Murat Boz’un memeleri

MURAT Boz’la bir süre önce Elele’ye röportaj yaptım.

Gerçekten sıkı adam.
Kafası sıkı.
Adam gibi konuşuyor, ne dediğini biliyor, markasını iyi yönetiyor, âşık olduğu kadına sahip çıkıyor.
Modern biri, klasik bir magazin tipi değil. Başarısını hayatının kadınla paylaşıyor.
“Onun sayesinde” diyebiliyor.
Kaç tane böyle adam var?
Peki biz n’apıyoruz?
Tekneden atlarken fotoğraflarını basıyoruz.
Hem memeleri var, hem kel” diyoruz.
Evet komik, evet geyik.
Ama ben bu fotoğrafı basan arkadaşların da memelerini merak ediyorum.
Göbeklerini, bacaklarını, hafif kelleşmeye başlayan kafalarını...
Ayol adamın, üstü çıplak klibi var.
Adam zaten fit.
Öne doğru eğilen herkesin bir tarafı sarkar, aksi yerçekimine aykırı.
En fit adamı bile, sen öğle ışığında korkunç çekebilirsin, o adamı al saat 5’de çek, Apollo gibi çıkar.
Kilo da almış olabilir ayrıca, adam tatilde, teknede yersin, yemiş ve kilo almış da olabilir.
E ne var bunda?
Kadınlara yapılan selülit haberlerini kastederek, “Erkeklere yapmadığınız şeyi kadınlara niye yapıyorsunuz?” dedim.
Ama onlar, kadınlara yapıyorsak erkeklere de yaparız mantığıyla hareket ettiler.
Uğur Yücel’le başladılar.
Piyango Murat Boz’a çıktı.
Ben gazetelerdeki arkadaşların da memelerini görmek istiyorum!
Akşamüzeri beşte çekelim üstelik, hepsi açsın gömleklerini, öne doğru eğilmelerine de gerek yok.
Bir bakalım...
Burada niyet önemli.
Biz haberleri, “star”larımızı yerin dibine sokmak için mi yapıyoruz?
Kendimizce “açık” olarak değerlendirdiğimiz görüntülerini yayınlayınca mı, gazetecilik yapmış oluyoruz?
Bu mudur?
Murat Boz’u memeleriyle ve keliyle seviyorum.
Benim bir kadın olarak, ona hayranlığımda değişen bir şey olmadı.
Sizi bilemem tabii...

Haberin Devamı

Sıra bende

İZZET Çapa’nın, Cem Yılmaz’ın kayınpederi Neşet Yağtu röportajı ortalığı karıştırdı.
Herkes fikrini açıkladı.
Sıra bende.

* * *

Mevlut Tezel haksız
Belki sıcaklar yüzünden, belki de İzzet Çapa röportajının kıskançlığı, bilemiyorum artık.
Röportaj, veren açısından rezalet.
Yenilir yutulur gibi değil, bir baba öyle konuşmaz, konuşamaz. Ayıptır. Rol çalmak isteyen, “Beni de görün, beni görün!” diyen bir açgözlülük içinde.
Ama o röportaj, röportajı yapan açısından bir başarı.
İzzet Çapa’ya helal olsun, kalkmış İzmir’e gitmiş, babayı konuşturmuş.
Ben bir röportajcı olarak kıskandım.
İzzet, şahane işlere imza atıyor.
Mevlut ve arkadaşlarına, o işten ekmek çıkmadı.
Ona da, kendince, manasız sosyolojik tespitlerde bulunmak kaldı.
Cem Yılmaz’a ceza verilmeli”ymiş.
Yok artık daha neler!
Oğlunun fotoğrafını çektirmemek için, ters yola girmiş, gazetecilerden kaçmış...
Siz polis misiniz kardeşim, ne işiniz var insanların peşinde?
Lady Di, bu yüzden ölmedi mi?
 Allah korusun başlarına bir şey gelseydi, sorumluluk Cem Yılmaz’da mı olacaktı, peşine düşenlerde mi?
Adam istemiyor.
Haklı.
Çocuğu doğmuş, onun için bundan daha kıymetli bir şey yok.
Malzeme etmek istemiyor oğlunu.
N’apacaktı, “Gelin Günaydın’a Kemal’in fotoğrafını basın!” mı diyecekti?
Buyurun çekin” dese iyiydi, o zaman Cem Yılmaz dünya şahanesi bir insan olacaktı, çocuğun fotoğraflarının çekilmesini istemedi, bir anda ipi çekiliverdi.
Üstelik tavrı da en başından beri net. E o zaman zorlamanın ne manası var?
Mevlut Tezel’e düşen ise sosyolojik ahkâm kesmek yerine, bu işe meraklı olanların fotoğraflarını basmak!

* * *

Haberin Devamı

Hıncal Uluç haksız
Fırsatını bulmuşken İzzet’e ve bana bindirmek ne iş?
O da ayıp.
Önce insanlık gelirmiş, sonra gazetecilik.
Bu nasıl bir çifte standart?
Süreyya Ayhan meselesinde, şu anda kocası ve çocuğun babası olan antrenörüyle aşk yaşıyor diye kızı lime lime ettiğini ne çabuk unuttu Uluç?
O zaman insanlık, gazeteciliğin altında mıydı?
Şimdi mi üstüne çıktı?
Kız yok oldu gitti, günlerdir Fatih Çekirge yazıyor.
Her şeyi kendine eğip büküyor Hıncal Uluç.
O yapıca, hak oluyor, başkası yapınca, tu kaka.
Ona göre benim Eren Talu’yla o dönem konuşmam da yanlıştı.
Neden?
Eren istedi.
Ama bakın Korcan Karar istemedi.
Onun da hakkını teslim ettim.
Benim insanlara verecek ahlak dersim yok, konuşmak isteyen konuşur, röportajlar bir tür sınav, ya çakarsın, ya geçersin.
Ama kimsenin boynuna “Konuşacaksın!” diye çökülmüyor.
İzzet’in de çöktüğünü zannetmiyorum. Hem bu tür manasız babaların, varlığını gözler önüne sermek kötü mü? Aileler de ayağını denk alsınlar.
Hele buradan Ayşe Özyılmazel’e pay çıkarıp, “Ayşe de şöyle güzel bir yazı yazmıştı bu konuda” diye reklam yapmaya kalkması komik.
Hıncal Uluç, Ayşe’ye destek verecekse başka türlü yapsın.
Sabah programlarını ben de izledim Ayşe’nin. Eğer gazeteciyse, oraya bir gazeteci gibi çıkmalı, sorularını hazırlamış olarak. İzzet’e baksın, ders çalışıyor adam, sorularından belli, Nazlı Ilıcak’a ne kadar çok çalışmış mesela. İzzet’ten feyz alsın, kendine bir ekip kursun, ekranda nasıl göründüğünden daha önemli bu.
Tabii yaptığı işte başarılı olmak istiyorsa...
Ama üzerine fazla gidildiği de doğru.
Yine de kahpe kader edebiyatı yapacağına, “Ne yapsam suç, ağlasam suç, gülsem suç” diyeceğine, yaptığı işe daha fazla özen göstersin.
Nurseli İdiz işi iyiydi mesela, bir sürü benzer iş yapabilir.
Bunu da ona en iyi Hıncal Abi’si anlatabilir.
“İyi iş”te herkes susar, susuyor.
Sustursun insanları.
Başta türlü hiçbirimize ekmek yok.
Ölene kadar çalışmak lazım.

* * *

Haberin Devamı

Fatih Altaylı haksız
O bir gazeteci.
Neşet Yağtu gibi saçma sapan şeyler yumurtlayan ve çok ses getiren bir iş olacak, üstelik teypli...
Ve bu röportajı yayınlamayacak...
Mümkün değil. Habertürk’ün gazetecilik başarıları ortada. Bunda Fatih’in gazetecilik refleksi var. Her şart altında, basardı o röportajı.
Bütün yayın yönetmenleri basar.
Ama keşke, İzzet, soruları sorarken, baba-kızın ilişkisizliği de çıksaydı ortaya. “Babalık görevlerini yapmayan bir adam olarak, ne hakla bunları söyleyebiliyorsunuz!” diye bir soru da olsaydı.
O zaman Fatih’in, “Bilseydik altında yatan dramı, yayınlamazdık” demesine gerek kalmazdı.
Röportajda, o mesele de hallolmuş olurdu.

Haberin Devamı

Canlı yayın performansı

PAZAR günü A Haber canlı yayınında, Başbakan Erdoğan, dört gazetecinin sorularını yanıtladı.
Moderatör, A Haber Ankara Temsilcisi Murat Akgün’dü.
Gazeteciler arasında bence en iyi performansı Akgün gösterdi.
Tebrik ediyorum.
En hızlı refleks onunkiydi.
Aralara bir sürü sorular sokuşturmaya çalıştı.
Cevap aldı alamadı ayrı ama güven veren bir hali vardı.
Merak eden, tarafsız duran, karşısındaki insandan daha fazlasını almak isteyen...
Ondan sonra, ben oyumu Sevilay Yükselir için kullanıyorum.
Ki açık açık kendisini sevmediğimi itiraf etmeliyim.
Yazılarını da sevmiyorum.
Fakat samimiydi.
Kadınlar, soru sorarken daha mı cesur oluyorlar nedir?
Açıksözlülüğünü de kullanarak takır takır sorularını sordu.
Alevilikle ilgili sorularını da sevdim.
Soruları soruş biçimini de.
Ayrıca makyajını da.
Orada iki kişi vardı ki, terlemedi, Başbakan ve Sevilay Yükselir.
Çünkü pudra sürülmüştü yüzlerine. Yükselir’in göz makyajı da iyiydi. Ekrandan nasıl görüneceklerini düşünmüşlerdi.
Sabah Yayın Yönetmeni Erdal Şafak çok ürkek ve çekingen duruyordu.
Ve sürekli terliyordu.
Ekrana çıkan birinin bunları hesap etmesi gerekiyor.
Beden dilini de gözden geçirmesi gerekiyor.
Belli ki bunları hesap etmemiş Şafak, Star Gazetesi Yayın yönetmen yardımcısı Yusuf Ziya Cömert de bir televizyon insanı değil, Elif Çakır’a gelince, o da bence olmamıştı.
Sınavda çaktılar.
Yakınları onları üzmemek için söylemeyecektir, ben söyleyeyim, düşmanlık olarak da algılamasınlar lütfen bunu.
Gönül isterdi ki, orada farklı gazeteciler de görelim, onlar da Başbakan’a soru yöneltsin.
Ama günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki olamıyor.
Fakat en en başarılı performansı kim gösterdi derseniz...
Başbakan Erdoğan.
Bence çok iyiydi.
Rahat, samimi ve çok güvenli.
Bazen gereğinden fazla güvenli ama işte böyle “yıldız” olunuyor.
Görüşlerine katılırsınız katılmazsınız, ki ben katılmıyorum, ama Sezar’ın da hakkını da Sezar’a teslim etmek gerekiyor.
Erdoğan yine işin içinden bir “yıldız” olarak çıktı.

Yazarın Tüm Yazıları