Paylaş
Başbakan’ın ona ettiği “Edepsiz!” lafı, bütün Türkiye’nin gündemi haline geldi. Benim de onunla konuşmam farz oldu...
Bu konuşmayı neden yaptınız?
-Çünkü bu konuşmalar gelenekseldir. Her adli açılış yılında Yargıtay Başkanı, Danıştay’ın açılışında da Danıştay Başkanı ardından Barolar Birliği Başkanı konuşur...
Başbakan, kanunen sizin konuşmanızın yasak olduğunu söyledi. “Biz, tüzükle böyle bir şeye izin verdik!” dedi. Doğru mu?
-Bu, Sayın Başbakan’ın kararına kalmış bir konu değil. Dahası, ondan izin de alınmıyor. Şaşıracak belki ama, ondan izin alınmadığı az sayıda konudan biri... Bu, tamamen bir teamül. Ve güzel bir teamül. Yargının, hem anayasaya hem de kanuna göre kurucu unsurlarından biri, “savunma”dır. Savunmanın olmadığı yerde de hâkimler, “idarenin memuru”na dönerler. Bu konuşmalarda, bir tarafta yargılayan hâkimler var, bir tarafta yurttaşı savunan avukatlar var denklemini yaratarak, hem demokrasinin vazgeçilmezini ortaya koyarız, hem de hâkimlerin gerçek anlamda hâkim olmasını avukatların sağladığını vurgularız. Benim yaptığım da buydu.
Siz, Başbakan’ın iddia ettiği gibi haddinizi aştınız mı?
-Kesinlikle hayır! Kabul etmiyorum. Konuşma metnimi herkes okuyabilir. Hiçbir satırımda haddimi aşmadım.
50 dakika konuştunuz ama...
-Doğru. Danıştay Başkanı’na 30 dakika ayrılmış, Barolar Birliği Başkanı’na da ayrılması gereken süre, en az o kadar olmalı. Ama ben 20 dakika aştım. Çünkü Danıştay Başkanı, Danıştay’ın hâlâ taptaze acısı Mustafa Yücel Özbilgin’in şehit edilişine dair tek kelime etmedi. Onun yerine ben değinmek zorunda kaldım. İkincisi, bir koro çıktı, çok güzel şarkılar söyledi. O koro da, bizim hizmetkârlarımız değil. Sanatçı onlar! İnsan, sanatçılara teşekkür etmez mi? Onu da yapmadı. O iş de bana kaldı. Ayrıca son zamanlarda yeni bir moda çıktı, idare, idari yargı kararlarına uymuyor. Hatta uymamayı, yeni bir maçoluk biçimi olarak benimsiyor. Danıştay Başkanı, bu gerçeği de yok saydı. Bu konu üzerine birkaç laf etmek de bana kaldı, o yüzden konuşmam uzadı.
Siz yaptığınız konuşmanın siyasi olmadığını mı iddia ediyorsunuz?
-Kesinlikle! Bir kelimesi bile siyasi değil, tamamen insani... Başbakan, Afyon konuşmasında, “Engelliler haftasından bahsediyor, sana ne!” demiş. Ne demek bana ne? Anayasaya, pozitif ayrımcılar hükmü engelliler için geldi. Teşekkür ettim bu hükmü getirdikleri için. Fakat örneğin, görme engelli birinin oy kullanabilmesi için mutlaka biriyle birlikte sandığa girmesi gerekiyor. Bu sorun, bir insan hakkı sorunu değil mi?
Bir de Van depremi meselesi var...
-Evet. En çok da buna öfkelendi. Oysa o da siyasi değildi. “Van depremi sırasında bir şey yapmadınız. Yaralarını sarmadınız!” demedim ki ben. Dedim ki, “Konut alamayan son 44 ailenin suçu ne? Ben onların selamını getirdim size. Devletiminiz kudreti ve sizlerin iyi niyeti bunu çözmeye yeterlidir Sayın Başbakan!” Güzel bir konuşmaydı. Ama o, “Ben Van’a 118 bin konut yaptım!” diye öfkelendi, ben “Yapmadınız!” demedim ki. Bazı konular Başbakan’a iletilemiyor. Bir eksikliği öğrenip gidereceğine, “Fırsat!” olarak kabul edeceğine, “Yalan söylüyorsun!” diyor. Sözlerimin içinde yanlış bir şey varsa söyler, düzeltirim. Bu kadar sertliğe ne gerek var?
Sizce neden bu tahammülsüzlük?
-Bilmiyorum. Siyasiler hukukçulara alan ayırmak istemiyor. Engellilerden sana ne, Van’dan sana ne! Oysa ben, konuşmamın yüzde 80’inde, aslında muhalefetin organizasyon bozukluklarını eleştiriyorum. Diyor ki, “Seçimlerde belge toplayın. Belgeniz yoksa, seçimleri şaibeli hale getirmeyin. Bundan demokrasi zarar görür!” Buna muhalefet kızsın, Tayyip Bey niye kızıyor?
Bütün bunları Cumhurbaşkanlığı adaylığı için yapıyormuşsunuz, doğru mu?
-Hayır, bütün bunları doğru olduğu için yapıyorum.
Konuşmamda teşekkür de var eleştiri de
Sizce Başbakan’ı, çok ön plana çıktığınız için mi kızdırdınız, yoksa eleştirileriniz mi ağır geldi?
-Bakın, konuşmamda eleştiriler var ama aynı zamanda siyasi iktidara teşekkür de var. “İlk defa çift başlı ceza yargısı sisteminden sizin sayenizde kurtulduk” diye bir teşekkür var mesela. “Bireysel başvuru yoluyla Türkiye’nin önü açıldı. Bu bireysel başvuruyu da siz getirdiniz, övününüz!” var...
Ahmet Hakan da bir ara, çok ön plana çıktığınızı yazdı...
-Valla, Türkiye Barolar Birliği Başkanı’nın kanundaki görevlerini öğrenmeleri lazım. Baroların, dünya demokrasi ve hukuk tarihindeki vazgeçilmez rolünü bilmeleri lazım. Türkiye Barolar Birliği de, hukukun üstünlüğünü savunuyor ve çekinmeden savunuyor. Unutulmaması gereken bu...
Sizi elitistlerin yanında olmakla suçlayanlar da var...
-Öyle olsa, oturduğum yerde ahkâm keserim değil mi? Ben bütün Türkiye’yi tam 3 kere dolaştım, şimdi de 4. turumun ortasındayım.
Bir de size muhalefet edenler, Münevver Karabulut’un katili Cem Garipoğlu’nu savunmakla suçluyorlar...
-Başka hiçbir şey bulamadıkları için. Daha yapıcı olmaları lazım. Biraz daha uğraşsınlar. Ben asla Cem Garipoğlu’nun avukatlığını yapmadım. Olay sırasında, başka yerde olduğunu kamera ve ses kayıtlarıyla ispatladığımız babasının avukatı oldum ve beraatı kesinleşti. Bu dava da, bana inanılmaz bir tecrübe kazandırdı. Ne biliyor musunuz? Bütün toplum, bütün basın karşımda olsa da; ben, tek başıma doğru olduğuna inandığım şeyi savunurum.
ELEŞTİRİYE SIFIR HOŞGÖRÜ!
Sizce Başbakan’ın haklı olduğu bir yan var mı?
-Hiç yok. Yapıcı bile olsa, eleştirilere sıfır hoşgörü gösteren bir başbakanımız var. Acilen eleştiriye kendisini açmasını dilerim...
Sizin CHP’ye geçmek ya da milletvekili olma hayalleriniz var mı?
-Hayır. Bu ülke öyle bir ülke ki, biri bir şey söylüyorsa, dik duruyorsa, bir şeyler anlatmak için geziyorsa, “Mutlaka bir yere taliptir!” diye düşünülüyor. Ben görevimi yapıyorum. Üstelik yıllardır yapıyorum, bugün başlamadım ki...
Korkmuyorum
Başbakan ayağa kalktı, neredeyse üzerinize yürüyecekti ki... Cumhurbaşkanı kolundan tuttu ve onu sakinleştirdi. Tutmasaydı, üzerinize yürüseydi ne yapardınız?
-N’apılabilir ki böyle bir durumda? Son derece absürd bir olay. Bu olay, “one minute” gibi bir şey herhalde. Ama onu da yapamadı. Çünkü içinde one minute ayarında bir kelime yoktu. Kimseye edepsizlik yaptığımı da kabul etmiyorum. Yine de ben iyi niyetli bir insanım. Tüm bunlardan sonra Başbakan’ın, “Keşke yapmasaydım!” demesini bir yurttaş olarak ümit ediyorum. Gerçi demediğini düşünüyorum ama ben hâlâ ümit etmeye devam ediyorum...
Siz korkmuyor musunuz Başbakan’dan?
-Asla!
Paylaş