Paylaş
Baştan beri insanlık dersi verdi. 7 aydır birlikte olduğu kadını, başlarına o büyük felaket geldikten sonra bir an olsun yalnız bırakmadı. Bir sürü adam kaçardı, topuklayıp giderdi. Oysa o hep yanında oldu, Lobna’ya bebeği gibi baktı. Ve bunu da “Başka türlüsü mümkün değildi ki” diye anlatıyor...
Sizinki de büyük aşk...
-(Gülüyor) Öyle ama zor bir ilişki yaşıyoruz. Barış, bana sürekli yardım ediyor. Çünkü sürekli yardıma, desteğe, morale, tedaviye ihtiyacım var. Hayatımı tek başına idame ettiremiyorum. Bu da benim gibi hep bağımsız yaşamış biri için korkunç bir şey. Yani normal bir hayatımız yok henüz. Olamıyor. Gerçeği istersen, ne durumdayız, ne haldeyiz ben de bilmiyorum...
Bütün bunlar Barış’ın başına gelseydi, sen de aynı şeyi yapmaz mıydın?
-Yapardım.
Onun sürekli sana yardım etmesinden dolayı suçluluk mu duyuyorsun?
-Evet. Bir senedir hiçbir şey yapmıyor, sadece bana bakıyor.
Ama kimse onu zorlamıyor...
-Evet ama omuzlarındaki yük çok fazla...
Sen nasıl değerlendiriyorsun bu durumu Barış?
Barış: Tabii ki aramızda aşk var. Ama büyük toplumsal olaylarda böyle büyük travmalar yaşayınca, insanın hayatına mecburen aşktan başka duygular da giriyor. İnsanlık sınavından geçiyorsun. Vicdan, merhamet, yardımlaşma, dayanışma gibi duygular. Bir de tabii, o kadar ölüm kalım meseleleriyle uğraşıyorsun ki, aşkı ya da sevgiyi, klasik anlamıyla yaşayacak zamanın olmuyor. Önceliklerin hayatta kalmak, hayatı idame ettirebilmek oluyor...
Bence sen örnek bir davranış sergiledin, sergiliyorsun...
Barış: Ben kendimi özel hissetmiyorum. Bana herkes böyle davranırdı gibi geliyor. Başımıza geldi, yaşıyoruz...
Ama sorumluluktan korkabilirdin, kaçabilirdin...
Barış: Korkmadığımı kim söyledi, çok korktum ama kaçmadım! Lobna’nın yoğun bakımdan nasıl çıkacağını bile bilmiyorduk. Kendinizi her şeye hazırlayın dediler, ömür boyu yatalak da kalabilirdi dediler. Ama bak bu noktaya geldik...
EVLİLİK-MEVLİLİK?
-Şu an gelecek planları yapabilecek durumda değiliz. Sadece tedavilere konsantre olduk.
Buraya dönmeyi düşünüyor musun?
-Evet. Önceleri “Asla dönmem” diyordum. Ama Danimarka’ya gidince, anladım ki, tam olarak ne zaman bilmiyorum ama muhtemelen ben hep burada olacağım, burada yaşayacağım. Çünkü İstanbul’u çok seviyorum. Her şeye rağmen seviyorum. Hiçbir yer, İstanbul’un yerini tutmuyor.
BİR GÜN...
Hiç tanımadığım insanlar arıyor, “İyi misin?” diye soruyorlar. Mail atıyorlar. Beni merak ediyorlar. Bu çok güzel bir şey. İlk günden bu yana posta kutuma gönderdikleri binlerce mesaj var. Hepsini saklıyorum. Şu anda yazamıyorum ama bir gün hepsine cevap vereceğim...
HASRETİN TEDAVİSİ YOK
Tuncay Özkan’ın beni en duygularından laflarından biri bu. 6 yıl sevdiklerinden uzak kalmış birinin duygularını ifade edişi. Bu fotoğrafı
Emre Yunusoğlu çekti, pazar günü kullanamadık, kısmet bugüneymiş...
TANIMAYA ÇALIŞIYORUM
“Ben bıraktığımda bir çocuktu, şimdi genç bir kadın. Ergenliği boyunca yoktum. Şimdi yeniden tanımak istiyoruz birbirimizi. ‘Gel televizyona birlikte gidelim’ dedim. ‘Ben Berkin için yapılan eyleme gideceğim!’ dedi. Artık kendi tercihleri olan bir birey var karşımda. Ben şimdi onun nasıl geliştiğini, değiştiğini, kimliğini ve kişiliğini öğrenmeye çalışıyorum. Tanımaya çalışıyorum. Kızımla flörtümüz yeni başladı...”
ÜLKENİN CANINA OKUDUNUZ!
Başbakan’ın söylediği gibi, size bütün bunları yapan, cemaat miydi?
-Bize bir şey yaptılar evet ama Başbakan’la beraber yaptılar. O, bir koalisyondu. Dağılınca, her iki taraf da, birbirini kötülüyor. Her iki taraf da, iki ucu pis bir değnek. “İki tane var, başka alternatif yok!” değil. Üçüncü yol, “Allah belanızı versin, ülkenin canına okudunuz. İkiniz de defolun gidin!” demektir. Biraz daha karışacak ortalık ama sonra durulur. Çok güzel bir laf var, ‘Önce dalgalanır sonra durulur. Ve her şey eskiden iyi olur!”
Peki AK Parti, yine de birinci parti olarak çıkarsa...
-Fark etmez. Yine de yıkılır. “Gelecek” dedikleri şey geldi. Nüfuz ediyor şu anda, mahalle mahalle, ev ev. Kazanan taraf, çağdaşlık, yenilik ve gençlik olacak...
Sen, büyük bedel ödemiş insanlardan birisin, bundan daha fazlası olur mu?
-Olur. Berkin gibi olur. Canını alırlar insanların. Ama ben inanıyorum ki, genç kuşağın, Gezi’de ortaya koyduğu enerji, dünyadaki yeni değişim dalgasıyla birlikte Türkiye’yi güzel yerlere taşıyacak...
Serçeye soğan fırlatanlar
Dünyanın en güzel kitaplarını okuyabilirsin, ama yüreğinde ve hücrelerinde onlara yer yoksa, bir şey anlamam mümkün değil. Ben cezaevinde insanlar tanıdım, serçelerin sesinden rahatsız oldukları için soğan fırlatıp kaçırtmaya çalışıyorlardı. Biz ise ekmek seriyorduk ki, gelsinler. Cezaevi, içindeki neyse o fazlalaştırıyor, iyiliği de, kötülüğü de...
Paylaş