ninki ise Ümmü Burhan. Sonradan değişti ama ben öpüşme sahnelerini hep Ümmü’yle çektim.
Öyle bir adama aşık olursunuz ki, şahanedir ama böyle bir takıntısı vardır, der ki "Her konuda anlayış gösteririm ama bu konuda gösteremeyeceğim, kimseyle yatağa filan girmeni istemiyorum..." Böyle bir adamla beraber olabilir misiniz?
- Hayır. Derim ki "Kardeşim sen beni bu halimle sevdin, aldın, kabul ettin. Bundan sonra da beni değiştirmeye çalışma, ikimiz de mutsuz oluruz." Kabul ederse ne ala, etmezse güle güle...
LOLİTALIĞIM MI KALDI KART LOLİTA OLDUM
Nasıl oyuncular sizi etkiliyor?
- Daniel Day Lewis, Sean Penn gibi kendini değiştirebilenler. Onlara tapıyorum.
Sıkı sık sizi Bergüzar Korel’le kıyaslıyorlar. Onu güçlü bir kişilik olarak değerlendiriyorlar, bir karakter oyuncusu olabilir diyorlar, size lolita...
- Benim artık lolitalığım mı kaldı, kart lolita oldum! 25 yaşındayım. Ama Lolita şahane bir kitap ve şahane iki film, beni hiç rahatsız etmez öyle denmesi...
Rol modelim diye tanımladığınız birileri?
- Bir iki tane öyle kadın var hayatımda. Biri Serap Aksoy. Onun kendi ruhani gelişimine beni de ortak edip geliştirmesini çok seviyorum. Diğeri Nil Gürey, Efe’nin annesi. Onun da gücüne, sabrına ve hayata tutunmasına hayranlık duyuyorum.
Siz kendinize 4 ay sonra sevgili yapmaya çalışıp, beceremeyince o ne yaptı?
- Hiçbir şey. O beni hiç yargılamadı.
Şimdi nasıl ilişkiniz?
- Hayatımıza, sanki her şey normalmiş gibi devam edebildiğimiz bir anda, birbirimizin sesini duyunca, ikimizi de derin bir hüzün kaplıyor. Gerçi eskiden daha fazlaydı, karşılıklı ağlamamak için kendimizi zor tutuyorduk. Hálá birbirimizin sesini duyduğumuzda, söylemediğimiz ama seslerimizin tınısında derinlerde gizli olanları biliyoruz, hissediyoruz.
Bazı insanlar mezarlığa gitmeyi sevmez, bazıları da sık sık ziyaret etmeden duramaz...
- Ben gitmiyorum. Sadece Efe’ninkine değil, kaybettiğim diğer insanların mezarlarına da gitmiyorum. Onların olduklarına inanmıyorum. Tabii ki mezarlara iyi bakılsın, mezarlar temiz olsun, ama maddesel olarak orada değiller, ruhen zaten hiçbir zaman orada değillerdi. Mermerlere tapınmak bana göre değil. Yakılsak ve her şey bitse. Kendim için öyle isterim...
Özel günlerde, ödül gecesi, doğum günü, ölüm günü... Öyle günlerde Efe’yi hissediyor musunuz?
- Evet hissediyorum. Rüyalarıma da geliyor. Bütün bu serüveni aslında o başlattı, bana bir hayalimi teslim etti. Oynadığım her gün ona adanmış...
ALDATMA HİKAYELERİNE BAKIŞIM
Senaristlerimiz aldatma konusuyla ilgili Behlül’e şöyle bir diyalog yazmışlardı, benim düşündüğüm şeyi de özetliyor: "Hayatta, başkalarına fazla güvenmeyeceksin. Kendine de..." İnsanın hayatında biri varken, bir başkasına aşık olabilir. Ama onu enayi yerine koymamalı. Ruhen orada değilsen, onu kandırma ve söyle. "Ben gidiyorum" de ve git, diğeriyle ne istiyorsan yaşa...
Paylaş