Kendi kendimi inşa ettim

Benden Marka 2003 Konferansı'nda bir konuşma yapmamı istediler. Elim ayağım ve şuurum birbirine karıştı! Bir haftadır kendimde değilim. Sadece bununla boğuşuyorum.

Ne yapacağım, ne edeceğim derken sahnede röportaj yapma fikri geldi aklıma. Hem de evimin salonundan sürükleyip getirdiğim, sevgilimle maç seyrettiğim koltukların üzerinde! Marka mı? ‘‘Alın size marka!’’ diye, halkla ilişkiler mesleğini Türkiye'de icat eden kadını, Betûl Mardin'i sahneye aldım. Ben sahnede canlı röportaj yapmaktan çok zevk aldım. O yüzden size de aktarmak istedim...

HAMİŞ: Mesleğinin duayeni olan birinin konuşması, tabii ki, burada bitmiyor, pazartesi de devam edecek. Ayrıca Marka Konferansı hakkında yazacaklarım da burada bitmiyor. Yerler azsa ben ne yapayım? Bir de pskiyatristimiz vardı sahnede. Sizi onunla da tanıştıracağım. Siz de biraz sabırlı olun. Hadi iyi günler.

Siz bir marka mısınız?

- Ne yalan söyleyeyim, olmaya çalıştım. Markalaşmak, bence bir şeyi sattırmak için gereken bir şey. Ben de mesleğimi satmak istedim. Bu yüzden marka olmak istedim. Belki de olmuşumdur artık...

Peki n’aptınız da, Betûl Mardin adında ‘kişisel bir marka’ oldunuz?

- E kafa yordum. Düşündüm. Planladım. Çalıştım. Tasarlanmış bir şey yani benimki. İki defa evlendim ben. Birinci kocamla boşandıktan sonra henüz bilinçli olarak, halka ilişkiler işlerine girmemiştim...

Birinci eşinizle evliyken ne iş yapıyordunuz?

- Gazeteciydim. En azından çalışmayı başarabilmiştim! Bir dergide yazı yazmam istendi. Hatırlıyorum, dedim ki: ‘‘İmzam, kocamın ismiyle değil de Betûl Mardin olarak çıksa.’’ ‘‘Valla, bugüne kadar hiç yapılmadı böyle bir şey!’’ dediler. Demek ki, taa o zamanlarda bir şahsiyet olarak var olmak istiyordum da beceremiyordum. Ondan sonra Haldun'la evlendim. O da bana dedi ki: ‘‘Benim eşim olarak kendi ismini kullanamazsın. Unut!’’

Sebebi...

- ‘‘Karı koca tiyatroda sevmem böyle şeyleri’’ dedi. Dolayısıyla kızımın adını aldım, bir de kendime Önder diye bir soyadı seçtim. Oldum mu Leyla Önder? Senelerce Leyla Önder olarak oyun tercüme ettim, kostümler, prodüksiyonlar yaptım. Tabii para filan da almıyorum. Böyle bir karı kocalık anlayacağın...

Peki bu, birinin öne çıkması, diğerinin hep gölgede kalması olarak değerlendirilemez mi?

- E tabii. Feci. Ama meğer, tüm bunlar beni hırslandırıyormuş, sıçratıyormuş da ben farkında değilmişim! 37 yaşında Ankara'ya gittim, TRT'ye gireceğim. Çünkü bir şeyin içimde patladığını hissettim. Telefon açtım Haldun'a dedim ki: ‘‘Tepeden tırnağa çiçek açmış bir ağaç gibi hissediyorum kendimi.’’ Bu şaşırdı. Kapatmış telefonu, rahmetli Nisa Serezli'ye ‘‘Eyvah!’’ demiş, ‘‘Betûl birisiyle flört ediyor!’’ O kadar aklına gelmiyor ki, kendim olarak var olmak istediğim. Döndüm ve dedim ki: ‘‘Seninle çalışırsam bundan böyle no more Leyla Önder!’’ ‘‘Peki’’ dedi. Ona yine oyun tercüme ediyorum, prodüksiyon yapıyorum. Felaket! Bu sefer Betûl olarak ismim geçmediği gibi Leyla Önder olarak da yok... Diyorlar ki bana: ‘‘Haldun'la boşanmanızın sebeplerinden biri bu mu?’’ Muhakkak ki. Yani benim kabul edilmemem. Boşandıktan sonra, TRT'de program uzmanıydım. Artık Dormen değilim. Dedim ki, ‘‘Ne yapmam lazım?’’ ‘‘Hemen bir yazı yaz, bundan böyle Betûl Mardin'im de!’’ Bunu duyunca, kendimi oyuncak almış filan gibi hissettim. O sevinçle de bunun üzerinde çalışmaya başladım. O zaman 39 yaşındaydım...

‘‘Bunun üzerinde çalışmaya başladım’’ ne demek?

- Telefon çalıyor mesela. Açıyorum. ‘‘Ben Betûl Mardin, buyrun efendim’’ diyorum. Asla sadece Betûl değil! Hep Betûl Mardin. Egzersiz yapacaksın. Adını, ismin ve soyadınla söyleyeceksin. İyice kafalara yerleştireceksin. Sinemada yer ayırtırken de, bir restorana rezervasyon yaptırırken de. Önce ismimle başladım. O zamanlar üst baş, giyim filan gelmiyordu aklıma....

Yani ‘‘Adım Betûl Mardin. Ben bu ülkeye halkla ilişkiler kavramını yerleştiren kadın olacağım’’ diye mi çıktınız yola?

- Yok canım. Daha radyodayım. Henüz bir kişilik olarak Betûl Mardin yeni olabilmişim, onun keyfini sürüyorum! Halkla ilişkiler de birtakım tesadüflerle oldu. Bana bir şey teklif edildi. Bunun halkla ilişkiler olduğunu bilmiyordum, ama teklif eden de bilmiyor. Eve geldim, etüt ettim. Dedim ki: ‘‘Bu, dışarıda public relations denilen bir mesleğin adı.’’ Başladım çalışmaya. Bu arada, geçmiş günlerden kalma bazı olayları hatırlıyorum, nasıl kaale alınmadığımı, gazetelerde çalıştığım zamanlarda en ufak bir şeyde, erkeklerle mücadelemde nasıl küçümsendiğimi... Bir de yalnız yaşıyorum, iki küçük çocuğum var, dişimi tırnağıma takıyorum. Birdenbire fevkalade bir başarı kazandım. Ama o ara düştüm, kalçamı kırdım ve sakat kaldım. Uzun tedavilerden sonra bir bacağım diğerinden dört buçuk santim daha kısaydı. Bayağı topalım yani! Ameliyat oldum ama düzelmesine imkan yok. O ara Ayla Algan ve Tunç Yalman beni hastanede ziyarete geldi. İkisi de yatağımın kenarına oturuyorlar ve diyorlar ki: ‘‘Topallık, aslında çok ilginç bir şey olabilir senin için.’’ Ben dinliyorum onları: ‘‘Şimdi’’ diyorlar ‘‘Sana yürüyüşler yapacağız. Sen de onları taklit edeceksin.’’ Farkında olmadan bana bir imaj veriyorlar. ‘‘Ben topal değilim!’’ diyeceksin. ‘‘Eline küçük bir şifon mendil alacaksın onu yerde sürüyeceksin. Her topallamanda oraya bakacaklar insanlar, sana değil. Saçını öyle bir yapacaksın ki, seni yeniden bir prenses olarak görecekler. Sen bir Rus kontesi olacaksın Betûl Mardin!’’

Bu olay üzerine mi baston kullanmaya başladınız?

- Tabii ki. Baktım ki, baston da benim yeni imajımın bir parçası olabilir. Aynen saçım, giyim tarzım, broşum, inci küpelerim gibi. Ama şu da var: Çok ağrım vardı, baston benim öteki ayağım olabilirdi. Nitekim oldu.

Aynı şeyleri Betûl Dormen olarak yapamaz mıydınız?

- Olur mu? O zaman Haldun'la evliliğim devam ediyor gibi olurdu. Ben kendi başıma bir insanım...

Neden kadınların bir kısmı, sizin aksinize, ayrıldıktan sonra da kocalarının soyadlarını taşımaya devam ediyorlar. Marka unutulmasın telaşı mı!

- Babam Londra'ya geldi. Bir küçük otelde oda tuttu. Bir de bir arkadaşı var, o da ailesiyle Savoy'da kalıyor. Oranın en müthiş oteli. Kızımla

babam yemeğe gidiyorlar oraya. Adam çılgınlar gibi, suiti gezdiriyor, hamamı, dolapları gösteriyor. ‘‘Bakın efendim şu manzaraya’’ diyor. Hakikaten de güzel otel. Kızım biraz kırgın eve dönerken ‘‘Dede ya’’ diyor, ‘‘Biz niye böyle bir yerde kalmadık?’’ Babam da diyor ki: ‘‘Onların ihtiyacı var öyle yerlerde kalmaya...’’

Halkla ilişkilerde markalaşmanız ne kadar zamanınızı aldı?

- Markalaşmak için en az üç sene gerekiyor deniyor. Benim hikayemde, kendi ismimi soyadımı kullanmam, kendime çizdiğim imaj, yani kendimi inşa etmem, 6 yılımı filan aldı. Tabii yaptığım işin değişik olması da, markamı hemen ortaya koydu. Çünkü markalaşmada bir alan seçiyorsun, o alanda eksper oluyorsun. Ama ne kadar tuhaf bir alan, o kadar iyi! Diyelim ki, dinozorların ölüm sebebini araştıran bilim dalını seçiyorsun kendine. İşini biliyorsun, çalışıyorsun ve dua ediyorsun ki, biri seni arasın da davet etsin diye! Sonra da para almadan o konuda konuşmalar yapmaya başlıyorsun.

Siz tüm bunları yaptınız mı?

- Tabii. Rotaryanlar beni çok sever! 40 konuşma filan yaptım. Öyle bir an geldi ki, verdikleri bayraklar hiçbir yere sığmadı. Senelerce gittim...

YARIN: HEM KLASİĞİM HEM HİP HOP
Yazarın Tüm Yazıları