Paylaş
Başrollerini Burak Özçivit ve Kerem Bursin’in paylaştığı film iddialı. Kerem Bursin bir savaş pilotunu canlandırıyor. Ve 9 G yerken gerçekten bayılıyor, filmde değil, gerçekte...
O görüntüler sosyal medyada yayınlanacak.
Bu, benim Kerem Bursin’le ikinci röportajım.
O hem tatlı, hem seksi, bilgili, ilgili, ama milletle ilgili değil, kendi işi ve mesleğiyle ilgili, samimi, biraz da uzaylı. Kendi dünyasında yaşayan biri. Hep kendini geliştirmek için uğraşıyor. Bir buçuk yıl önce de yapım şirketi kurdu. İki ülkede birden yaşıyor. Zaten biliyorsunuz dünya vatandaşı, ama bu sefer fark ettim ki bu beş yılda herkesten fazla Türk olmuş. Türkiye Amerika’ya bin basar diyecek kadar...
HAMİŞ: Bu röportaj yarın da devam edecek, Serenay’lı kısımlar gelecek...
Fotoğraf: Cem TALU
-Son röportajımızın üzerinden kaç sene geçti?
-5!
-Vay be, sen bu süre zarfında bayağı efsane oldun!
-Ben hiç öyle hissetmiyorum. Oyunculuk kendini geliştirmeye çok açık bir meslek, sürekli yeni şeyleri görüp deneyimlemen ve hep çalışman lazım. Bir yolculuk gibi. Yoldayken de, “Ben ne oldum” demiyorsun, aklına bile gelmiyor, tam tersine kendini hep yetersiz hissediyorsun, gelişmek için çaba sarf ediyorsun. Benim durumum da bu. Hâlâ ilk senemmiş gibi hissediyorum, hâlâ ne kadar çok fırın ekmek yemem gerektiğini fark ediyorum...
- Peki bu 5 seneden ne tür bir tecrübe elde ettin?
-Öğrendiğin şeylerden ders çıkarmak, devam etmek gerekiyor ama kalbinin sesini dinleyerek devam etmek gerekiyor... Türkiye’ye ilk geldiğimde yapmak istediklerimi anlattığımda hep, “Burası Türkiye! Bu piyasa kaldırmaz! O iş olmaz” gibi şeylerle karşılaşıyordum. Ya da rollere ön hazırlık ya da ön çalışma yapmak istiyordum. Ama işte her zaman mümkün olmuyor. Yapmaya çalıştığında da bazen kabul görülmüyor. Çünkü fark ediyorsun ki seni hep aynı şekilde görmek istiyorlar...
-Hep yakışıklı ama asi, kuralları kendi koyan adam olarak mı?
-Ben tek bir role, tek bir karaktere hapsolmamaya çalışıyorum. Çünkü hep aynı şeyi yapamam. Sıkıcı olur, ben de sıkılırım. Zaten oyunculuk da böyle bir şey değil, tek bir şeyden ibaret değil. Ben zaman içinde bazı kuralları kendim için kırdığımı düşünüyorum, tek bir karaktere sıkışıp kalmadığıma inanıyorum.
-Sence efsane dizin hangisiydi?
-Seyirciye göre hâlâ ilk dizi: Güneşi Beklerken. Ki gerçekten çok güzeldi. Ama ben ‘dışarıda’ ne tepki var, ‘insanlar ne diyor’la ilgilenmiyorum. Kendimi bununla ölçmüyorum...
-Nasıl yani? Oynadığın rolde, seni izleyenlerin sana hasta olması seni ilgilendiriyor mu?
-Ben bu kısmına çok takılmıyorum. Zaten ilk diziden sonra bir daha asla kendimi izlemiyorum...
-O sırada ne yapıyorsun peki...
-Normal hayatımı yaşıyorum. Ya spor yapıyorum, ya dışarı çıkıyorum ya da başka bir şey. Genelde de unutuyorum zaten... Ya da o sırada sette çekimde oluyoruz...
-Kendini ekranda görmekten mi hoşlanmıyorsun?
-Hoşlanmıyorum. Hatta nefret ediyorum. Bence bana zarar veren bir şey kendimi izlemek...
-Neden?
-E çünkü çok takılıyorsun, “Böyle yapabilirdim, şöyle yapabilirdim” diyorsun. O kafaya girmek de bence oyuncuyu mekanikleştiriyor.
-Peki hatalarını görmeden nasıl gelişiyor insan?
-Yönetmen sayesinde! Orada o yüzden bir yönetmen var ve senin oyuncu olarak ona teslim olman lazım. Çünkü sen, sen değilsin o kameranın önünde. Bir karaktersin ve o karakter olarak, öbür oyuncularla ve yönetmenle ortak bir çalışma yapıyorsun. O yüzden benim bu meslekte öğrendiğim en önemli şey: Güvenmek ve yönetmene teslim olmak. Aksi takdirde mümkün değil iyi iş çıkmaz...
-Şu anda durum nasıl? İki ülkede birden mi yaşıyorsun?
-Evet, biraz öyle. Amerika’nın en iyi cast ajansıyla çalışıyorum. Bu sene 5 kez gidip geldim. Oradan da teklifler geliyor, bakalım, bir acelem yok. Bana uygun olanları seçmeye çalışıyorum. Benim için şu önemli: Türkiye’den biri çıksın ve bir Hintli, bir Meksikalı, bir Fransız nasıl bir Amerikalıyı oynayabiliyorsa bir Türk de oynasın. Çünkü gelişmiş bir oyunculuk piyasamız ve çok iyi oyucularımız var. Onların da anlaması lazım ki burada ciddi şeyler oluyor...
-Biz diyoruz ya, “Dizi sektöründe dünyada ikinci büyük ülkeyiz” filan. Amerika’da yansıması öyle mi?
-Hayır, değil! Orada bence çok doğru düzgün temsil edilmiyoruz. Hâlâ bir dil sıkıntısı da var. Ben 7 farklı ülkede yaşadığım için ve hep İngilizce eğitim aldığım için şanslıyım bu konuda. Fakat benim derdim, “Buradan çıkayım, orada olayım” değil. Bir Türk olarak, Amerika’da Türkiye’yi temsil etmek. Ben bu beş sene içinde çok önemli bir şey anladım...
-Nedir o?
-Şunu artık çok net biliyorum ki Türkiye, bin basar Amerika’ya da pek çok ülkeye de... Burada yapacak, görecek, yaşayacak çok şey var! Ve bu ülke yaşıyor. Bu da bir sanatçı için çok önemli bir şey. Amerika ise yaşamıyor, sistem yaşıyor. Bir sistem var, sen o sisteme giriyorsun. Evet, o sistem düzenli işliyor ama insani dokunuş yok. Her şey sahte. Uzun bir süre Los Angeles gibi bir yerde kaldığımda bunalıyorum. Burayı o kadar çok özlüyorum ki. Türkiye her açıdan bana çok heyecan veriyor...
-Peki senin orada iş için görüştüğün insanlar görüyor mu buradaki filmlerinin, dizilerinin başarısını?
-Görüyorlar ama çok takılmıyorlar. Çünkü orada o projedeki rol önemli. George Clooney bile gelse, “Bu rolü istiyorum” dese, kafasına yatmıyorsa, “Önce bir audition yapalım” derler. Bizde ise oyuncunun kim olduğu, meşhurluğu, Instagram takipçisi filan çok önemli, orada değil! Ne meşhurlar gelip, gidiyor, adamlar, “Sen bu rol için uygun değilsin” diyorlar. Bizde ise meşhurluk söz konusuysa akan sular duruyor. Tüm bunların biraz değişmesi gerekiyor aslında. Ama ben umutluyum...
SAVAŞ PİLOTLARI İNSAN ÜSTÜ VARLIKLAR
-Yapım şirketi kurdun değil mi?
-Evet. Hayalimin bir parçasıydı. Sadece oyunculuk değil, iyi bir hikâye bulmak ve o hikâyenin ekrana nasıl yansıyacağını görmek beni heyecanlandıran şeyler. Mesela Tolga Karaçelik’in “Kelebekler”inin filminin sponsorlarından biriyiz, bu da beni çok mutlu ediyor. Müthiş bir film çünkü. Tolga gibi bir yönetmene olabilmek, onun yaptığı işin bir parçası olmak şahane, daha ne ister insan?
-“Can feda” nasıl bir deneyimdi senin için?
-Müthiş! Bir oyuncu olarak, bir savaş pilotunun hayatını biraz olsun hissedebilmek, onun gibi davranmak, uçmak, ‘g’ yemek beni en heyecanlandıran kısmıydı. Evet, şu aralar pek çok asker dizisi, filmi yapılıyor ama pilot olacağımı duyunca sevinçten havalara uçtum. Pilotları görmek, onlarla gece gündüz bir arada olmak beni zenginleştiren bir tecrübeydi...
-Onlar da hayranın mı?
-Yok! Pilotlar çok ‘cool’... Onlar sana değil, sen onlara hayran oluyorsun! Çünkü adam, F16’sından inmiş geliyor, sen de bir F16’ya binince neyin ne olduğunu anlıyorsun. Onlar cool olmayacak da kim olacak? Güçten söz ediyorsak, esas güç onlarınki. Savaş uçaklarının olayı zaten ‘g’ sınırını aşmak. Ben de aştım...
-Ne oluyor aşınca?
-Valla en sonunda bayıldım. 3-4 kez üst üste yaptım. Çünkü inat ettim! “Kaç g yedin? Ben kaç g yiyebiliyorum?” falan gibi durumlar oluyor.
-Sen kaça kere yedin?
-9 kere yedim, 9 buçuk g’de bayıldım! Tabii öyle bir şey ki girebilmek için bayağı kan testleri ve her bir test yapıldı. Ciğerlerin iyi mi, değil mi? Şeker hastasıysan yapamazsın, pilot olamazsın, gibi bir sürü şey söz konusu. Savaş pilotları gerçekten insanüstü varlıklar. Hem beyin olarak üst düzeydeler çünkü matematik, fizik, her bir şeye hâkim olmaları lazım ama aynı zamanda sağlıklarının da tam yerinde olması lazım. Yaptıkları iş o kadar zor ki. Hepsi o kadar cesur ki...
'G YEMEK' NE DEMEKTİR?
Standart olarak herkesin üzerinde 1 G’lik bir çekim kuvveti var. Ve bu yerçekimine, çocukluğumuzdan itibaren alışmış durumda yaşıyoruz. Ama pilotlar için durum farklı. Neden? Dünya üzerindeki çekim kuvveti sabit olmasına rağmen, uçaklardaki hızlanma hareketleriyle hissedilen kuvvet kat ve kat fazla. Bir pilotun yaşayabileceği G kuvveti 9 G’ye kadar uzanabiliyor. 1 G’lik kuvveti, kişinin kütlesi kadar olan kuvvet olarak tanımlayabiliriz. 9 G’lik kuvveti de kişinin kütlesinin 9 katı kadar bir kuvvet olarak hesaplayabiliriz... (Kerem Bursin, Can Feda filminde savaş pilotu rolü oynarken 9 G yedi, 9 buçuk G’de bayıldı...)
AİLEM BENİMLE İLGİLİ HEP ÇOK NETTİR
-Ailen nerede şu an?
-Onlar Teksas’ta...
-İzliyor mu dizilerini?
-Tabii, tabii.
-Tepkileri ne oluyor?
-Bilmiyorum.
-Sormuyor musun?
-Sormuyorum. Ama bazen yorum yaptıkları oluyor. Gerçekçi bakıyorlar duruma. Onlar zaten hep nettir. “Seni beğenmedik!” ya da “Role çok girememişsin!” ya da “Aferin, çok iyi oynamışsın” gibi gerçekçi feedbackler alıyorum. Ama dediğim gibi ben sonuçta yönetmenle çalışmayı seven bir oyuncuyum. “Tamam, ben yaparım!” değil de, “Abi nedir? Nasıl bir şey yapıp, bu karakterin psikolojisini iyi yansıtabilirim!” bunlar benim için önemli...
Paylaş