Paylaş
Uzun süre incelediler Oğulcan’ın filmlerini, yanındaki bir doktor hanımla birlikte. Sonunda maalesef “shuntlar”ının çalışmadığı anlaşıldı. Öncelikle Oğulcan’ın başındaki basıncın engellenmesi gerektiği ortaya çıktı. Birkaç gün içerisinde Vatan Hastanesi Psikiyatri Servisi’ne yatırıyoruz Oğulcan’ı.
Önce hoca, “shunt”larını değiştirmek üzere beyin ameliyatını yapacak. Sonraki gelişmelere göre davranış bozukluğunu gidermek üzere gerekenleri de üstlenecek. Benden hiçbir hastane ve ameliyat ücreti talep etmediler. Ben sadece Oğulcan’a takılacak “shunt”ların parasını ödeyeceğim. Onu da senden gelen Yarım Kalan Hayatlar parasıyla ödeyeceğim.
Hocaya nasıl minnettarım, nasıl müteşekkirim anlatamam.
Tüm hazırlık çalışmalarıyla Barlas’ın asistanı Müberra Hanım canla başla ilgileniyor. Ve tüm bu süreçte sürekli yanımızda olacağını belirtiyor. Tabii ki deli gibi korkuyorum. Hocama çok güveniyorum ama her anne gibi, çocuğum ameliyat olacak diye endişeleniyorum, sıkıntılanıyorum.
Öyle bir hale geldim ki, senin üst üste Oğulcan haberi yapmanın, hocanın tüm bilgi ve becerisi ile desteğinin Allah’ın yardımıyla gerçekleştiğine inanıyorum. Senden ve bize destek olan tüm okurlarından da dualarınızı esirgememenizi diliyorum. (Tijen Güden)
- Tijencim. Oğulcan’la bunca yıldır yaşadıklarını bilen herkes, manevi olarak yanında. Merak etme, dualarımız seninle. Her şey iyi olacak. Ben de yanında olacağım. Ayrıca Orhan Barlas hocaya ben de minnettarım.
Ağır gıcık olmaya başladım sana
SON zamanlarda ağır gıcık olmaya başladım yazdıklarına. Özellikle Trump Towers’taki daireyi gördükten sonra. Fazla suni geliyor anlatmaya ve gözümüze sokmaya çalıştığın hayatın. Kimse bu kadar mutlu olamaz! Herkesin mutlaka derdi, tasası vardır. Aksi, doğaya, dualite’ye aykırıdır. Herkes seks yapıyorken, çoğu kadının bir kocası, çocuğu varken özetle bu, son derece doğal bir şeyken, senin, kendininkileri bu denli okurun gözüne sokmanın altında başka bir şeyleri gizleme isteğinin yattığı kanaatindeyim. Hadi okura yutturdun diyelim, aynaya baktığında gördüğünü de kandırmaya mı çalışıyorsun... (Didem B.)
Bana ne gıcık oluyorsun? Kendi hayatına özen göster
- Ne yapmamı istiyorsun? Bir daire döşerken etrafa mutsuz ve somurtan fotoğraflar koymamı mı? Mahmut, duvarlarda enerji veren renkler kullanmış, onları mı değiştirsin? İç karartıcı ve depresif bir ev mi yapsaydık? Yatak odasına iç çamaşırı koymam mı seni sinir etti? Kelepçe koymam mı? Biz kelepçeyle sevişmiyoruz. Eskiden denemiştik. Gülmekten sevişemedik, vazgeçtik. O, oyuncak! Gerçeği temsil etmiyor. Bir oyun, ti’ye alma, dalga geçme aracı. Her zaman kırmızı donlar da giymiyorum sevişirken, o da temsili. Zaten bu aralar Alya bizimle uyuyor, sevişmek için kendimizi banyoya kilitlememiz gerekiyor, Beyrut’ta da öyle yaptık, bak o da eğlenceli oluyor. Görüyor musun, ben bunda da olumlu bir şey bulabiliyorum. Şikâyet etmek yerine, bundan keyif alıyorum. Kafam böyle benim. Belki senden farkım bu. Sana göre daha safım belki de sır bu. Ama şimdi, sen buna da kızarsın. “Böyle kafa olmaz, yalan söylüyor!” dersin.
Derdim yok değil, var, kafamda hayata geçirmek istediğim bir sürü şey var, o kadar çok işe bölündüm ki, yetişemiyorum. Sürekli kendimi zorluyorum, yoruluyorum. Ama bunlar da dert değil, gerçek derdim yok Allah’a şükür. Sağlıklıyım, sevdiklerim yanımda. Allah dert vermesin. Senden farkım, kimse hakkında, “Neden mutlu? Neden gereğinden daha mutlu? Neden, neden, neden?” diye sormuyorum. Sen de sorma. Onun yerine kendi hayatına özen göster. Kafayı kötüye çalıştırmak zarar verir. Mutsuz eder adamı. Sonra hırs içinde böyle mail’ler döşenmeye başlarsın...
İğrenç adam ve sağduyulu Cengiz
KABUL edelim.
İğrenç bir adam.
Ona buna sataşıyor, iftira atıyor. Bana da attı. Ama ben diğer iftira attığı insanlar yanında devede kulak kalırım. Giydirmediği, diline dolamadığı, çamur atmadığı kimse kalmadı. Zaten beni düşündüren bu. Kafası çalışsa, böyle her önüne gelen saldırmaz. Hedefler seçer kendine, üç-dört kişiyle sınırlar, daha inandırıcı olur.
İnandırıcılığı yok. Saygınlığı yok. Herhangi bir sevimliliği yok.
Twitter’da takip ediliyor olmak, reyting sahibi olmak demek mi? Ediliyor olsa kaç yazar?
Bu, gerçekten insanı mutlu eder mi? Takip edilmesinin sebebi kötülük saçması mı?
Eğer böyleyse durum daha vahim demektir.
O insanlara mı acıyalım, bu adama mı?
Çünkü sadece gündeme gelmek için böyle davranmayı benim aklım almıyor. Bence, kafasındaki tahtalardan biri eksik. Hasta yani. Yoksa insanların senden iğrenmesinden hoşlanmanın başka bir açıklaması olabilir mi? Kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını düşünenler ancak bu kadar alçalabilir. Çünkü her şeye rağmen sevilmek ve onaylanmak istiyoruz şu hayatta. Tersi için bu kadar çabalamayı anlamak mümkün değil.
Ayrıca her mahkemeye verildiğinde, “Onları ben yazmadım, benim adımı kullanan birileri yazmış” demesi utanç verici değil mi? Bunu durduran, seven, kafasını okşayan, “Yapma evladım!” birileri de mi yok?
Kimileri dava etti, kimileri ciddiye bile almadı. Ama bekliyordum sonunda bir şey olacak, karşısına “Hadi len” diyen biri çıkacak ve yumruğu patlatacak.
Hadi itiraf edelim, hiçbirimiz üzülmedik. Çoğumuz, içimizden “Çoktan hak etmişti!” bile dedik. Ben dedim.
Cengiz Semercioğlu, “Onun gibilere tahammül etmeyi öğrenmemiz gerekiyor, sosyal medya böyle bir şey, kendi starlarını yaratıyor” diye yazmış.
Ama işte birileri de çıkıyor, “Başlarım sana” diyor, adamı dövüyor.
Ya en az kendisi kadar kafadan kontak birine denk gelirse ve başına daha fena bir şey gelirse...
Bir yerde kontrol mekanizmasını insanın devreye sokabilmesi gerekiyor. Yoksa sosyal medya, sadece özgürlüğün sesi değil kötülüğün de sesi oluyor.
Cengiz hakkında, “Bir erkekle çekilmiş çıplak fotoğrafları var” dese ya da “Karısının başka bir erkekle yatakta fotoğrafları var” dese, Cengiz aynı sakinliği gösterecek ve “Sosyal medya kendi starlarını yaratıyor, tahammül etmemiz gerekiyor” diyebilecek mi bakalım?
Kendisi hakkındakilere gülüp geçebilir...
Ya karısı hakkındakilere...
Her gün üst üste gelse bu tweet’ler...
Merak ediyorum ne yapar...
Başımıza gelmeden sosyolojik tahliller yapmak kolay!
Nasıl olur da Şems antipatik Elif Şafak tarafından moda edilebilir?
DÜNKÜ röportajınızda rehber beyin, Elif Şafak’a dair söyledikleri pes dedirtti! İşte yurdum insanının sosyo-kültürel özeti! Yahu, yaklaşık 800 yıldır hem inanç hem felsefe olarak varlığını sürdüren, canım efendim Mevlânâ’yı Mevlânâ yapan, öfkesi, kırgınlıkları ve fevri tavırlarıyla insana yakın duran ama bir grup tasavvuf erbabının salt bir enerji topu olabileceğini savunduğu Sırr-ı Şems-i Tebrizi nasıl sıradan, hatta benim nezdimde vasat ve son derece antipatik bir yazar tarafından “moda” edilebilir?
O hanımın kitabının çoğu kurgudur. Günümüz Türkiye’sinin hızlı tüketim çağına sunulmuş çerez mahiyetinde bir kitap...
Benim insanım tasavvuf felsefesini ve tasavvuftaki “Aşk”ı o kitapla öğreniyor, bununla yetiniyor, sadece bu nedenle Şems’in türbesini ziyaret ediyorsa, o ziyaretin bir dönem Kapadokya’ya gidip Asmalı Konak’ı gezmekten farkı yoktur.
Evet Hz, Pir, “Ne olursan ol gel” diyordu ama bunu söylerken öğretilerinin günün birinde pop kültürü malzemesi yapılabileceğini aklının ucundan geçiriyor muydu acaba?
Televizyon izlemekten başını kaldırabilirse insanımız, Mevlânâ’yı, Şems’i, Kerra Hatun’u, Kimya’yı, Celebi Veled’i, Alaaddin Çelebi’yi ve aralarındaki varlıkla yokluk bağını okur, dinler, Elif Şafak’ın çerez kitabını ellerine almaya dahi gerek duymadan koşarlardı Şems’in yanı başına. Rehber arkadaş da, daha çok turist gezdirirdi, o kitabın yarattığı suni modaya müteşekkir olmadan. Bu arada Konya ne acayip bir şehir, değil mi? Çok acayip bir enerjisi var... (Didem B.)
Ya daha iyisini yap ya sus!
- Evet, Konya acayip bir şehir. Ama siz de acayip birisiz! “Pes!” dedim. Bu haset, bu kıskançlık sizi yer bitirir. Bir an önce kurtulmaya bakın. Elif Şafak’ı sevmeyebilirsiniz, yazdıklarını beğenmeyebilirsiniz ama yazdıklarıyla sizin beğendiğiniz Mevlânâ’ya, Şems-i Tebrizi’ye bir katkıda bulunuyorsa, ona niye kızıyorsunuz? Okumazsınız olur biter, niye kin kusuyorsunuz? Siz poponuzu kaldırıp, daha iyi bir kitap yazsaydınız. Size söyleyeceğim şudur: Ya daha iyisini yapın ya susun!
Paylaş