Ve inanılmaz mütevazı. Neticede dünya çapında bir şöhret ama çok rahat kendiyle dalga geçebiliyor. Kasıntı değil. Bilgili, derin, sürekli okuyor. 4 dil konuşuyor. UEFA’ya hakem seçiyor ve yetiştiriyor. Dünyanın her tarafına uçup konferanslar veriyor, şirketlere de yöneticilik dersleri. Evli, iki çocuk babası. Bir puan daha: Karısıyla mutlu. Bir puan daha: Çok fit ve etkileyici. Mastercard’ın futbol elçisi olarak Türk hakemlerle buluşmak için İstanbul’a geldiğinde onunla konuştum.
Futbol aşkınız ne zaman başladı?- Futbol aşkım doğuştan. Genetik yani. İtalya futbol konusunda Türkiye’ye benzer, futbol çok çok önemlidir, din gibi bir şey. Tabii ben de okuldan önce futbola başladım...
İyi oynar mıydınız?- Gerçeği mi söyleyeyim?
Evet...- Hakemliğim hep daha iyiydi...
İyi ve ünlü bir futbolcu olamadığınız için ne kadar üzüldünüz?- E çok üzüldüm. Futbol oynarken daha çok yedek kulübesinde oturuyordum.
Bu ne kadar can sıkıcı?- Bir hayli. Hep bekliyorsun... Futboldan kopmamak için 17 yaşındayken çok yakın bir arkadaşım "Gel hakemlik kursuna yazılalım" dedi, "Olur" dedim, onun gözleri bozuk çıktı devam edemedi, ben ettim...
Yani hakemlik, hayal kırıklığınızın üzerine çıkabilmek için yaptığınız bir şeydi?- Biraz öyle.
Çok çok yetenekli bir futbolcu olsaydınız hakemlik yapmazdınız yani!- Deli miyim niye olacağım? Ama tabii sonra hakemliğe de aşık oldum. Ve hep tutkuyla yaptım. Zaten bence ortada bir başarı varsa, bu yüzden. Gerçi o gün biri bana "Tam 28 yıl hakemlik yapacaksın ve dünyada çapında ün kazanacaksın!" dese, "Sen benimle dalga mı geçiyorsun!" derdim.
Aynı zamanda ekonomi okudunuz...- Evet. Çünkü hakemlik, hayat boyu yapılabilecek bir şey değil. Çünkü meslek değil. O yüzden aynı anda Bologna Üniversitesi’nde ekonomi okudum, daha sonra da doktora yaptım. Ama hakemlik hep hayatımın merkezinde oldu.
Hakemlikteki tatmin nasıl bir şey? Neyin tatmini? Sınıf başkanı, parti başkanı olmak gibi mi? Bir şeyi idare etmenin zevki mi?- Anlatması kolay değil. Ben hakemlik sayesinde kişiliğimi inşa ettim. Bugün karşınızda gördüğünüz adama dönüşmemi sağlayan hakemliktir. Beni bambaşka biri haline getirdi. Daha kendine güvenen, ne istediğini bilen...
Nasıl yani?- Tuhaf bir şey hakemlik. Düşünün çok gençsiniz, 18 yaşındasınız ve bir maç yönetiyorsunuz, önemli kararlar almanız gerekiyor. Nihai kararlar. Maçın kaderini değiştirecek kararlar. Orada tek başınasınız. Öyle mi böyle mi, yok. O kararı vermek zorundasınız. Başka çareniz olmadığı için de veriyorsunuz. Bu tabii insana çok şey öğretiyor. Çünkü genelde o yaştaki çocuklar kendi başlarına karar almazlar, ya annelerine babalarına danışırlar ya da öğretmenlerine, bir büyüklerine. Bense erken yaşta kendi kararlarımı kendim vermeyi öğrendim.
Neden dünyanın en iyi ekonomistlerinden biri değil de, hakemlerinden biri oldunuz...- Bire bir ekonomist olarak çalışmayı hiç düşünmedim ki... Beni heyacanlandıran hakemlikti. Ama ben aynı zamanda farklı işler yürütüyorum. Türkiye’de bile bir reklam ajansım var...
Siz de futbolcular gibi "celebrity"siniz. Hem de dünya çapında...- Evet ben de şaşırıyorum bu duruma. Dünyanın her tarafında insanlar beni görünce seviniyor, yüzlerinde kocaman bir gülümseme oluyor...
Fiziksel özellikleriniz yüzünden olabilir mi?- Bir ürünü kaç kere ambalajından dolayı alırsınız? Bir kere, öyle değil mi? İlk seferinde belki onun dış görüntüsü sizi yakalar ama içi iyi değilse bir daha satın almazsınız. Benim için de aynı şeyler geçerli. İyi bir hakem olmasam bu kadar popüler olamazdım.
Kime iyi hakem denir?- Hayatta başarılı olmanın tek yolu var: Çalışmak, çok çalışmak. Çalışkan hakeme iyi hakem denir. Ve tabii yeniliklere açık olan, kendini geliştiren hakeme.
Şişman ama kendini geliştiren biri iyi hakem olabilir mi?- Hayır, iyi bir hakemin bir atlet kadar fizik kondisyonlu olması lazım. Hemen her gün idman yapması lazım.
Oyuncuların itiraz etmediği, çok sevdiği hakem iyi hakem midir?- Hayır. Sevmeleri değil, güvenmeleri önemli. Güven duyacak, saygı duyacak. Hakemin itibarı olacak.
"Onun verdiği karar doğrudur" mu diyecekler?- Yoo, hayır verdiği kararların hepsinin doğru olması gerekmiyor. Ama oyuncuların ona güvenmesi gerekiyor. Hatalı bile olsa oyuncular ona inanacak...
Nasıl olabilir ki bu?- Birine güveniyorsanız, ona saygı duyuyorsanız, iyi niyetli olduğunu da bilirsiniz. Size zarar vermek, sizi aşağı çekmek gibi bir amacı yoktur. Ya da arkanızdan dolaşıp bir şeyler yapmayacaktır. Adam iyi yani. İyi kalpli. Fakat yanlış bir karar vermiş. Ee verebilir... İnsan o... Bunun önemi yok. Futbolcu, eğer hakemin iyi niyetine inanıyorsa, onun kararlarına saygı göstermeli, hatalı karar vermiş olsa bile...
Olur mu öyle şey? Mesela siz yanlış bir karar verdiniz. Basbayağı hatalıydınız. Ama o an fark etmediniz. Ve sizin yüzünüzden takım, galibiyeti, hatta şampiyonluğu kaybetti. Sonra eve geldiniz ve televizyonda o pozisyonu farklı açılardan izlediniz ve hatalı olduğunuzu anladınız... - Bu tür şeyler olur. Benim de başıma geldi. Dünyanın sonu değil. Bir sonraki sefere daha iyi olursunuz. O yüzden maçları izleyip, nerede hatalı olduğunuzu anlayıp kendinizi geliştirmeniz gerekiyor ya. Hep nasıl daha iyi olabileceğinizi araştıracaksınız. Elinizden gelenin en iyisini yapacaksınız.
Peki ertesi gün, gazetecileri çağırıp, "Arkadaşlar hata yaptım. Benim suçumdu onların maçı kaybetmesi, vicdan azabı çekiyorum" filan der mi bir hakem? Belki de demeli...- Yok canım. Hatalı olduğumu benim bilmem yeter. O hataya bir daha düşmemem gerekiyor. O kadar.
İyi de insanlar, hatalı olan tarafın özür dilediğini duymak ister. Hakemler özür dilemez mi?- Bakın, eğer elinizden gelenin en iyisi yapmışsanız özür dileyecek bir durum yoktur ortada. Pişmanlık duymaya da gerek yok. Art niyetli değildiniz ki. Ama insansınız ve hata yaptınız. E ne olacak? Hepimiz yapıyoruz. Bu normal. Bir futbolcunun penaltıyı kaçırması gibi. Kaçırabilir. Buna hakkı var. Top direkten de dönebilir. Ölecek hali yok ya. Elinden gelenin en iyisini yaptı. Hakemler için de böyle.
Peki daha sonra, sizin yüzünüzden kaybetmiş o takıma kıyak çekme ya da normalden daha sevimli davranma ihtiyacı hissetmez mi insan? Ben olsam hissederdim.- Bilinçli bir şekilde olması imkansız. Ama belki farkına varmadan böyle hissediyor olabilirsiniz. Yine de esas olan sahada objektif davranmanız.
90 dakika boyunca sadece maçı mı düşünür bir hakem?- Buna gayret etse iyi eder. Bazen aklınız başka bir şeye giderse ayvayı yersiniz, hata yaparsınız. Konsantrasyonunuzu kaybederseniz, yandınız...
Diyelim o sabah eşinizle kavga ettiniz ya da içinizde bir sıkıntıyla uyandınız... Ve o gün maç yöneteceksiniz. Keyifsiz ruh haliniz işe yansır mı? Daha fazla sarı ya da kırmızı kart gösterir misiniz?- Hayır ama o ruh hali devam eder. Kötü bir gün geçiriyorsunuzdur, bu normal, olabilir. Bazı maçlar da kötü başlar, aman Allah’ım aksilik üstüne aksilik, yapabileceğiniz bir şey yoktur, o kötü maçtır. Herkes için olabilir. Futbolcular için, antrenörler için, hakemler için...
Eşiniz futbolla ilgili mi?- Hiç. İki kızım var, onlar biraz ilgili. Ama eşimin alakası yok...
Can sıkıcı değil mi? İnsan tutkuyla yaptığı bir şeyi paylaşmak, anlatmak istemez mi?- Ben halimden memnunum. Zaten futbolun detaylarını konuşabileceğim bir sürü insan var, karımla da maç konuşmayayım. Kızlarımın ise hayran olduğu futbolcular var, onlarla ilgili konuşuyoruz. Özellikle 13 yaşındaki küçük kızımın.
Beckham’a mı hayran?- Yok o eskidendi. Son zamanlarda yeni bir favorisi var. Ama söyleyemem. Sır olarak saklamamı istedi.
Siz aynı zamanda futbolculardan imzalı forma alan bir baba mısınız?- Artık öyle olmam gerekecek!
Hastalığımın adı alopecia areata Kaşlarınızın olmadığını biliyordum. Ama sizin kirpikleriniz de yok... - Evet. Gençken yakalandığım bir hastalık yüzünden: Alopecia areata, 15 gün içinde saçlarımı ve bütün tüylerimi kaybettim. O günden beri dazlağım ve tüylerim yok...
Sadece saçlar, kaşlar, kirpikler mi?- Yok tüylerimin hepsi döküldü...
Göğsünüzdekiler, karnınızdakiler...- Evet, evet! Bacaklarımda da tüy yok. Çok şanslıyım. Kadınları kıskandıracak kadar güzel bacaklarım var. Olağanüstüler!
Kaşsız, kirpiksiz ve dazlak olmanız sizi inanılmaz sempatik ve karizmatik yapıyor. Sizi gören unutmuyor! Bunun farkında mısınız?- Şimdi evet. Ama 24 yaşında bu hastalığa yakalandığımda durum farklıydı. O yıllarda erkekler kafalarını kazıtmıyordu, böyle bir moda da yoktu. Saçlarım ve tüylerim döküldüğünde çok yakın bir arkadaşıma da kanser teşhisi kondu. Kemoterapi filan derken, o da bütün saçlarını kaybetti. Birbirimize benzedik. İşte o zaman benim hastalığımın tamamen önemsiz olduğunu idrak ettim. Saç- maç palavraydı. Hayatta çok daha mühim şeyler vardı. Bir gün o arkadaşım öldü. Yıkıldım tabii. O zamandan beri kirpiğim yokmuş, kaşım yokmuş hiç ırgalamaz beni. Sonra dünyanın her yerinden benim hastalığıma yakalanan insanlardan mektuplar gelmeye başladı. Daha doğrusu çocukları bu hastalığa yakalanan anneler-babalar bana, kafama kasket takmayarak, gizlenmeyerek, çocuklarına örnek olduğumu söylediler, teşekkür ettiler. Çünkü kafamın bu halini hiç gizlemedim.
TÜRKLER ATEŞLİ TARAFTARTürkler neden sizi bu kadar çok seviyor?- Bilmiyorum ama bence ülkeniz muhteşem. Taraftarınız da olağanüstü. Bir hakem olarak en güzel şey, ateşli ve tutkulu insanların izlediği bir maçı yönetmek. Türkiye’de hep öyle oldu. Ne zaman gelsem acayip iyi karşılanıyorum. Her halde Türklere uğurlu geliyorum diye. Garsonlardan sokaktaki insana kadar herkes tezahürat yapıyor...
Türkiye’de reklamlarda da oynadınız. Nasıl hissetiniz?- Şahane. Bu da oyunun bir parçası...
Bizim ülkemizde hakeme hareket edileceği zaman en popüler küfür "İ..ne hakem!" dir. Biz tavrını onaylamadığımız hakeme "Homoseksüel!" diye bağırıyoruz. Tabii daha argo bir kelime kullanıyoruz...- A öyle mi? Bilmiyordum. Sizce bu bir hakaret mi?
Değil tabii. Ama işte öyle bağırıyorlar. Ben de küfürlerin ve hakaretlerin kültürlere göre nasıl farklılaştığını soracaktım... Neticede küfür edilen sizsiniz?- Anladım. Her ülkede farklı oluyor bu küfür meselesi. İtalya’da başka, İngiltere başka... Türkiye’deki en popüler küfrü ilk olarak sizden duydum. Bence bir hakaret yok bu hitapta. İnsanlar gay olabilir...
Yaratıcı küfürler karşında ne hissediyorsunuz?- Bence bunun üzerine bir makale bile yazılabilir. Tribün her zaman yaratıcıdır. Dünyanın her yerinde. Sözcükleri ilginç ve komik kullanırlar. Arada da fena küfür ederler. İtalya’da da bazı bölgelerde inanılmaz yaratıcı ama çirkin küfürler edilir. Fakat sahadayken maça o kadar yoğunlaşırsınız ki hiçbir şey duymazsınız. Zaten önemli olan bunlar değil.
Neler peki?- Madeni para atılması mesela. Küfrü kim takar? Ama o minik madeni para kafanızı yarabilir. Ve herkesin cebinde oluyor, sinirlenip atıveriyorlar...
Hakemlik hayatınız sona erince sudan çıkmış balığa mı döndünüz?- Kendi isteğimle bıraktığım için ruhumu hazırladığımı zannettim... Ama yine de çok sarsıldım. 28 yıldır hafta sonları maç yönetiyordum. Bırakınca birden boşluğa düştüm, birden bire hafta sonları normal insanlar gibi tatil yapabilme fırsatım oldu. İlk hafta sonu ailemle İtalya’da teknedeydik, ikinci hafta sonu Londra’da. Çok anormal geldi. Hálá çok özlüyorum sahaları. Üç hafta önce Şampiyonlar Ligi’nin finalinde Moskova’daydım, o maçı yönetebilmek için üste para verebilirdim...