Bu yaz sadece Laila, Reina gibi yerlere gitmek istemiyorsanız, ‘‘Farklı bir yer olsa. Şöyle püfür püfür. İçimiz açılsa. Etrafta da kokoş kokoş insanlar olmasa...’’ diyorsanız, marş marş Leb-i Derya'ya.
Orası bir dammış!
Evet, bildiğiniz dam.
Ama ne dam.
150 metre kare bir şey.
Çatılar, saraylar, camiler, adalar, Boğaz, tarihi yarım ada, yani bütün bir İstanbul ayağınızın altında.
Yenisi de eskisi de...
O kadar acayip bir görüntü ki.
Çünkü sözünü ettiğim yer Tophane'nin göbeğinde.
Başka bir İstanbul yani.
Steril olmayan bir İstanbul.
Ama gerçek ve yaşayan bir İstanbul.
Önce nasıl gideceğinizi tarif edeyim: Şimdi Galatasaray Lisesi'ni arkanıza almış, Tünel'e doğru yürüyorsunuz ya. Solda Richmond Otel var. Aman yavaşlayın. Çünkü geçer geçmez sol yapıyorsunuz. Evet, tepede Kumbaracı Yokuşu yazıyor, siz çok akıllısınız! Yoksa topuklu ayakkabı mı var ayağınızda? O yokuştan aşağıya nasıl yürümeyi düşünüyorsunuz! Peki, sevgilinizin koluna girin. O da lütfen niye topuklu giydin diye şikayet etmesin. Birazdan geçecek bu gerginlik. O manzarayı gören herkesin aklı başından gidecek.
Yokuşun dibinde Kumbaracı İşhanı var, işte onun terasına çıkacaksınız.
Asansör var, bir zahmet, en tepedeki düğmeye basacaksınız.
Adres tarif etmek de zor oluyormuş.
Salak Ayşe, telefon numarasını yazıp kurtulsaydın ya:
0212 293 49 89
*
İki patronu var Leb-i Derya'nın.
18 yıl boyunca basketbol oynamış, defalarca ama defalarca milli olmuş Galatasaraylı iki kadın.
Oda arkadaşı, takım arkadaşı...
Handan ve Aycan.
10 sene içinde 9 Türkiye Kupası, 9 Cumhurbaşkanlığı Kupası, Avrupa Üçüncülüğü, Akdeniz Oyunları İkinciliği filan derken, basketbolu bırakmaya karar veriyorlar.
İyi de ne yapacaklar?
Bir yerlerde nargile içerken şöyle diyorlar:
‘‘Bari farklı bir restoran-bar açalım...’’
Sonrasını biliyorsunuz, bu damı görüyorlar, vuruluyorlar, Tophane'nin göbeğinde olur mu olmaz mı diyorlar, ama mücadeleci iki kadın ya bunlar, inat ediyorlar.
İyi ki de öyle yapıyorlar.
Gidin, seveceksiniz.
Yiyin (Aç Tavuk Salatası), beğeneceksiniz.
İçin (çilekli margarita ya da mohito), kendinizi bir hoş hissedeceksiniz. O manzara mı, içkiler mi (yoksa yanınızdaki mi?) sarhoş ediyor sizi, kestiremeyeceksiniz...
ŞİMDİ İKİ KADIN BASKETBOLCUNUN İŞLETTİĞİ RESTORAN BAR OLDU
Beni bir tek sen anlıyorsun, sen de yanlış anlıyorsun!..
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
YANLIŞ
DOĞRU
Aynı köklerden geldiğimizi öğrenmem beni çok mutlu etti. Ama bazı şeyler takıldı aklıma, cevaplarsanız mutlu olurum: Neden asıl adınızı, yani Janset'i kullanmıyorsunuz? Neden kendinize Ayşe diyorsunuz? O köşenin adını Ayşe'nin Gözlüğü yapıyorsunuz? Takma isim kullanmanız şart mı? Bir de yazınızdan anladığım kadarıyla, babanız Çerkes, ama siz kendinizi bu çerçevenin dışında tutuyorsunuz! Neden? Yani benim babam Çerkesse, ben başka bir şey olabilir miyim? (Davud H.)
Davud Bey. Çok haklısınız, babanız Çerkesse siz de öylesiniz. Armut dibine düşer. Ben mesela Adanalı bir armudum. Çünkü benim babam Adanalı. Anlatabiliyor muyum? Takma isim de kullanmıyorum. Ayşe, benim gerçek ismim. Ama beni çıldırtmak istiyorsanız, beni yanlış anlamaya devam edebilirsiniz...
Çok duygulandım, şu an gözlerim yaşla dolu. Babanız Doktor Cavit'e olan sevginizi ben de bu yazıyı okurken yaşamış oldum. Nur içinde yatsın, toprağı bol olsun. Allah sevenlerinize uzun ömür versin. (Nadir H.)
Amin. Versin de. Babam da Doktor Cavit değil, çiftçi Mehmet! Ve yaşıyor. Ölmedi. Allah korusun, hayatta yani. Nur içinde yatmıyor, yayla gibi püfür püfür evinde bahçesiyle uğraşıyor. Ama ben tek tek hepinize açıklama yapamam ki. Okur mektuplarını benim yazım sanıp bir gün babamı öldürüyorsunuz, bir gün beni lezbiyen yapıyorsunuz. Şu yazıları sonuna kadar okusanıza...
Geçenlerde kangal köpek satan birini yazmıştınız. Mümkünse o beyefendinin adresini ve telefonunu bana iletirseniz çok sevinirim. (Halit K.)
Bakın, yazıyorum buraya Doğan Baba'nın telefon numarasını, izni var: 0536 274 75 06. Ama, onu arar da ‘‘Kangal satıyormuşsunuz’’ derseniz, yemin ederim kafanızı kırar. Ve o çok güçlü. Eski güreşçi. Hiç tavsiye etmem yani! Adam, bir röportaj boyunca kangallara olan aşkını anlattı. ‘‘2002 Mercedes verdiler, kangalımı vermedim’’ dedi. Satmıyor yani. Yetiştiriyor, seviyor, gözü gibi bakıyor. Siz mi okuduğunuzu anlamıyorsunuz ben mi kendimi ifade edemiyorum?
Ayşe, bu yaz tatile Kıbrıs'a (da) gidecek
Geçen pazartesi eteklerim zil çaldı.
Şöyle ki, bizim gazetede tam sayfa (biz ona dana gibi diyoruz!) bir ilan vardı.
KKTC ilanı.
Ne var bunda diyebilirsiniz?
Dediniz mi?
Tamam.
Haklısınız, ücretini ödeyen herkes tam sayfa ilan verebilir.
Yani kendi reklamını yapmak isteyebilir.
Parasıyla değil mi kardeşim!
Ama ben ilk defa, bir devletin böyle bir şey yaptığına tanık oldum.
Şimdi burada duralım.
Arkadaşlar, bu gerçekten heyecan verici!
Ve yaratıcı.
Çünkü doğrudan Hürriyet okurlarıyla temasa geçiyorlar.
Ve şöyle bir numara çekiyorlar:
İlanın ortasında, insanın içini gıcıklayan, gel gel yapan, gözlerinin tatil tatil bakmasına sebep olan, şahane bir Kıbrıs fotoğrafı koyuyorlar altında biraz bilgi ve bir Hürriyet yazarının adı:
(Bilmem Kimin de seveceğinden eminiz...)
*
Peki, pazartesi benim eteklerimin neden zil çaldı?
Çünkü o gün, o Bilmem Kim bendim.
İlanın altında Ayşe Arman'ın da seveceğinden eminiz yazıyordu.
İnanamazsınız...
Tonla insan aradı, bir o kadar da mail atıldı.
Bir ilgi, bir ilgi:
‘‘KKTC ilanındaki Ayşe Arman'la ilgili konunun ne olduğunu merak ediyorum. Size o ilanda neden yer verildi?’’
Beni şaşırmayı ve şaşırtmayı önemsiyorum hayatta.
Demek ki Kıbrıslılar da bu ilanla bunu başardı.
Tebrik ediyorum.
Beni şaşırttıkları yetmiyormuş gibi, başkalarını da şaşırttılar.
Herkes soruyor, bu ne anlama geliyor, o köy neresi diyor.
Valla, ben de henüz görmedim.
Ama biraz bilgi edindim:
Köyün adı Bellapais.
Latince anlamı Güzel Köy.
Lawrance Durell, bu köyde 2 yıl yaşamış.
Hatta ev satın almış.
Yememiş, içmemiş iki de roman yazmış: Acı Limonlar (Bitter Lemon) ve Huzur Ağacı (Tree o Ildeness).
Tabii Durell gibi birinin adının geçtiği ilanda yer almak ayrıca heyecan verici.
Ne diyeyim?
Sırf o köyü görmek için bu yaz Kıbrıs'a (da) tatile gideceğim.
Gülleri, solgun bademleri ve şeftali tomurcuklarını gözlerimle seveceğim!
HAMİŞ: Ama bugün yayınlanan Ertuğrul Özkök'ün adının geçtiği ilandaki karidesleri ve balıkları da yiyeceğim!