Paylaş
Babaeski’de yaşıyor. Çöplükteki sokak hayvanlarına sahip çıkıyor. Eski bir mobileti var, atlıyor gidiyor, kimsesiz, aç, susuz köpeklere mama taşıyor, onlara kulübe yapıyor, hepsine tek tek isim veriyor, hasta olanları tedavi ettiriyor.
Ve bütün bu eylemleri küçük videolar halinde yayımlıyor.
Müthiş bir merhamet. Akıl alır gibi değil. İzleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Takipçileri, “Samimiyetin vücuda bürünmüş hali... Koca yürekli, melek adam... Kötü insanlar dokunamasın diye yüreciğini bir fanusa koyup korumak istediğim insan... Aşmış insan... ‘Hiç’e erişmiş bir ‘çok’” diye yazıp duruyorlar.
Gökçer’in hangi yaralı hayvanı hangi hastaneye götürdüğünü biliyor, imece usulü tedavi ettiriyorlar. Ya da mama gönderiyorlar.
Bir de çok yakışıklı Gökçer. Gerçi bunun farkında bile değil, ilgilenmiyor da.
Gerçekten az rastlanabilecek güzel ruhlardan. Hikâyesinin içinizi ısıtması dileğiyle...
Nasıl bu kadar ‘gerçek’, bu kadar ‘şefkatli’ olabiliyorsun? Videoların, paylaştıkların, gerçekten insanı darmaduman ediyor...
- Mahcup ediyorsunuz. Ben sevmenin, ihtiyacı olan birine yardım etmenin, karşılıksız vermenin, yeryüzündeki en güzel duygulardan biri olduğuna inanıyorum. Ne yapıyorsam bunun için yapıyorum. Bu bir kedinin başını okşamak da olabilir, bir ağaca sarılmak da, bir çocukla oynamak da, çöplükteki hayvanlara mama bulmak da...
Peki bu sevgiyi içine eken kim?
- Ben böyleyim. İçim bu. Özüm yani. Ama tabii filizlendiğim yerin de çok önemi var. Sevgi dolu bir ailede yetiştim. Şahane bir annem var. Her şeyi sevmeye yatkın bir kadın. Bahçeye çıkıp kediyle, ağaçla konuşan bir kadın. Böyle bir anneden doğunca çevreye, doğaya duyarlı oluyorsun. Kendimi bildim bileli her şeye bir karakter yüklerim, isim veririm, konuşurum. Onun gözünden dünyayı görmeye çalışırım.
Yine de gerçek olamayacak kadar iyi duruyorsun.
- Ben de bunu anlamıyorum. Asıl gerçekliğin bu olması gerekmiyor mu? Modern dünyada, insanlar yapay bir gerçeklik yaratmışlar. Duygusuz olmayı, kırılmamak için kendini korumaya almayı iyi bir şey zannediyorlar. Hayır abi, duygulu ol! İnsan olmak bu demek. Bir insan, nasıl bir hayvanı sevmez, nasıl muhtaç bir canlıya yardım etmez?
İyi de biz artık öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, çöplüklere gidip yavru köpek kurtaran, onları alıp veterinere götürüp iyileştiren insanlar yok. O yüzden insan, sana hayret ediyor. Kendi insanlığını sorguluyor. Sen, bize ayna tuttuğunu biliyor musun?
- Hâşâ! Böyle bir şey haddim değil. Ben bunları birilerine ayna tutmak için yapmıyorum. Aksini benim aklım almıyor, kalbim almıyor. İnsan dediğin, bir ağaç için kaygı duyar, hatta perişan olur. Ben yapılması normal olanı yapıyorum. Günlük koşturmam içinde yaptığım şeyleri insanlarla paylaşıyorum. Bu, insanlara bir ayna tutma mıdır onu da bilmiyorum. Birileri etkileniyorsa ne mutlu bana...
KİRPİLİ, KUZULU, KEDİLİ, KÖPEKLİ BİR EVDE BÜYÜDÜM
Senin hikâyen ne?
-Babaeski’de doğdum, büyüdüm. Annem Bulgaristan, babam Yugoslavya göçmeni. Tek çocuğum. Annem ve babam ben 10 yaşındayken ayrıldılar. Şehrin biraz dışında dedemin yanına taşındık. Kirpili, kuzulu, kedili, köpekli bir eve... Dedem müthiştir. Kürek sallayan bir doğa adamı. Sokaktan sahiplendiği bir köpeği vardı, her yere onunla giderdi. Dedem, on baba gücündeydi. ‘İyi bir adam nasıl olmalı?’yı ben onda gördüm. Hayvanları çok seviyordu, çiçeklerle konuşuyordu, böceklerle bile konuşuyordu!
Baban?
- Onunla da görüşüyorum. Ama dedemle daha yakınım. Bana daha fazla emek veren o. Her gün göz göze geldiğim, öğretilerini anlatan, nefesi nefesime değen dedemdi...
Çöplükteki hayvanları beslemek nereden aklına geldi?
- Babaeski’deki sokak kedilerini, köpeklerini hep beslerdim. Bisikletimle dolaşır, yerlerini bulur, mama götürürdüm. Büyüdükçe, bir mahalle, bir mahalle daha ekledim. Derken masallardaki gibi, “Biraz daha öteye gideyim, biraz daha öteye gideyim!” dedim ve bir gün o çöplüğü fark ettim. Orada, onlarla göz göze geldim. Bir sürü unutulmuş hayvan... Su yok, mamaları yok. Hastalar. Sakatlar. Bir kısmı doğurmuş. Yavrular perişan. O an dedim ki, “Ben bu gördüklerimi yok sayamam. Normal bir hayata geri dönemem!” O gün bugündür, o çöplükteki hayvanları besliyorum, günde iki kere gidiyorum...
Yaptıkların hayranlık verici.
- Teşekkürler. Bu arada o hayvanlar, oraya gökyüzünden gelmedi! Babaeski Belediyesi, kanunen ve vicdanen onların beslenmesinden sorumlu. Kısırlaştırmalı ve düzenli bir sağlık hizmeti vermeli. Ama bunu yapmıyor. Üstelik iki buçuk senedir yapmıyor. İnanılır gibi değil. Bir insanın yani benim vicdanıma bırakıyor...
O eski mobiletinle çöplüklere dalıyorsun. Başına hiç tehlikeli olaylar gelmedi mi?
- Motorumla düştüm. En tehlikelisi bu. İşler bittikten sonra, hepsinin kafasını okşuyorum, hepsinin ismi var, ayrı ayrı karakteri var. Eve gitme vakti geldiği zaman arkamdan “Gitme!” diye koşuyorlar, biliyorum üzülüyorlar, benimle gelmek istiyorlar. Otoban kenarından yola çıkmamaları için, benim hızlı bir şekilde ilerlemem gerekiyor. Canhıraş bir şekilde karanlıkta, taş, toprak yolda ilerliyorum. İşte bunu yapmaya çalışırken çok düştüm. Başka tehlike yok. Köpekler asla zarar vermez.
Seninle birileri geliyor mu o çöplüğe?
- Bir günlüğüne yaşayıp görmek isteyenler, yardım etmek isteyenler oluyor. Ağlayıp gidenler oldu, çok mutlu olup gidenler de. Orası bir çöplük ama dünyanın en güzel hislerini yaşayacağınız bir çöplük!
HEDEFİM, OKULLARA, ÇOCUKLARA ULAŞMAK
Çöplükteki canların yaşam şartları düzelene kadar oraya gideceğim. Yaşadığım ilçenin belediyesi beni ve yaptıklarımı yok sayıyor ama Kırklareli Belediye Başkanı bana kucak açtı. Evinde iki kedisi, kapısının önünde köpekleri olan, oğlu daha önce kaza geçirmiş felçli bir köpeği iyileştirmiş biri Başkan Mehmet Siyam Kesimoğlu. Çocuklara ulaşma çabamı da gördü. “Gökçer oğlum, belediyede benim danışmanım olarak görev yap, Kırklareli’deki hayvan bakımevinin iyi bir hale getirilmesi için çalış hem de birlikte ‘sevgi kenti Kırklareli’ni yaratalım” dedi. Okullar açılınca çocuklara, okullara ve üniversitelere gideceğiz...
HAYVAN HAKLARI YASASI BİR AN EVVEL ÇIKMALI
Türk Ceza Kanunu’nda hayvana şiddet, vahşet, sanki Kabahatler Kanunu’ndaki basit bir ‘kabahat’ olarak geçiyor. Yani bir sokak hayvanına zarar verdiğinizde, işkence yaptığınızda 300-500 lira para verip yırtabiliyorsunuz. Bu olacak şey değil! Bunların değişmesi gerekiyor. Hayvan Hakları Yasası’nın bir an evvel çıkması gerekiyor. Çocuklara hayvan sevgisinin de aşılanması gerekiyor. Pek çok araştırma var, dünyada seri katillerin, tecavüzcülerin, şiddete meyilli sapıkların eylemleri, bir hayvana zarar vererek başlıyor. Çocukluktan itibaren bir devlet politikası olarak hayvanları sevmek öğretilmeli.
İYİ KALPLİ ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEK İÇİN
Sen hayvanları, insanlardan daha mı çok seviyorsun?
- Bence sevgi kategorize edilmemeli. Kalbimiz her canlıyı sevmeye açık olabilir, olmalı. Hepimiz aynı suyu içiyor, aynı havayı soluyoruz. Birbirimize bağlıyız. Kendimizi, hayvanlardan üstün görmekten vazgeçmemiz gerekiyor.
Peki tüm bunları yaparken nihai amacın ne?
- İyi kalpli çocuklar yetiştirmek. Çocuklara hayvan sevgisi aşılamalıyız. O zaman ihtiyacı olana yardım etmeyi öğrenirler. O zaman vicdan ve merhamet duyguları da gelişmiş olur. Her şeyi sevgi temelinde yaparlar. Dünyaya da bu yüzden gelmiyor muyuz? Sevgi insanı olmak için, daha da gelişmek, tekamül etmek için... Eğer küçüklükten çocuklara bu duygular verilirse, büyüyünce dünyaya, doğaya, hayata, hatta kadınlara bakışı bile farklı olur. Şiddet uygulamaz, zor kullanmazlar...
BUGÜN BİR CAN DAHA NASIL KURTARABİLİRİM?
Turizm okuyan genç bir adamken, ne oldu da sosyal medyadaki paylaşımların başladı. Hayvansever Gökçer Korkmaz’ın hikâyesi ne?
- Ben o çöplüğe gittiğimde, aklımda hiç böyle bir şey yoktu. Sadece günü kurtarmayı düşünüyordum. Onları bugün nasıl doyururum, yarın nasıl doyururum? Sonra bir gün, hasta bir köpeğin -şu an iyileşti- videosunu paylaştım, “Bu yavruya yardım etmek isteyen yok mu?” dedim. Sessiz bir çığlıktı aslında. Bu kadar ilgi göreceğini, insanların bu kadar destekleyeceğini tahmin etmemiştim. O yayımlanınca, insanlar böyle bir yerin farkına vardılar. Sonra bir daha çektim, bir daha çektim...
Sen güzel bir adamsın. Sence insanların seni bu kadar sevmesinde bunun etkisi var mı? Çirkin bir adam olsaydın bu kadar ilgi görür müydün?
- Ben bu koşturmanın içinde aynaya bile bakmıyorum. Neye benzediğim, nasıl göründüğüm hiç umurumda değil. İnsanlar ne görüyor, onu da bilmiyorum. Bugün n’apabilirim, bir can daha nasıl kurtarabilirim, bir çocuğa daha nasıl ulaşabilirim?.. Bununla ilgiliyim. Ama tabii ki görsel algı diye bir şey var, bunun da farkındayım. İnsanlar çöpün ortasında bir çocuk gördüler, baktılar, tipi de fena değil, “Aaa ne işi var ki o çocuğun çöpün ortasında!” dediler. Ama benim neye benzeyip benzemediğimin hiç önemi yok. Ben istiyorum ki, insanlar benim ne hissettiğimi anlasınlar.
Dergilere boy boy poz verebilirsin. Teklifler de eminim gelmiştir...
- Geldi ama ben magazin figürü olamam. Ama eğer hayvanlarla ilgili mesaj vereceksek, insanların vefalı, merhametli olmalarını vurgulayacaksak tamam...
GÖKÇER’İN GETİRDİĞİ CAN GELDİ Mİ?
Tüm Türkiye sana destek oluyor mu?
- Ne yalan söyleyeyim, 2.5 yıl önce çok daha fazla mama yollanıyordu. Şimdi de Allah razı olsun mama yollayan, tedavi ettiren insanlar var ama ne zaman binlerce insan, benden ve yaptıklarımdan haberdar oldu, insanlarda “Zaten sana mama yağıyordur!” algısı oluştu.
Bir video paylaşınca, mekanizma nasıl işliyor?
- Bana “N’apabiliriz?” diye yazıyorlar. Yetecek mama varsa diyorum ki, “Arkadaşlar, Türkiye’nin başka bölgelerinde benim gibi koşturan insanlar var, onları destekleyin!” Ama eğer mama bitmişse diyorum ki, “Şu siteden mama yollayabilirsiniz!” Tedavi edilmesi gereken bir hayvan olunca da zaten görüyorlar benim çırpınışlarımı. İmece usulü tedavi ettirmeye çalışıyorlar.
UZAYLI ONLAR, DÜNYALI BENİM!
Üne, şöhrete, paraya, hırsa endeksli bir dünyada, kendini biraz ‘uzaylı’ gibi hissediyor musun?
- Hayır, hiç hissetmiyorum. Tam tersine, onlar uzaylı, ben Dünyalıyım! Bana ülke, din, dil, ırk ayrımı da saçma geliyor. Kendini hayvanlardan, ağaçlardan üstün görmek de...
Bir de bir kuzu hikâyen var... O nedir?
- ‘Kuzucuk Oğlan’ onun adı... İnsan bir köpeğe bağlandığı gibi bir kirpiye, bir kuzuya da bağlanabilir. Bir gün Babaeski’de bir koyun sürüsü gördüm. Yüzlerce koyun arasında minik bir kuzu geldi yanıma. Bir baktım, bir bacağı sakat, çobana sebebini sordum. “Ağıldan çıkarken büyük koyunlar ezdi!” dedi. “Niye tedavi ettirmiyorsun?” dedim. “Ben onunla mı uğraşacağım?” dedi. “Ne olacak peki bu hayvan?” dedim. “Ben onu keseceğim...” demeye kalmadan. “Abi sus!” dedim, “Sen bunu dememiş ol, ben şimdi bunu alacağım, veterinere götüreceğim, tedavi ettireceğim. Bir canın, paha biçilemez değeri var, yaşayacak ömrü ne kadarsa benimle yaşayacak!” dedim. Vermeye razı değildi ama satmaya razı oldu. Bir vegan olarak, kuzu pazarlığı da yaptım şu hayatta. Sonra tedavi oldu ‘Kuzucuk Oğlan’, bizim bahçede güzel bir yer yaptım ona. O gündür bugündür mutlu mesut yaşıyoruz.
Hayvanlara böylesine büyük bir sevgi duyan birinin vegan olmak dışında şansı yok mu?
- Veganlık, en temelde endüstriye karşı olmak. Ben adım adım vegan oldum, bir günde değil. O hayvanlar, reklamlardaki gibi mutlu inekler değil, eziyet ve zulüm görüyorlar. Bir canlı hayatını, başka bir canlının üzerinden sürdürmemeli. Bir vegan ırkçı olamaz. Bir vegan savaşı destekleyemez. Bir vegan trans cinayetlerine seyirci kalamaz, adaletsizliği kabul edemez. Sadece et yememek değil yani. Yaşama bakış açısı.
Paylaş