Paylaş
Bütün Türkiye'nin dilindeki kadın Kübra Eken, ilk kez konuştu: Kocam, arkadan dört defa kafama vurdu, beyin kanaması geçirdim. suçlanan eş Neptün Eken ise tepkili: Ben Kübra'dan ölesiye nefret ediyor olsam bile sırf bir buçuk günlük çocuğumuz sütsüz kalmasın diye kafasına vurmam! Biri doğruyu söylemiyor ama kim?
FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYIN
Bütün Türkiye’nin konuştuğu kadın.
“5 dil bilen spikere koca dayağı” haberinin kahramanı.
32 yaşında beyin kanaması geçiriyor ve felç oluyor.
Bir tarafı artık tutmuyor.
Kübra olayı şöyle anlatıyor, “Kocam, arkadan 4 defa kafama vurdu, beyin kanaması geçirdim. Felç oldum!”
O öyle diyor ama kocası Neptün asla kabul etmiyor.
“Karıma vurduysam beni assınlar!” diyor.
O, ise epidüral sezaryenin beyin kanamasına yol açtığını söylüyor.
Aileler de birbirine girmiş durumda.
Her iki aile de, birbirleri tarafından darp edildiklerini iddia ediyor.
Aynı olayları farklı şekillerde anlatıp, birbirlerini suçluyorlar.
İş, biraz da ailelerin savaşına dönmüş halde.
Çocuk, orada mı kalsın, burada mı?
Kız tarafı mı çocuğu almak istemiyor, erkek tarafı mı kaçırıyor?
Beyin kanamasına, koca dayağı mı yol açtı, epidüral sezaryen mi?
Kübra, papağan gibi annesinin ona ezberlettiklerini mi söylüyor, yoksa kendi bilinciyle mi konuşuyor?
Hastanede Kübra bir komplikasyon yaşıyor ve kalbi duruyor, iki aile yine birbirine suçluyor.
Hatta kız tarafı, kocayı kızlarına öldürmeye çalışmakla suçluyor.
Erkek ise, “Kızın annesinin saçmalıkları yüzünden ölüp gidecekti!” diyor.
Ortada her iki tarafın iddiaları var.
Bir de Adli Tıp’tan alındığı söylenen bir rapor.
Ve o rapora göre, beyindeki kanama epidüral sezaryenden kaynaklanamaz. Çünkü bir darbe sonucu oluşmuş ve kafatasında kırıklar var.
Ve bu arada, küçük Alara büyüyor.
Annesinden uzakta.
Erkek tarafının iddiasına göre, kızın ailesi çocuğu almak istemiyor.
Kız tarafının iddiasına göre ise, adam çocuğu kaçırıyor, annesine göstermek istiyor.
Ben Neptün Eken’e çocuğunu göstermediği söyleyince, “Olur mu öyle şey! Alın Alara’yı siz götürün. Size güvenirim” dedi.
Ama ertesi gün aradığımda, böyle bir buluşma gerçekleşemedi, çünkü şehir dışına çıkmışlardı.
“Pedagog ve psikolog eşliğinde daha ileri bir tarihte yapalım lütfen” dedi.
Fotoğraflar: Emre YUNUSOĞLU
KÜBRA’NIN BİLİNCİ TAMAMEN AÇIK
Çengelköy’deki eve girerken heyecanlıyım.
Kübra’yla tanışacağım.
Ve hatta bilinçli olup olmadığını anlayacağım.
Ailesinin koruması altında, Kübra’yı çok yakın arkadaşları dışında görebilen yok.
Salonun ortasında bir hastane yatağıyla birlikte rehabilitasyon merkezi kurmuşlar.
İçinde de, gözleri parlayan bir kadın yatıyor.
İlgili bakıyor, meraklı bakıyor ve kesinlikle bilinçli bakıyor!
Hayat dolu, cıvıl, cıvıl.
Sadece Neptün Eken adı geçince sessizleşiyor.
Mutluluğu kayboluyor, ağlar gibi oluyor.
ESKİ KOCAM ÇOCUĞUMU ÇALDI
Kelimeler tek tek çıkıyor boğazından ama ne söylediğini anlıyorsunuz.
Ne yalan söyleyeyim…
“Kocam yaptı, bana vurdu, 4 kere…” biraz kuşku uyandırmıştı başta bende
Hani aile mi söyletiyor diye.
Acaba ezberletilmiş mi diye.
Sonra yanına oturuyorum, aklıma gelenleri serbest çağrışımla sormaya başlıyorum…
Ben Neptün dediğimde sen ne hissediyorsun? diyorum.
“Eski kocam. Çocuğumu çaldı!” diyor.
“Başbakan kim?” diyorum.
“Davutoğlu” diyor.
“Bir önceki başbakan?”
“Tayyip Erdoğan.”
“Kemal Atatürk?”
“Kurtarıcı.”
“Bir önceki sevgilinin adı?”
“Ekvatorluydu. Stalin’di.”
“Senin bütün sevgililerin adı tuhafmış!” diyorum.
“Kardeşi de Lenin’di” diyor, gülmeye başlıyor.
“İyileşince nereye gitmek istiyorsun?”
“Antalya. Yüzeceğim.”
“En çok neyi özledin?”
“Bisiklete binmeyi.”
“Seksi bir adam söyle.”
“Kıvanç Tatlıtuğ.”
“Vildan’ı tanıyor musun gerçekten?”
“Birkaç kere gördüm o kadar, çok yakın değilim.”
“Neden Arapça öğrenmek istiyordun?”
“El cezire’de çalışmak istiyordum.”
“Sen başına ne geldiğini biliyor musun?”
“Evet.”
“Hiç ödül aldın mı?”
“Evet. İngiltere’de, gazetecilik ödülü.”
“Kiminle röportaj yaptın?”
“Durmuş Yılmaz. Merkez Bankası eski başkanı.”
Sonra “Bugüne kadar kaç yerde yaşadın?” diye soruyorum.
Tek tek sayıyor.
“İngiltere’deki adresin neydi?”
Söylüyor.
Yani bilincinin açık olmadığı söz konusu bile değil!
Bilinci pırıl, pırıl…
Ve inanılmaz bir hafızası var.
Neptün - Kübra Eken ve bebekleri...
Kübra’yı, annesini, babasını, abisini dinledikten sonra Neptün Eken’le de buluşuyorum.
3 saat kadar da o anlatıyor.
Ben sadece bu sayfada gördüğünüz insanlarla konuşmadım.
Ama bugüne bunlar sığdı.
Devamında başka tanıklıklar da okuyacaksınız.
Size söyleyebileceğim şu:
Bu hikayede biri doğruyu söylemiyor…
Okuyun siz karar verin…
Ne düşündüğünüzü bana da yazın…
NEPTÜN EKEN: KARIMA ŞİDDET UYGULADIYSAM BENİ ASSINLAR!
O “canavar” siz misiniz?
-Tabii ki değilim! Ama soru doğru. İddia edilen suçları işleyebilmek için “canavar” olmak lazım. Oysa ben sineğe bile zarar veremem. Üstelik karımı da hala deli gibi seviyorum.
Yargısız infaza uğradım mı diyorsunuz!
-Hem de nasıl! Linç ediliyorum! O kadar akıl almaz bir suçlama ki bu! Ben Kübra’dan ölesiye nefret ediyor olsam bile –ki böyle bir şey yok- sırf bir buçuk günlük çocuğumuz sütsüz kalmasın diye kafasını vurmam!
Sizin sözünüze karşı Kübra’nın ve ailesinin sözü! Kübra da 4 kere vurduğunuzu söylüyor…
-İyi de neden? Neden vurayım? Kübra da, aile de neden vurduğumu söyleyemiyor. Ortada makul bir sebep yok çünkü. Kübra, beyin kanaması geçirmeden önce üçümüz sarmaş dolaş yataktaydık. Alara’nın eline ayağına bakıyorduk, “Cennet kokuyor!” diyorduk.
Siz nasıl tanıştınız?
- Aynı kanalda çalışıyorduk. Kübra, Londra temsilciydi, ben onun editörüydüm. Yönetmen arkadaşım Selçuk, ikimizin de can arkadaşıdır. Kübra aşkını, kalbime ekenlerden biridir. Hep dedi ki, “Bak ne kadar güzel kız! Sana da böyle biri yakışır! Hem eğitimli, hem bilgili, hem de kendi ayakları üzerinde durabiliyor…”
Kübra’ya ondan hoşlandığınızı ne zaman söylediniz?
-Zaten her gün irtibat halindeydik. Ama o zamana kadar ekran dışında görmemiştim onu. Biraz sosyal medya evlilikleri gibi oldu bizimdi. Facebook ve whatsup, flörtümüzün en etkili araçlarıydı…
Sonra?
-Londra’ya davet etti beni. İlk kez kanlı canlı gördük birbirimizi. Ben dev gibi, iri yarı bir kadın beklerken, hiç de öyle çıkmadı. Londra’daki kızların içinde parlıyordu. İnanılmaz güzeldi. Başka bir ışığı vardı. Görür görmez dedim ki, “İşte hayatımın kadını!” O da demek ki benzer şeyler hissetmiş olmalı ki, bir gün içinde bayağı yakınlaştık. Ben döndüm, sonra o Türkiye’ye geldi, sonra ben tekrar gittim. Ve İngiltere’de çok romantik bir yerde, dizlerim üzerine çökerek evlenme teklif ettim. Kabul etti.
Peki Türkiye’ye yerleşme konusunda sorun çıkmadı mı?
-Hayır. Çok kısa sürede, arkadaşlarımızın da katıldığı şahane bir düğünle evlendik. Balayı için İsrail’e gittik. Biz biraz kafa kırık bir ikiliyiz. Hiç kimsenin gitmeyeceği yerleri dolaşmayı seviyoruz. Her zaman konuşacak çok şeyimiz olurdu, yani evliydik ama bir o kadar da arkadaş gibiydik. Kavgalarımız da oluyordu ama yeni evlenen bir çiftin, kavga etmemesi mümkün değil. Kübra kendi kararlarını kendi veren, bildiği konuda ilerleyen bir kadın. Kişiliğinin yüzde 70’i bu. Ama evlendikten sonra kişiliğinin geri kalan yüzde 30’yla karşılaştım.
Nasıl yani?
-Türkiye’ye dönerken ona söz vermiştim, “Seni en kısa sürede televizyon kanalında işe başlatacağım” diye. Balayından döndük, daha üçüncü günde, “Beni eve kapattın! Çalışamayacağım!” diye şikayet etmeye başladı. Sonra şunu fark ettim: Kübra ne zaman annesine gitse, dönüşünde biz kavga ediyorduk. Mesela eve perde almışız, Kübra’yla ortak zevkimiz, hooop ertesi gün o perde gitmiş, yerine başkası gelmiş. Neymiş annesi istemiş! Öyle bir noktaya geldi ki, benim tuvalet kağıdımın ne kadar ince ve hassas olacağına bile kayınvalidem karar verir oldu. Bunun üzerine tartıştık ve evlilik terapisine gitmeye karar verdik. Bize bir balans ayarı gerekiyordu. Seans şahane geçti. Çıkan sonuç şuydu: “Siz aslında pırı pırıl bir çiftsiniz. Kübra, annesini evinizden uzak tutarsa, çok mutlu bir evliliğiniz olur!”
Bir buçuk yıllık evliliğiniz boyunca siz Kübra’ya herhangi bir şiddet uyguladınız mı?
-Hayır asla! Zaten Kübra, şiddet uygulayabileceğiniz bir kadın değil. Güçlü ve ayaklarının üzerinde durabilen biri. Böyle bir şey katlanmaz ki? Beş yıl Londra’da ailesinden destek almadan, iki işte çalışarak tek başına yaşamış bir kızdan bahsediyoruz. Kasım’da evlendik, Ocak’ta bizim kanalda, istediği pozisyonda çalışmaya başladı. Ortak karar alabiliyorduk. Maaşlarımız aynıydı. Gayet güzel bir hayatımız vardı. Aramızda sorun çıkması için herhangi bir sebep yoktu yani. Ama annesi, hala hayatımızın her alanındaydı…
Babası peki?
-Babasıyla sorunum olmadı. Ama anne, çocuğumuzun ne zaman, hangi saatte doğacağından, isminin ne olacağına kadar Kübra’ya dikte ediyordu. Şu burçta olması için, şu gün doğması gerekiyormuş filan. Kübra çocuğumuzun ismini kendi koymak istiyordu, ona bile müdahale ediyordu. Herkesin işine karışan, agresif bir hanımefendi. Tutarsız davranışları var.
“Evliliğimiz boyunca şiddet yaşanmadı!” diyorsunuz ama Kübra’nın arkadaşlarıyla yazışmaları var, “Gırtlağıma yapıştı. Telefonunu duvara attı, kırdı!” diye…
-Yanlış aktarılmış bunlar! Gırtlağına filan yapıştığım söylenemez. Anlamını bilmediği bir cümle kurdu, ben de şöyle elimle ittim onu ve “Benim gibi sakin bir adamı bile bir lafla bu hale getirebiliyorsun” dedim…
“Beni şiddet uygulamak durumunda kalan bir koca haline getirme!” demişsiniz…
-Hayır. Metnin tamamını okudunuz mu bilmiyorum ama bu cımbızla çekilmiş bir cümle. Ben gerçekten kavga edecek, bir kadına şiddet uygulayacak profil değilim. Hayatım boyunca bundan kaçmışım. Mümkün değil yani bu iddia edilen şeyleri yapmış olmam! Bir neden olması lazım di mi? Bana söylenen neden şu: “Efendim senin ailende hiç evlenmemiş kadınlar var. Sen, onları mutlu etmek için, kızımızı taşıyıcı anne olarak kullandın! Doğumdan sonra Kübra’nın gereği kalmadı. O yüzden vurdun kafasına! Felç ettin! Kurtuldun ondan! Çocuğa da, ablan bakacak…” Böyle düşünüyorlar. Allah aşkına bu senaryoda bir mantık var mı?
Doğum nasıl oldu?
- Normal doğum istiyordu. Ama doktor, bebeğin kalp atışları yavaşladığı için sezaryene karar verdi. Kübra ameliyata gitti, sonra bebekle geldiler. Her şey yolundaydı, ikisi de sağlıklıydı. Benden mutlusu da yoktu. Bakın, Kübra hala kalbimin tek sahibidir. Sonuna kadar da öyle kalacak…
İyi de neden son 8 aydır bu çok sevdiğiniz kadının yanında değilsiniz! Onu neden terk ettiniz?
- Onu terk ettiğim yalan!
Niye yanında değilsiniz o zaman…
-Neden mi değilim? Çünkü o evde, çocuğumla darp edildim. Başıma gelmeyen kalmadı. 50 küsur yaşındaki ablam ve ben, Kübra’nın ailesinin evinden ağzımız, burnumuz darmaduman çıktık. Polis nezaretinde. Asıl şiddete uğrayan benim.
Onlar da bambaşka şeyler anlatıyorlar…
-Anlatırlar! Çünkü bambaşka bir dünyadalar. Ben söylediğim her şeyi tanıklarla kanıtlayabilirim. 100’den fazla tanık ortaya koyabilirim. Onların sadece iki tarığı var: Tülay ve Esra. İki problemli profil.
İyi de, eşiniz Kübra da sizi suçluyor! “Neptün beni bu hale getirdi. Kafama 4 kere vurdu!” diyor…
-Bunu neden diyor sizce?
Ben size soruyorum…
-Ben de hikayemin devamını anlatmak istiyorum…
Buyurun…
-Her şey yolundaydı, bebekle eve geldik. Çocuğum doğmuş, inanılmaz sevinçliyim. Gelen giden olur diye bir şeyler almak için evden çıktım. Herkes orada. Ben çıkar çıkmaz doktoru aramış Kübra, “Başım çok ağrıyor” demiş. Doktoru Feriha Hanım da, “Epidüralden sonra normal. Bol sıvı tüket, ağrı kesici al, yat!” demiş. Ben döndüğümde hala geçmemişti ağrısı. Bir kez daha doktor arandı, yine aynı şeyleri söyledi. O arada biz, çocukla ilgileniyoruz, dedesi kulağına ezan okudu. Kimseyle bir sorunum yok. Çünkü karım ve bebeğim dışında her şey flu o an benim için. Kübra’yla kavga etmem için bir neden de yok. 10’a kadar herkes bizim evdeydi. Sonra teker teker hepsi gitti. Aynı zamanda Gezi olayları var. Bir salonda Gezi olaylarını takip ediyorum, bir Kübra’nın yanına gidip, “Her şey yolunda mı?” diyorum. Bir kere seslendi dedi ki, “Süt pompasını getirsene” Gittim, getirdim. Sütü sağdık. Buzdolabına koyduk. Hamileliğinde Alara’nın ultrasonu aramıza koyup bir fotoğraf çekmiştik. Bu sefer de, o fotoğrafın aynısı aramızda Alara’yla çektik. Sonra dedim ki, “Bak Kübra, ufaklık, sessiz sessiz yatıyor, hadi sen de uyu…”
Sonra…
- Sonra ben ayağa kalktığımda Kübra, “Neptün benim başıma acayip bir ağrı saplandı!” dedi ve saçlarını çekiştirmeye başladı. İşte ne olduysa o anda oldu. Epilepsi krizi geçiren bir insan gördünüz mü? Öyleydi. Elleri kasılmıştı, parmakları birbirinden ayrılacak kadar açıldı. Gözleri ters döndü. Gırtlağı kapanmasın diye diline ulaşmaya çalıştım. Sonra ayakları döndü. Nasıl bir paniğe kapıldım anlatamam. N’apacağımı şaşırdım. Kucağımda Alara, 112’yi aradım. Dedim ki, “Karım çok fena. Sezaryen oldu bir buçuk gün önce. Şu anda başının ağrıdığını söylüyor ve çırpınıyor!” Biri çıktı, “Epiduralden sonra ağrılar normaldir” dedi, telefon kapandı. Tekrar aradım. Dedim ki, “Benim karım ölüyor çok acil ambulans yollayın!” Sonra annemleri aradım. 5-6 dakika içerisinde ambulans da, annemler geldi. Ağzından köpükler çıkıyordu. Serum takmaya çalışıyorlardı, ama mümkün değildi çünkü Kübra çırpınıyordu…
Peki bilinci açık mıydı?
-Değildi! Güya kavga etmişiz, o da telefon etmek için koridora çıktığında kafasına vurmuşum. O da darp yüzünden beyin kanaması geçirmiş! Bir defa cep telefonu yanında, niye telefon etmek için dışarı çıksın? Zaten hareket edemiyordu ki. Buradan buraya kesmişler kızı. Tuvalete bile zor gidiyordu. Bu durumdaki bir kadınla neden kavga edeyim ki?
Sonra?
-Ambulansa taşıdık. Ben şoföre, “En yakın hastane Acıbadem, oraya gidelim” dedim. Şoför de dedi ki, “Abi, bu hanımefendinin durumu Acıbademlik değil. Beyin kanaması gibi bir şey bu! Haydarpaşa Numune’ye götürelim. Orada nöbetçi doktor olur!” Allah’tan öyle yapmışız. Yoldan abisi Önder’i aradım. Ben karımı öldürmek istesem, niye onu bu kadar hastaneye götürmeye çalışayım? Derdim ki, “Ben içeride Gezi olaylarını izlerken, düşmüş ölmüş!” Niye 112’yi arayayım? Niye üç kere arayayım?” 5-10 dakika içerisinde teşhis kondu. Ve Kübra ameliyata alındı. Allah, o doktordan razı olsun. Bir de utanmadan ilgilenmediğimi söylüyorlar, daha n’apim? Dünyanın çeşitli yerlerinden doktorlar getirttim yoğun bakıma. Akıllarına bile gelmeyecek ilaçlar buldum. Karımı farklı hastanelere taşıdım. Bu arada, Kübra’nın ailesinden hiç biri yok ortada, ne anne, ne baba, ne abi. 7 ay boyunca yoktular. Maddi manevi hiç yardımcı olmadılar. Aksine zarar verdiler. 5 hastaneden annesi yüzünden kovulduk.
Nasıl yani?
-Eli belinde başhekimin odasına giriyor. “Benim kızıma şu ilacı vereceksiniz, şu tedaviyi yapacaksınız!” diyor. Diğer hastalara, “Ben şifacıyım, ellerimle şifa dağıtıyorum!” diyor. Lap top’la kızına enerji yolladığını iddia ediyor. Abuk sabuk bir sürü şey. Kübra’yı iki omuzundan sarsıyor, “Çocuğun, annesinin memesini bekliyor! Süt gerekiyor ona. Sen burada uyuyorsun. Çabuk kalk!” diyor.
Kübra nasıl bu arada?
-11. gün kendine geldi. Benim en mutlu olduğum gün. Ailecek oradayız, çiçeklerimizle, odaya girdim, “Girme!” dedi annesi, “Çocuğumu öldürmeye mi geldin? Yastık koyup kafasına öldürecek misin? Fişini mi çekeceksin?” Kulaklarıma inanamadım! Tülay denilen kız da orada. Kübra ise gözleriyle konuşuyor. Elini tutuyorum, elimi sıkıyor. “İyi misin?” diyorum, “İyiyim” diyor. Dedim ki, “Biraz müsaade eder misiniz karımla biraz yalnız kalabilir miyim?” Annesi tekrar çıldırdı. “Hayır yalnız kalmazsın! Sen kızımı öldürmeye geldin!” O sırada Kübra panikledi. Biz dışarı çıktık. Ertesi gün babasına dedim ki, “Nuran Hanım neden böyle şeyler yapıyor?” “Benim hanıma bazen böyle gelir giderler” dedi. Ama sonra her şeyin yolunda olduğu bir sürece girdik. Herkesle aramız iyi. Kübra her geçen gün biraz daha iyileşiyor. Beni gördükçe gülümsüyor. İşe giderken izin istiyorum, suratımı seviyor, elimi tutuyor. Dikkatimi çeken tek şey, Kübra’nın bazen ateşi yükseliyor.
Anneye hala sinir oluyor musunuz?
-Olmamaya çalışıyorum. Ama hastanenin yastık kılıfını banyoda ıslatıp sıkıyor, Kübra’nın kafasına koyuyor. O esnada kafasında zımbalar var, “Anne, yapma menenjit olur” diyorum. “Bak, banyoyu elliyorsun, kapıyı elliyorsun. Hastane mikrobu diye bir şey var n’olur yapma!” Sürekli mıncık mıncık kızla. Ekran yüzlerimizden Aslı Şafak var. Aslı benim olmadığım bir anda, odada, annesinin Kübra’nın koluna bildiğiniz kese yaparken görüyor. Biz de anlam veremiyorduk Kübra’nın derisi kıpkırmızı oluyordu. Cinci hocasının verdiği sıvıyla yapıyormuş bunu. Sonra o kol, kriz raporlarında bakabilirsiniz, davul kadar oldu, şişti. Aslı geldi bana dedi ki, “Ben, kayınvalideni böyle böyle şeyler yaparken gördüm. Bunlar Kübra’ya iyi gelmez!” “Valla” dedim, “Ben söylüyorum, ama engel olamıyorum.” “O kol mikrop kapar!” dedi. O günden sonra da Kübra’nın ateşi inmedi! Kadına bin defa dediler ki, “Siz ellemeyeceksiniz! Bu hasta izole bir hasta, mikrop kapabilir!” Kadın, inadına, inadına, inadına elledi. Ve sonunda ateşi 43’e çıktı. Ve kalbi durdu! “Ben anneyim, ben iyileştiririm. Elimle ona şifa veririm. Anneden daha kudretli bir şey yok!” demesi yüzünden oldu bunlar…
Tam üç ay yoğun bakımda kaldı, doktorlar ne dedi…
-Ne yazık ki yaşama şansı vermediler.
Kübra’nın hayatta olması mucize yani!
-Evet. Bugün hayatta olması da benim ve ailemin sayesinde!
İyi de siz son kaç aydır yoksunuz! Bilincinin açık olduğunu bile benden öğreniyorsunuz…
-Çünkü uzaklaştırılmış vaziyetteyim. Ama Kübra’nın yattığı yatağı, oradaki kardiyo cihazını, kullandığı bütün araçları ben aldım. Maddi manevi her şeyini ben karşıladım. Benim şu an 300 bin lira borcum var. Ama bir 300 bin lira daha harcamaya hazırım…
Bu arada bilinci pırıl pırıl! Ne sorsanız cevap veriyor…
-Çok güzel. Bu, beni en mutlu edecek şey. Peki Neptün mü yaptı diyor? Gerçekten benim yaptığımı mı söylüyor? Buna inanıyor mu?
Evet.
-Bunları, ailesi yanındayken mi söylüyor? Lütfen odada sadece siz olun ve ona şunları söyleyin: “Senin kocan, seni terk etmedi. Mahkemeden uzaklaştırma karar çıkartıldı. Yanına gelemiyor. Oysa, seni görmek için deliriyor!”
Her ne kadar iyi bakmadıklarını iddia etseniz de, belli ki Kübra o evde mutlu. Belli ki ailesi ona iyi geliyor…
-Siz beni dinlemiyorsunuz ki! Ben o zaman anlatmayayım, röportajı burada keselim.
Lütfen devam edin…
-Kübra kalbi durduğunda, tam on dakika oksijensiz kaldı. Onu aldım, Şişli Etfal’e götürdüm. Çünkü aile yüzünden atıldık hastaneden. Etfal’de uzun ve pahalı bir tedavi yapıldı. Hücrelerine, enzimlerine kadar temizlediler. Sonra, “Bizim daha fazla yapabileceğimiz bir şey yok! Başka bir yere götürün” dediler. Ama hiçbir hastane bizi kabul etmedi. Ablamın aracılığıyla, Liv Hospital’a götürdük. Bu esnada ben, babası ve Önder’le kavga ediyorum. Onlar tırışkadan bir hastaneye götürmek istiyorlar, ben “Hayır Liv’e gidecek! Bu kızın çok yoğun enfeksiyonel bir durumu var. Steril bir ortamda, kimsenin yanına yaklaşamayacağı bir şekilde, kalması lazım!’ diyorum. Orada uzun bir sürü kalınca ateşi düştü, kendine geldi. Odaya çıkartıldı. Sabah akşam başında duracak bir hemşire kiraladım. Varımı yoğumu seferber ettim. Ben hani karımı öldürmek istiyormuşum ya, bütün bunları yaptım!
Sonra…
-Çıkarmak istediler! Yalvardık, “Evde bakamazsınız!” diye. “Bakarız!” dediler. O gördüğünüz yatağı gittim aldım. Kalbini sürekli kontrol edilmesi gerekiyor. O cihazı aldım. Evin her tarafı için dezenfektanlar götürdüm. Çocuğu alıp gidiyordum, “Çocuk sana benziyor, sevimsiz yaratık!” deyip evden kovuyorlardı. “Bu piç kurusu buraya girmeyecek!” diye beni evden attılar. Namusum, şerefim ve haysiyetim üzerine yemin ederim, en az 20 kere o evden kovuldum.
Darp edildim. Sonunda da dedim ki “Ben bu ev bir daha gelmem!”
İyi de sizce neden Kübra, “Neptün bana vurdu!” diyor...
- Çünkü sürekli, “Sana bunu kocan yaptı. 4 kere kafana vurdu. Seni terk etti. Bak buraya da gelmiyor. Çocuğunu da kaçırıyor!” diye beynini yıkadılar da ondan. Kübra şu an “Kennedy’yi ben öldürdüm!” bile diyebilir.
Valla durum hiç öyle değil. Ben gördüm ve konuştum! Gayet bilinçli!
-Ben sizin gibi düşünmüyorum. Sağ olsun, anne, kızın beynini yıkadı. “Bunu sana Neptün yaptı!” diye diye Kübra’yı bu hale getirdiler!
Kübra, bebeği görmek istiyor…
-5 Kasım’da pedagog ve psikolog eşliğinde görüştüler.
İyi de o bir anne, Çarşamba-Cuma arası da görme hakkı var… Defalarca aile, sizin eve gelmiş, Çarşambaları kapı duvarmış!
-Tamamıyla yalan! Görmek istemeyen onlar! 5 kez Alara’yı kapıdan çevirdiler, “Kübra müsait değil, görüşemez” diye. Neden mi böyle yaptılar? Neptün’ün çocuğu Kübra’ya göstermiyor olması lazım ki, Kübra’nın beynini yıkayabilsinler…
Siz, çocukla anne görüşsün istiyorsunuz yani…
-Elbette! Neden istemeyeyim? Tabii görüşsün. Ama benim çocuğumun da sağlığı önemli. Anneyi bugüne kadar hiç görmedi, tanımıyor. En azından annem ya da ablamla gitsinler, annesine alıştıktan sonra temelli kalsın. Biz bunu mahkemeye de söyledik! Kübra’nın ailesi kabul etmedi. “Kesinlikle o aileden kimse gelemez bu eve!” dediler.
KARIMI GERİ İSTİYORUM
Ben karımı darp etmedim. Darp etmek için hiçbir nedenim yok. Karımı geri istiyorum. Çocuğumu geri istiyorum. Madem taşın altına elinizi koydunuz sizden ricam, Kübra’ya onların olmadığı bir ortamda, benim ona vurmadığımı, onu çok sevdiğini, ailesi uzaklaştırdığı için eve gelemediğini, Alara’nın da beş kez annenin kapıdan geri çevirdiğini söyleyin! “Bu piç kurusunu istemiyoruz!” diye kovdular Alara’yı!
BU KADAR ŞEREFSİZ BİR ADAM OLABİLİR Mİ?
Eğer karıma şiddet uyguladıysam, Türkiye’deki en alçak adamım! En ağır ceza versinler, hatta beni assınlar! Bu kadar şerefsiz bir adamsam, asılmaya razıyım. Kaçtığım falan da yok buradayım!
NEPTÜN ÇİFT KİŞİLİKLİ BİR RUH HASTASI MI?
Yok İsrail’den zehir getirmişim, Kübra’nın ağzına sürüyormuşum. Yok İsrail ajanıymışım, yok Amerikan ajanıymışım, yok uzaylıymışım. Allah aşkına, “Facebook’u kapattın, çocuğuma uzaydan gelen enerjiyi kestin!” diye bağıran bir kadından bahsediyoruz. Benim hiçbir psikolojik rahatsızlığım yok. Bana söylenen tek şey, “Sen Kübra’yı çocuk doğursun diye aldın. Doğurduğu çocuğu da ablana verdin!” Böyle manyakça bir sebepten, insan 38 yılını, kariyerini, haysiyetini, şerefini, özgürlüğünü feda eder mi? Yok eğer diyorsanız ki, “Neptün çift kişilikli bir ruh hastası”, istediğiniz psikaytri heyetine girmeye hazırım, beni incelesinler ve karar versinler!
KÜBRA EKEN’İN ANNESİ VE BABASI NURAN-ÖNDER YELKENCİ: PEKİ ADLİ TIP RAPORU NE OLACAK? BİR ANNEYİ ÇOCUĞUNDAN AYIRAN ADAMA İNANILIR MI?
Nuran Hanım, hakkınızda psikolojik sorunlarınız olduğuna dair iddialar var, ne diyorsunuz?
ANNE: Allah şükür öyle bir sorunum yok evladım! Hep inançlı bir insan oldum. Dualarla ayakta durdum. Yaşadığımız bunca şeye rağmen antidepresan bile kullanmadım.
Kızınız adına Facebook’ta sayfa açmışsınız. Orada, onun ağzından, “Neptün kafama vurdu!” diye yazmışsınız. Tüm bu darp olayını da uydurmuşsunuz!
ANNE: Bu iddialar akıl alacak şeyler değil! Herkesin söylediğini bir kenara bırakın, ortada bir rapor var. Adli Tıp Raporu. Açık açık, beyin kanamasının epidüral sezeryanden kaynaklanmadığı söyleniyor. “Darp var” deniyor. “Kafatasının içinde kırıklar var” deniyor. Hala ne tartışılıyor. 32 yaşındaki gül gibi kızım, ölümün eşiğinden döndü. Beyin ameliyatı geçirdi, 10 dakika kalbi durdu. “Yaşaması şansı yüzde 1” dendi. Hayatta olması bir mucize. Ve kızıma, çocuğunu göstermiyorlar. O bir anne. En doğal hakkı, evladını görmek istiyor. Doğum günü geçti, Anneler Günü geçti. Bu kadar mı insafsız olunur. Binlerce yalan söylüyorlar, yalanlar yalanla, bitmiyor yalanlar!
BABA: Demin siz de sohbet ettiniz Kübra’yla! Şuuru açık. Her şeyi anlıyor, her şeye cevap veriyor. Onun istemediği hiçbir şey yapmayız biz. Facebook’ta sayfa açtık, çünkü Neptün onun sayfasını kapattı, Kübra istedi yeni bir sayfa açtık.
ANNE: Bakın, biz Kübra’nın bilinci açılana kadar kimseyi suçlamadık. Şüphelerimiz vardı ama ağzımızı açmadık. Dava da açmadık. Açılan dava, kamu davası. Kübra, 99 gün yoğun bakımda kaldı. O süreç içinde, zaten şoktaydık. Hep Neptün’ün anlattıklarına inandık. Polise verdiği ifadeyi, bize de söyledi. Yok epidüral sezeryan sırasında yapılan iğne beyindeki bir toplardamarı tetiklemiş. Yok Kübra bu yüzden beyin kanaması geçirmiş. Bize sordu, “Bir yerden düştü mü geçmişte?” diye, biz de saf saf “Hayır!” dedik.
Medya etik.com’da yazan Vildan Ay’ın söylediğine göre, sizin kızınızla sorunlarınız varmış. Öyle mi?
ANNE: Sen bizi gördün, bir sorunumuz var mı? Kendi halinde, sevgi dolu bir aileyiz biz. “Yaşamaz!” dedikleri kızım bizim yanımızda ayağa kalktı. Nasıl iyileşti? Sevgiyle. Aile ortamındaki güvenle. Ben O Vildan’ın o yazıyı Neptün’le kurgulayarak yazdığını düşünüyorum. Sen de sordun Kübra’ya “Vildan’ı ne kadar tanıyorsun?” diye. “Çok değil” diyor, “Bir iki kere görüştük” diyor. Ne maksatla bunu yaptığını da anlayabilmiş değiliz!
Neden o gece, bir buçuk günlük bebekle Kübra yalnızdı?
ANNE: Yavrum, biz kızımızı lohusa haliyle yalnız bırakır mıyız? Kocası istemedi. Bize hiç ısınamadı. Özellikle de bana. Sevemedi gitti beni. Kübra’ya, “Ben annene çocuğu sevdirmeyeceğim!” demiş. Kübra da bunu arkadaşı Tülay’a yazmış. Kız geldi mahkemede ifade verdi. Ortada bir de arkadaşlarıyla yazışmaları var. Onlarla dertleşiyor, yaşadığı sorunları anlatıyor, “Gırtlağıma yapıştı” diyor…
Peki siz o gece Kübra’ya sormadınız mı, “Kalayım mı ben?” diye…
ANNE: Sordum. “Ben kalmak istiyorum, ne yapacağız?” dedim. “Anne, kavga çıkmasın, n’olur gidin, Neptün’ü biliyorsun!” dedi. “O zaman ben sabah erkenden gelirim yavrum!” dedim. Ama bekleyemedim, akşam yine aradım. “Şimdi yatıp uyuyacağım” dedi. Neptün, kanıt olarak fotoğraf gösteriyor sadece. Neymiş? Bakın olaydan önce ne kadar iyilermiş! E Adli Tıp Raporu’nu ne yapacağız? O kadar tuhaf bir aile ki, torunumu görmek istiyorum, beni sokmuyorlar odaya. Neptün başında oturmuş, çocuğu seviyor. Sanki ben çocuğu alıp kaçıracağım! O ailede bir denge sorunu var. Kübra demişti zaten “Ailenin tamamı hasta. Ben bunlardan bir an önce kurtulmalıyım” diye. Arkadaşı Esra’yı aramış, boşama avukatı istemiş. Ama işte hamile olduğu öğrenince, bütün aile acayip bir tantana yapmışlar. Arkadaşlarına yazdıklarında bu da var, “Beni bugün kadar hiç aramayan abla Semra Eken ne hikmetse şimdi aramaya başladı!” Neptün ise kavga ettiklerinde, “Sen doğur, sonra da çek git” diyor, “Çocuk bakamazsın sen. Ablam bakar!”
BABA: Neptün’ün anlık krizleri var. Bir keresinde tanık oldum. Öfkelenince kendini kaybediyor. Takıntılı bir durum. Belki o gece de öyle oldu, tartıştılar, kendi kaybetti, vurdu. Kübra’dan başka kim bilebilir ki. E Kübra da, “Vurdu” diyor. Sürekli yalan söylüyorlar. Olan her şeyi çarpıtarak anlatıyorlar.
Onlar da sizin için böyle diyor…
ANNE: O zaman siz kararı verin!
BABA: Mağdur durumda olan biziz, çok açık değil mi? Evet, kızımız eski sağlığına kavuşmak için savaşıyor ama olan oldu. Hayatında onarılmaz bir yara açıldı. Adli Tıp da karar vermiş. Kaç kere heyete girdi bu çocuk. 17 doktor raporu var. Adam, laf kalabalığına getirip ört bas etmeye çalışıyor.
Ama ben de Kübra’yı üç kere muayene eden “Darp yoktur!” diyen ve mahkemede tanıklık yapacağını da söyleyen bir doktorla da konuştum…
ANNE: Hangi doktormuş o? Özel hastanenin paralı doktordur. Çocuk çocuk şeyler söylüyorlar. Elbeziyle kafasını silmişim. Çocuğumun kalbinin durmasına sebep olmuşum. Akıl var, mantık var, kim evladının kötülüğünü ister? Hangi anne? Delirmiş bunlar! Tam aksine, kızımızı onlardan kurtarınca iyileştirebildik!
BABA: Bir doktar vardı, Kübra’ya iğne yapmaya çalışan. Odur aleyhte konuşan.
ANNE: Türkiye’de yasaklanmış bir iğneyi yapmaya çalıştılar. Bir doktor geldi. Kimliğini açıklamadı. O iğnelerden sonra Kübra ateşlenmeye başladı. Tahlile göndermek için o iğnelerden sakladım.
Siz ne zaman ortada bir darp olduğundan şüphelenmeye başladınız?
ANNE: Kızımız yoğun bakıma kaldırılınca. Çünkü Neptün bir sürü hikaye anlattı. Yok kusmuş, yok Kübra “Başım ağrıyor” demiş, yok “Kucağıma bayıldı” diyor. Ama anlattığı o hikayeler duruma göre sürekli değişiyor. Şimdi de, hastaneye giderken sedyede kafasını vurmuş olabilir demeye başladı. Kızımıza “Yaşama şansı yüzde 1!” dendiğini biz yeni öğreniyoruz. İşin başında Neptün muhatap oluyordu doktorlarla ve Kübra’nın öleceğini zannediyordu. O aksine söylüyor ama Kübra’nın bilincinin açılması hiç işine gelmedi.
Sizce Neptün’ün neden böyle davranıyor?
BABA: Valla, ablası Serpil de, eski komşuları da söylemişti. Çocukken bir hastalık geçirmiş.
Kızınız çok mu sevdi bu adamı?
ANNE: Hayır sevmedi, mantık evliliği yaptı. Bu evlilik aceleye geldi, ama bir şey de diyemedik. Az tanıdığı biriyle evlendi. Kübra’nın, iki değişik kavgada, boğazını sıkarak duvara yaslamış. “Sana şiddet uygulayan eş olmak istemiyorum, beni zorlama!” demiş. Kızlara yazdığı bir başka mesajında öyle büyük bir kavga etmişler ki, “Ben kaçtım” demiş. Evi terk etmiş, otel arıyor. Bize de haber vermiyor ki, paniğe kapılmayalım. Kübra’nın yaptığı en büyük hata bu. Bize anlatması lazımdı.
BABA: Şunu da ilave etmek isterim, ameliyatı gerçekleştiren doktora ilk gittiğimizde, “Ben taze kan temizledim!” dedi. Onlar diyor ya “kanama eski” diye, doktoruna göre hiç de öyle değil.
ANNE: Öyle insanlardan söz ediyoruz ki, güya bizim eve geldiklerinde onları dövmüşüz. Tam tersine, doktorlar Kübra’nın şuurunun açılası için bebeğine ait eşyalar getirin dedi. “Ömer gel gidelim” dedim hem torunumuzu da görmüş oluruz. Asıl biz orada dayak yedik! Bitmedi! Hastane odasında, güvenlik şahit, Kübra’nın yoğun bakımdan çıktığı gün Eken Ailesi odayı bastı. Tülay’ı odadan sürükleyerek çıkarttılar. Neptün, Kübra’nın yakasına yapıştı, “Senin bu anneni mahkemeye vereceğim göreceksin!” dedi. Kübra da fenalaştı, ondan sonra kalbi durdu…
Neden Neptün böyle yaptı sizce?
ANNE: “Dışarı çıkın ben karımla yalnız konuşacağım” dedi. Biz de yemin etmiştik eşimle, kızımızı asla onunla yalnız bırakmayacağız diye. Bütün bunlar gelmiş başına, nasıl güvenelim? Kötü kalpli insanlar onlar.
BABA: Bizi, kızımız hastaneden çıkarıp, ona iyi bakmamakla suçluyorlar. Oysa Liv’in beyin cerrahlarından Hakan Oruçkaptan, “Bizim artık burada yapabileceğimiz bir şey yok. Kızınızı alın eve götürün, evde tedavi uygulayın!” dedi. Biz de aldık evimize getirdik. Allah’a şükür, günden güne de iyileşiyor. Bir de kızını görebilirse çok daha hızlı iyileşecek…
Paylaş