Nikah fotoğraflarımız satıldı...

Evet, bendim ukalalık yapan... Büyük konuşan... Evliliğe karşı olan... ‘Şu aşk halimizin hep sürmesini istiyorum. Bir daha evlenmek mi? Yok hayır, ben almayayım’ diye tutturan...

Şu işe bakın ki, yine benim...

48 saat önce...

Koştura koştura Dubai Başkonsolosluğu’nda sevdiği adamla evlenmiş olan...

Bu kadar da tutarlıyım yani!

*

Ama sorun neden diye.

Sordunuz mu?

Tabii ki, her genç kızın hayalidir sevdiği adamla evlenmek...

Ama işin aslı şu:

Başka türlü bu ülkede doğum yapamıyorum.

Oturma vizesi alamıyorum.

Kendi arabamı kullanamıyorum.

Aslında teorik olarak evli olmadan, sevgilimle aynı evde bile yaşayamıyorum.

Hani olur da biri şikayet ederse, vay halimize!

Yani evlenmemiz hiç fena olmayacaktı.

Hayatımız kolaylaşacaktı.

Pek çok şey çözüme kavuşacaktı.

*

Peki ya düğün?

Valla, aile olma fikrini kutlama seçeneğinden vazgeçmiş değilim.

Ama sorun şu ki, ‘hamile gelin’ olmak istemedim.

Düşünsenize, kendi partimde ben eğlenemeyeceğim.

İstediğim kadar içki içemeyeceğim.

Zıplayamayacağım, hoplayamayacağım.

Beyaz elbiseli, beli kalın, fazla ayık bir kadın olarak ortalıkta dolaşacağım!

İnsanların coşmasına bakacağım...

İçimden ‘Bitse de gitsek’ yapacağım...

Dışımdan gülücükler dağıtacağım.

İstemem!

Eksik kalsın.

Olacaksa, hakikisinden olsun.

Nitekim niyetimiz, doğumdan sonra düğün yapmaktı. Bebeğimiz de düğünün şaşkın ördeği olurdu. En utangaç haliyle babasının kucağında gelir, şöyle bir misafirlere kendini gösterir, sonra odasına gider, yatağına girerdi...

Buydu plan.

Biz bu planı çok sevmiştik.

Hayal etmiştik.

Şirindi yani.

3 kişilik düğün.

Tanık sandalyesinde bir bebek.

‘Bu sevginin en yakın tanığı benim’ diyecek...

Hatta kanıtı!

Ama her genç kızın başına gelebilir, hayalimizi erteledik, işin formalite kısmını halletmek için Dubai Başkonsolosluğu’na gittik.

*

Dubai’deki Dünya Ticaret Merkezi’nin 11. katı.

Bakar mısınız, adında bile meymenet yok.

Kim ister ‘ticaret merkezi’ ismindeki bir binada evlenmek?

Ama onların suçu değil.

Ne yapsınlar başkonsolosluk orada.

Bildiğiniz devlet dairesi.

Ama Başkonsolos Tufan Alpman ve konsolosluk görevlisi Arzu işi sevimli hale getirmek için sağ olsunlar ellerinden geleni yaptılar.

Formalite- mormalite...

Biz de yaptık...

Onu da yaptım...

Gittim üzerime beyaz elbisemi bile çektim.

Tafta gibi bir şey, şık yani.

Aynaya baktım kendimi beğendim.

Ama asıl önemli olan sevgilimin beğenmesi.

Di... Beğendi...

O da siyah takım elbiseleri içinde pek jantiydi.

Her ihtimale karşı bir şişe soğutulmuş şampanyamız, 6 kadehimiz, çikolatalarımız, gümüş tepsi içinde nikah şekerlerimiz, gelin çiçeğimiz, pardon yani benim çiçeğim, onu ihmal edemem, filan yanımızda...

Biz iki kokoş, yan yana, güle oynaya ama tamamen formalite icabı....

A aaa, evlenivermez miyiz?

*

Başkonsolos Tufan Alpman’ın esprili konuşması arasında karı ve koca ilan edildik.

Karşımızda daha önce hiç görmediğimiz nikah şahitlerimiz var.

Biri erkek, biri kadın.

Türk vatandaşları.

Son derece kibarlar.

Ortalıkta bol bol fotoğraf çekiliyor.

Başkonsolosluğun fotoğrafçısı ve şahitler zırt pırt çekiyor.

İmza atarken...

Öpüşürken...

Sağa sola bakarken...

Şampanya kadehini kaldırırken...

Bir heyecan hali.

Ne olursa olsun, bu anı kaydetmek gerekiyor.

Ama çok önemsemiyorum.

Çünkü benim havucum stüdyoda çekilecek özel fotoğraflar. Evet itiraf ediyorum, ben bir fotoğraf manyağıyım. Başkonsolosluktan çıkıp stüdyoya gideceğiz. Kolay oldu zannediyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Ne diller döktüm sevgilimi ikna edinceye kadar. Evdeki albümler dışında hiçbir yerde kullanılmamak şartıyla bu izni alıncaya kadar göbeğim çatladı...

Senaryom şöyle:

50 yıl öncesinden kalmış gibi duran fotoğraflar çektirmek.

Her şeyin elle yapıldığı bir stüdyo. Sahibi Hintli bir arkadaş. Ama sanatkar bir arkadaş. Kendisine göre normal, bize göre nostaljik fotoğraf çekiyor. Önerdiği pozlara bayılmışım. Mesela şuna: Damat elini uzatacak, gelinin çenesini tutacak, hafifçe yukarı kaldıracak! Ve kamera o anı sonsuza kadar tespit edecek. Ve en önemli husus: Neredeyse damadın ve gelinin elleri her pozda üst üste!

Bir stüdyoda eğlenmek için abuk sabuk ne yapılabilecekse hepsini yaptık.

Başka mizansenli fotoğraflar dahil...

*

Neticede...

Her güzey şey bitiyor.

Kısa nikah merasimimiz de bitti, şahane stüdyo mavrası da...

Güle oynaya eve döndük.

O da ne!

Telefon telefon üstüne...

Tebrik eden edene...

İnsan düşünmeden edemiyor:

Nerede hata yaptık?

Ailemiz, yakın arkadaşlarımız, ‘Haber doğru mu? Yoksa evlendiniz mi?’ diye tebrik ediyor. ‘Neden bu işi gizli gizli yaptınız?’ diye sitem eden de oluyor.

E insanın siniri bozuluyor.

Gizlemiyorduk ama iş büyümesin, formalite boyutlarında kalsın diye de özel gayret sarf ediyorduk.

Sen misin böyle düşünen?

Meğer evlendikten 2 saat sonra Türkiye’deki internet sitelerine düşmüşüz de, haberimiz yokmuş!

*

Erkek nikah şahidimiz, yememiş içmemiş, tören esnasında çektiği o dandik fotoğrafları internete yüklemiş, kendi web sitesine koymakla kalmamış, Türkiye’deki bütün arkadaşlarına yollamış, hatta bir takım sitelere satmak için pazarlığa girişmiş...

‘E siz bunun gizli bir şey olduğunu söylemediniz ki?’ diyor.

Allah aşkına, söylememiz mi gerekiyor!

Neticede, ‘Aman kimse duymasın’ diye onca sakındığımız göze çöp batıyor.

‘Bari yanlış yanlış öğreneceklerine, doğrusunu öğrensinler’ diye ben de bu yazıyı yazmaya karar veriyorum...

Hakikisi burada vatandaş, sakın sahtesine kapılma!

HAMİŞ: Yine de asıl hedefim gelecek 10 Ağustos’ta Türkiye’de yapmayı düşündüğümüz ‘3 kişilik düğün’ü yazmak. Yani kahramanlar 3 kişi olacak, davetliler daha fazla....
Yazarın Tüm Yazıları