Sevgilim, ‘‘Müşterilerimi ve misafirlerimi davet ettim. İnşallah başka bir sefere’’ demiş, milli maça gitmeyi her şeyden çok isteyen beni kaderime terk etmiş, Allah'tan biricik arkadaşım Kanat, imdadıma yetişmiş: ‘‘Üzüldüğün şeye bak, seni o maça ben götürürüm!’’
Çocuklar gibi sevinçliyim.
Kanat beni maça götürecek!
Kalamış Divan'da buluşmak için sözleşiyoruz. Dediğim saatte oradayım. Vayyy bu ne kalabalık! Etrafta Kanat filan göremiyorum, olsun gelir nasıl olsa, bir bira söyleyip taraftarı izliyorum: ‘‘Ooooo abi! N'aber?’’ İlk cümle bu. İki erkek tokalaşıyor. İkinci cümle: ‘‘N'olur dersin?’’ ‘‘Alacağız alacağız!’’ ‘‘Ben yine de korkuyorum abi.’’ ‘‘Hiç korkma! Kadıköy'den çıkış yok. Bugün beş çekeceğiz.’’
Çocuklar gibi heyecanlıyım.
Kanat beni maça götürecek!
İyi de bu Kanat hálá niye gelmedi? İkinci biramı da söylüyorum, zahir trafiktendir ve maç hakkındaki şu konuşmalara kulak veriyorum: ‘‘Sergen'li mi Sergen'siz mi başlayacak’’, ‘‘Sergen son 10 dakikada mı, ikinci yarıda mı oynayacak’’, ‘‘Yok, Tuncay'la başlayacak’’, ‘‘Hayır abi, Tuncay'ı ikinci yarıda İngiliz defansı yorulduktan sonra alacak’’, ‘‘Bence Yıldıray'ı oynatması lazım.’’ Anlaşılan, herkes aynı zamanda antrenör. Gelsin Kanat yaparız bunların dedikodusunu. Allah Allah, 45 dakika oldu nerede bu çocuk? Hep kadınlar mı erkekleri bekletecek? Biliyorum geldi, gelecek. Bir salata söyleyeyim bari. 1 saat oldu. Bir buçuk saat oldu. Bozma moralini gelir şimdi. Bir şnitzel söyleyeyim. Bir bira daha. Oldu olacak kahve. Ve sonunda: ‘‘Hesap lütfen!’’
Tam iki saat orada, bir başıma bekledim. İki saat on dakika oldu ki, e artık çüş dedim. Başına bir şey geldi, yoksa kesin ekmezdi beni. O kalabalığın içinde herkes Şükrü Saracoğlu'na, ben süngüsü düşmüş bir şekilde eve doğru taksi bulmak için yola koyulmuşken, sevgilimi görüyorum: ‘‘Kanat nerde?’’ ‘‘Bilmiyorum, yok.’’ ‘‘İki saat yalnız mı bekledin orada? Neden gelmedin yanıma?’’ ‘‘Senin müşteriler vardı. Kanat'a bir şey oldu galiba...’’ ‘‘Olmamıştır. Buralardadır. Ben sana söylememiş miydim GS'lilere güvenilmez diye!’’ ‘‘Saçmalama! Oğlan kaza filan geçerdi, yoksa iki eli kanda olsa gelirdi.’’ ‘‘Hayır geçirmedi. Bak orada...’’ Görüyoruz Kanat'ı o sırada. Meğer Divan'ın yan kapısındaymış. İçeri girip bakmak aklına gelmemiş. Gözlerim dolu dolu diyorum ki: ‘‘Baksana, sayende ofsayt nedir öğrendim!’’ ‘‘Ayşeciğim yapma, isteyerek olmadı, hadi gel gidelim maça.’’ ‘‘Ölürüm de seninle gitmem’’ diyorum, ‘‘Sevgilimin misafirlerinden biri son anda gelmemiş. Ben onunla gidiyorum. Zaten ne varsa Fenerlilerde var!’’
***
Gelelim maç notlarına:
‘‘Telaşlılar, sakinleşmeleri lazım.’’ ‘‘Yerden oynamaları lazım.’’ ‘‘Bu Okan'a hálá nasıl tahammül ediyor!’’ ‘‘Hakan Şükür'den hiçbir şey olmaz.’’ ‘‘Hadi artık, al şu Tuncay'ııııı...’’ Erkekler, maç esnasında kendilerinden geçmiş bunları konuşuyor, bense gizli gizli sahanın en şık iki erkeğini seçiyorum: David Beckham ve Rüştü. İkisinin de kramponları şahane. Ortasından turuncu renkli bir şerit geçiyor. Hele Rüştü'nün forması. Maviler griler. O ne ince bir estetiktir öyle!
Hayatımda kimsenin bu kadar çok yuhalandığına tanık olmadım. Oyuncular da, izleyiciler de Beckham'ı fena halde kıskanıyorlar. Adam iyi futbolcu olmasının yanı sıra kadınların gözdesi ya, bir kaşık suda boğacaklar onu. Başka bir İngiliz oyuncu penaltı kaçırsa nah bu kadar sevinirlerdi!
Peki Tugay niye saçlarını Beckham gibi topluyor? Demek ki, kadınlar birbirini nasıl taklit ediyorsa erkekler de ediyor. Saçını uzatacaksan uzat, ama artık o herife mal olmuş bir şekilde toplamaktan vazgeç.
Bir İngiliz antrenöre bak, nasıl sakin, nasıl kendinden emin; bir de Şenol Güneş'e, inanılmaz tedirgin, yerinde duramıyor. E antrenörün ruh halini izle, bizim takımınkini anla.
İngiliz ulusal marşında yuhalamak da neyin nesi? Ayıp! Yakışıyor mı bize?
En yaratıcı pankart: ‘‘You will drown in Bosphorus.’’ Gerçi, Boğaz'ın sularında boğulmadı İngilizler ama farklı ve esprili bir galibiyet temennisi olduğunu söyleyebilirim.
Bir de Fenerlilerin, milli maç ayağına GS'li ve BJK'lılara nasıl gururla Şükrü Saracoğlu Stadı'nı gösterdiklerini gözlemledim. ‘‘Burası Kadıköy burdan çıkış yok!’’ Bu, sadece İngilizlere söylenmiyor değil mi?
En çok da o koskoca ay yıldızlı bayrağın altında olmak hoşuma gitti. Tepeden sarkıtıldı. Yüzlerce, hatta binlerce izleyici onun altında kaldık. Maç atmosferini çok sevdim.