Paylaş
Bir insanın hayatının söndürülmesine isyan ediyorum. Öfke, acı, derin bir hayal kırıklığı... Bir kere yazmak da yetmiyor. Çünkü mesele sadece Didem değil, başkaları da var. Dün, intihar eden hâkim adayı Didem Yaylalı’nın ev arkadaşı Evrim anlattı, bugün onun haksız yere meslekten atılmasına karşı, onunla birlikte mücadele eden YARSAV Genel Sekreteri hâkim Leyla Tarhan Köksal...
Didem’le nasıl tanıştınız?
Tolga, Nebi, Didem... Üçü de aynı anda hayatıma girdi. Aynı kaderi paylaştılar. Ve gerçekten, incir çekirdeğini doldurmayacak gerekçelerle meslekten atıldılar. Ama en çok Didem için yanarım. Hâlâ ağlıyorum.
Bir de sizden dinleyelim Didem’in yaşadıklarını...
Annesi-babası, “serçe” diyormuş ona, benim “kuzu”mdu. Mini minnacık bir kızdı. Sabaha kadar dekolte ya da tayt giyse, insanda bir kadın havası uyandıramayacak kadar çocuksu bir duruşu vardı!
Kişiliği nasıldı?
Biraz içe kapanık. Ama zehir kızdı. Bilgiliydi, çalışkandı. Bu “tayt giymek, içki içmek iftiraları” onu çok yaraladı. Ben de “Git kendini anlat” dedim, “Ulaşabildiğin bütün HSYK üyelerine “Bir de beni dinleyin de!” dedim. Zorla gönderdim. “Haklı olduğum bir konuda, kendimi savunmak onurum incitiyor” dedi. Ama yine de yaptı.
FARKLIYDILAR
Peki o hastane raporu? Elle tutulabilecek hiçbir yanı yok, hastane bile, “Hatalı biri varsa, biziz” demiş. Eeee?
Bakın, bunların hiçbirinin önemi yok. Karar çoktan verilmişti. Tolga, Nebi ve Didem... Bu üç gencin birine “yalancı”, diğerine “sahtekâr”, diğerine de “sarhoş” dediler. Evet, belki saçma. Ama bunların bir önemi yok. Didem hasta olduğu için rapor alıyor, ki gerçekten hasta ama elindeki rapora bakmıyor.
İnsanın aklında birini kandırmak yoksa, elindeki belgenin detaylarına bakmaz. O da bakmamış. Eğer Didem birilerini aldatma duygusuyla hareket etseydi, usulsüz belgedeki imza eksiğini de tamamlardı...
Mesele, eğitim merkezindeki derslere katılamaması mı?
Evet. Hasta olduğu için gidemiyor. Söz konusu rapor da, bir-iki gün gidememenin mazereti. Dersi dinleyememenin bedeli, olsa olsa dersten kalmadır, meslekten ihraç değil, olmamalı. Böyle terbiye verilmez insana. Ama veriyorlar.
Hastane, “Biz hata yapmışız” deyince sorun neden çözülemedi?
Didem, Nebi ve Tolga’nın üçünün de üzerleri çizildi. Çünkü farklıydılar, onlar eğilip bükülmeyecek, söz dinlemeyeceklerdi. Kurban seçildiler. Pırıl pırıl başka gençlerimiz de var. Ama bu üçünün üstü çizildi. Neden diye sormayın, öyle. Akademi, bir sırat köprüsü ve bunları da köprünün başında attılar. “Gösterdiğimiz hizadan yürümediniz, sizi istemiyoruz!” dediler. Makul bir açıklaması olması gerekmiyor.
İyi de biri canına kıydı! Bu kadar kolay olmamalı, bu kız kendini öldürdü...
Orası rakamların konuştuğu bir yer. Oylama oldu ve her şey bitti...
Kaç kişi karar veriyor?
Didem’de 18 kişi katılmış oylamaya. 15’i meslekten ihracına karar vermiş.
Kaçı kadın?
3’ü. Biri lehine, diğer ikisi aleyhine oy kullanmış. Kimseyi suçlamak istemiyorum ama durum bu.
Kuşlar bile güler “Tayt giydi, bira içti” gerekçelerine...
O tayt’lar, biralar dosyaya yansımıyor ki. “Bu kız, sahte belge sundu!” deniyor. Biliyorum, ne desem size izah edemiyorum. O zaman şöyle söyleyeyim: Didem’in hâkim olmamasına karar veren başka bir güç var. “Mesleğe kabul edilmeyecekler” diye bir liste hazırlanıyor. İlgili, meraklı, muhakeme yapabilen, kürsüde soru sorabilen, eleştiren, halkla empati kurabilen çocukların bir kısmı eleniyor. Oysa bizim, tam da böyle iyi hâkimlere ihtiyacımız var. Bizim mücadelemiz de bu. Kanunu, bilgisayar da uygular. Girersin kodları, ona göre karar çıkarırsın...
ÖLMEYE YATTI
Siz ne hissettiniz ölüm haberini alınca...
Kahroldum. Hemen ailesinin yanına gittim. Hem mensup olduğum sivil toplum örgütü adına hem de Leyla Ablası olarak. Didem’le paylaştığımız o 4-5 aylık süreçte, abla-kardeş gibi olmuştuk. Didem, muhtardan HSYK’nın kararını alınca otobüse binip Fethiye’ye gitmiş. Yanında kimse yok, eşya yok. Odasında bir şort, bir tişört bir de terlik bulundu. Bir de o karar. Şöyle düşünüyorum, Didem o kararı okudu, okudu sonra, “Nasıl benim aleyhime bu kararı verdiler? Ben onların gördüğü insan mıyım?” diye kendini sorguladı. Adalet Ağaoğlu’nun, “Ölmeye Yatmak” diye bir kitabı vardır. Belli ki Didem, Fethiye’ye ölmeye yatmak için gitti...
Bu meslekte kadın olmak daha zor
Kadın olmak bu meslekte daha mı zor?
Kesinlikle. Bizim zamanımızda yüzde 10 barajı vardı, sadece yüzde 10 kadın alınıyordu. Çok küçük kasabalara güzel kadınlar atanmıyordu ki, “Yargıca laf atıldı!” denmesin. Ben bir bürokratın ağzından duydum, “Biz çok güzel kızları hâkim yapmıyorduk!” dedi. Böyle bir zihniyetten geliyoruz ve ne yazık ki, değişen pek bir şey olmadı. Üstelik, şimdi her şey daha da fena! Didem, iki yabancı dil biliyordu, İngilizce ve Rusça. İş teklifi de almıştı. Ama bu itibarsızlaştırma kampanyası altından kolay kalkılabilecek bir şey değil. Hayatınızı çöpe atıyorlar, sizin de sesinizi çıkarmamanız gerekiyor. Bu üç gencin başına gelenleri kamuoyuna, basına anlatmaya karar vermiştik. Araya Gezi olayları girdi ve Didem mesajını tek başına verdi...
Bu sistem, sizin bunları anlatmanıza nasıl izin veriyor?
Biz belki sıra dışı hâkimleriz, evet konuşuyoruz ama işimizi de iyi yapıyoruz. Yüreğimiz kanıyor, bu gençlerin yaşadıklarının unutulmaması da gerekiyor. Üç yargı örgütüyle bir araya geldik. Sonuna kadar da Didem olayının arkasında duracağız. Halihazırda, kürsüde olup görev yapan müfettiş ya da bir ihbar mektubuyla soruşturmalara tabi olan çizgi dışı o kadar çok hâkim-savcı var ki. Yapacak bir şey yok. Bugün yargıda durum bu. Kendinden olmayanı, farklı düşüneni dışlayan bir devlet yapısı var. Ötekileştiriyor. Dedikodu mekanizması öyle hızlı çalışıyor ki, sizi sevenler sizden uzaklaşıyorlar. Sizin önceki hayatınıza dönmenize de izin verilmiyor. Didem de önceki hayatına dönemedi. Cenazesine, korkudan meslekten sadece iki arkadaşı gitmiş. Bizler artık, Ece Temelkuran’ın dediği gibi, “Birbirimizin içinde yaşayıp, birbirimizden saklanıyoruz!” Böyle bir ülke olduk. Her şey bu kadar dramatik...
Paylaş