Paylaş
Evet, bu ülkede “kadın”, siyasi iktidar için o öldürülen varlıklar.
Yaşayanlar ise ya “bayan” ya “hanım”. Böyle bir ayrım var.
Gerçekten de o öldürülen, vahşice katledilenler için hep bir “Ama...” var. CHP milletvekili Melda Onur, 2. bölgeden kadın milletvekili olarak tek aday. Kendi isteğiyle İstanbul’daki önseçime giriyor. Çünkü üyelerin oylarıyla gelmek istiyor.
Valla ne diyeyim...
Çok etkileyici biri.
Açıksözlü, cesur, kararlı, eğlenceli, entelektüel, meraklı ve gözü kara.
Mutlaka bizi temsil etmesi gereken kadınlardan...
Size övgüler dizilip, “Tek hatası CHP’li olması!” dendiğinde ne hissediyorsunuz? Savunmaya mı geçiyorsunuz?
-Hiç savunmaya geçmedim hayatımda. Bu algı yaratılıyorsa, en büyük hata bizimdir! Aslında bu yorumu yapanların çok minik bir dokunuşla, CHP’li olacaklarına da eminim. Çünkü CHP, Türkiye’de bir siyasi parti olmanın ötesinde, toplumsal bir hadise. CHP’ye öfkelenenler bence bir aşk–nefret ilişkisi yaşıyor. CHP, istedikleri gibi bir parti olsun istiyorlar ve bence de haklılar. CHP bu ülkenin akciğerleri. Nefes alırsınız orada. Bazen seminerlere gideriz, CHP’li vekil gördüler mi bombardımana tutarlar. Bu tür toplantılarda yapılacak en büyük hata savunmaya geçmektir. Hepsini dinler, sakince cevap verirseniz, toplantı sonrası büyük bir sevgiyle karşılanırsınız. Toplantı başında size tepki gösterenlerin hepsi taraftarınız olmuştur. Bende hep böyle oldu. Aksini hatırlamıyorum.
2. bölgeden kadın milletvekili olarak tek adaysınız... Neden?
-Ben istedim. Önseçimle gelen adaylara hep çok gıpta ettim. İstanbul’da önseçim kararı verildiğinde en ufak bir tereddüdüm olmadı. Bana, “Melda sen kendini kanıtladın, Kemal Bey seni kontenjana alırdı!” diyen çok oldu ama ben üyelerin oylarıyla gelmek istiyorum. Böylece her alanda daha güçlü olacağım. Üyeler beni, Meclis’e konulan yayın yasağını delen, Çarşı ve Ali İsmail tişörtüyle Genel Kurul kürsüsünde üçlü çektiren, AKP Grubu’na “Sizsiniz paralel!” diye ayna tutan, hakiki çakalların da hakkını savunan bir vekil olarak tanıyor. Ama en çok da Türkiye’nin her yerine yetişen aktivist bir milletvekili olarak tanıyor. Ben siyaset tarzımın, partimin üyeleri tarafından da benimsendiğini görmek istedim...
KADINSA VARDIR BİR GÜNAHI!
AK Parti’nin kadın politikalarında en çok sinirinizi bozan ne?
-Kadını korunmaya muhtaç, emanet ve kimi zaman da mahcubiyet duyulacak bir varlık olarak görmeleri. Durup durup pembe otobüs çıkışları... Erdoğan’ın ve Bülent Arınç’ın söylemleri çok belirleyici ve kullandıkları dil, toplumun katmanlarında kadının yaşam tarzını olumsuz etkiliyor. Doğrusu Ayşenur İslam’ı da çok pasif buluyorum. Kabinedeki tek kadın olmanın gücünü kullanmıyor. O da emanet gibi oturuyor koltuğunda işte...
Meclis’te daha fazla kadın olması, “kadın kıyımı”na bir çare olabilir mi?
-Katkısı olur ama çare olmaz. Meclis’te ve tabii hükümette, kadının yaşam tarzını koruyacak söyleme sahip, kadının özgürlüklerini genişletecek niyette kadın ve erkek lazım bize. Eğer kadına yönelik şiddetin araştırılmasına dönük muhalefet tarafından verilen önergelere, iktidar partisi kadın vekili ret oyu veriyor ise -ki veriyorlar, hep verdiler– orada kadın olarak bulunmasalar da olur!
Ayşenur İslam kendini kötü hissetmiyor mudur bir kadın olarak? Farklı görüşteki insanlar ondan randevu alamıyor... Bu kadar biat, kendini yok etmek değil midir?
-Çıksın bağırsın. Ağzını tutan kim? İş lafa gelince, “Kadınlar siyaset üstüdür!” Öyle olsa bütün erkek bakanları karşısına dizer. “Bu konuda benim dediğim olacak!” der. Ama kadın, en önemli siyaset malzemesi... Türbanı da, şortu da, kahkahası da, makyajı da ne yazık ki! Birlikte yürüdükleri bütün STK’lara kapılarını kapattılar. Her alanda kendilerinin istediğini onaylayacak STK’lar kurdular. Bence Ayşenur İslam, tarihe geçemeyecek bile. Ha belki, “Çocuklarınıza çığlık atmayı öğretin!” ya da “Çocuk gelinlerde niyet kötü değil!” sözleriyle geçebilir. Siyasi trol olarak!
Özgecan için toplanan bir milyondan fazla imzayı almamak için bahaneler uydurması nasıl açıklanabilir?
-Tek kelimeyle, samimiyetsizlik. Öldürülen kadınla ilgili kafalarında hep bir “Ama” olduğuna inanıyorum. Zaten “kadın” kelimesini öldürülenler için kullanır onlar. Yaşayanlar ya “bayan”dır ya “hanım”. “Kadın”sa vardır bir günahı! Siz hiç “bayan cinayeti” diye bir şey duydunuz mu ağızlarından?
Bu iktidar bu kafayla hiçbir şey çözemez
Özgecan’ın ölümü bir “milat” olabilir mi?
O gün Başbakan gaza gelip, “Milat” dedi, “Bugün kadın hareketi başlatıyoruz” dedi. Milat dedikten sonra bir sürü kadın öldü. Daha bir hafta olmamıştı. Koca, boşanmak isteyen karısını ormana götürüp yemeğe kalktı canlı canlı. Zavallı kadın, paramparça kurtuldu. Cinayet yok diye adamı saldılar. Bu mu milat? Başbakan’ın haberi yoksa söyleyelim. Bu ülkede Osmanlı’dan beri kadın hareketi var. Yeni bir harekete ihtiyaç yok. STK’ları dinlesin, bize yeter. Bu iktidar, bu kafayla çözemez. Ha kendi çözümleri var: Kadın evde otursun, çocuk yapsan, pembe otobüsle gezsin. Çok konuşup gülmesin. Ama böyle de çözemez!
NE OLURSA KADINLAR BU KIYIMDAN KURTULUR?
Sizin öneriniz nedir? Ne olursa, kadınlar yaşanan bu kıyımdan, vahşetten kurtulur?
-Kısa vadede: 1- Yasal düzenlemelerdeki boşlukları doldurmak ve iyileştirmek. 2- Yönetmeliklerin doğru uygulanmasını sağlamak ve denetlemek. 3- Kadına yönelik dili düzeltmek. Bunu siyasetçiler ve bağlı bürokratlar yapacak, vali, kaymakam, imamlar, diyanet. Uzun vadede ise ana sınıftan başlatan eşitlik eğitimi…
ERDOĞAN’A GÖRE EŞ OLSUN, İŞ GEREKMEZ!
Erdoğan’ın kadın meselesi konusundaki samimiyetine herhangi bir şekilde inanıyor musunuz?
-Hayır. Ama kendisi söylediklerine inanıyor. Kadın, onun için gerçekten bir “emanet.” Küçükten kapansın, erkek çocuklarla temas etmesin. Erken evlensin, bol çocuk yapsın. Eş olsun, iş gerekmez. Feminist görünce kaçsın. Zaten kürtaj, sezaryen konularında görüşleri belli…
Meclisteki kadınlar “etkisiz eleman” mı? Neden?
-Asla değil. Muhalefet partilerinin kadınları çok başarılı. Bir çok erkek vekilden daha iyi muhalefet yapıyorlar. Bunu hem CHP, hem MHP hem de HDP için söylüyorum. Hem iktidara muhalefet ediyorlar, hem de kendi partileri içerisinde muhalif duruşları var. Kendi yönetimlerine karşı da durabiliyorlar.
CESARET, RİSK, MERAK, İNAT BENDE HEPSİ VAR
Üç dili (Fransızca, İngilizce, İspanyolca) nerede, ne zaman, nasıl öğrendiniz?
-Fransızca'yı hep öğrenmek istedim. Çocukken baban Cyrano de Bergerac kitabını vermişti. Çok sevdim, bir gün Fransızca okuma hayali kurdum ama memur çocukları her zaman, her yerde istediği dilde okul bulamaz. Ortaokulda İngilizce’ye başladım. Üniversite’de Fransızca sevdam yüzünden kursa gittim, ardından da burs Paris’e. Orada bir yıl Show TV'de çalıştım. İngilizcem normal liseden ama çok çeviri yaptım, gelişti. İspanyolca'ya üniversitede merak sardım. O zaman başladım. Latin Amerikalı arkadaşlarım sayesinde de ilerledi.
Uluslararası siyaset okuyup neden gazetecilik yaptınız?
-Çünkü hayalimdi. Okulu bitirdikten sonra, Hürriyet'in kapısında çok bekledim ama almadılar! Sonra master yaptım. Bu kez şanslıydım. Kurul hocam rahmetli Toktamış Ateş, beni Günaydın Gazetesi’ne, Osman Arolat'a gönderdi, 89'da gazeteciliğe onun yanında başladım. Ama evdekiler, hiç hoşlanmadı. Babamın sevmediği iki meslek vardı biri gazetecilik biri siyaset. İkisini de yaptım. Ama şimdi babam da mutlu...
Eski bir gazetecinin siyaset yapmasının avantajları neler?
-Siyaseti, gazeteci gibi yapmak çok avantajlı. Haberi yakalıyorsunuz olayın içinde. Milletvekili arkadaşlar, “Ne değişik konular buluyorsun!” derler. Biraz habercilik, biraz cesaret, risk, merak, inat... Hepsi var bende.
BEKARIM SİYASET YÜZÜNDEN OLAN DA KAÇTI!
Hala bekar mısınız? Bu siyaset aşkı yüzünden, evde mi kaldınız?
-Evet bekarım. Yok siyasete haksızlık etmeyeyim. Sanırım bende sorun var! Tutturamadım ilişkilerimi bir türlü. Ama siyaset de tuzu biber oldu tabi. Olan da kaçtı!
KIZAMAYACAĞIM KADAR ZAVALLILAR
Yeni Akit Gazetesi’nin, kolu açık elbisenize kol yaptığı ve dekoltenizi kapattığı doğru mu?
-Evet doğru! Muhatap dahi olmadım. Kızamayacağım kadar zavallılar.
Siz, ekolojik hassasiyeti en yüksek vekillerden birisiniz. Bu konu Türkiye’de hafifsenen, hatta yok sayılan konulardan mı?
-Gezi’ye kadar öyleydi. Gezi, kıyıda köşede kalanı, ana akımın içine soktu. Ekoloji de bunlardan biri. Anadolu’nun her yerinde çevre hareketleri buluştu. Şimdi müthiş bir dayanışma var. Herkes, çevre mücadelesinin hobi değil, çok acılı ve kanlı bir mücadele olduğunu gördü.
EŞİTLİK OLANA DEK SİYASETİ BIRAKMAYACAĞIM
Sizin CHP üzerindeki ölü toprağını yok edebilecek insanlardan biri olduğunuz söyleniyor. Sizce doğru bir tespit mi?
- CHP, 91 yıllık bir parti. Çeşitli değişim dönemleri var: Tek partiden demokrasiye geçiş, Ecevit’le yakalanan ivme, darbeyle kapatılması, yeniden açılması, Kılıçdaroğlu’nun gelişi… Hepsi, olağanüstü dönemler ve bu dönemlerde partide, “ölü toprağı” demeyeyim de, “tohum ekme öncesi toprağı havalandırma görevi” gören kadrolar olur. Onlardan biriyim ben de. Aslında görevim, biraz CHP’yi ana akım siyasetin dışına doğru esnetmek, ana akım siyasetin dışındakileri de CHP’yle buluşturmak…
Siyasi iktidarın, özellikle de kadına bakış açısı beni hasta ediyor. Ama CHP’nin ataleti, basiretsizliği de üzüyor… Bozuluyor musunuz böyle deyince…
-Yok hayır bozulmuyorum. CHP’de yönetici olduğum günden beri CHP gibi bir partide “kadın kotası” bana çok ağır geliyor. Hep yüzde 50 eşitliği savundum. Kota 25’ten 33’a çıkarken sanırım birkaç buruk kişiden biri bendim. O zaman PM üyesiydim ve çok diretmiştim. Ama sözüm söz, eşitlik olana dek siyaseti bırakmayacağım!
****************************************************************
ERKEK ANLAYIŞI:
“Bir kez dayak yedi, ondan sonra eve geldiğimde yemeğin hazır olması gerektiğini öğrendi!”
Gamze Akkuş İlgezdi, 1. bölge önseçim milletvekili aday adayı. Sosyal Dönüşüm Vafkı’nın kurucusu ve sözcüsü. Vakfın, birbirinden ilginç faaliyetleri var. Beni en çok etkileyen, aile içi şiddete karşı erkeklere eğitim programı başlatmaları oldu. Gamze Akkuş İlgezdi, cesur, lafını sakınmayan, siyasi arenada olması hepimiz açısından iyi olacak bir isim. Çünkü sahici. Kendisine şans diliyorum…
Sosyal Dönüşüm Vakfı kurucusu olarak, “aileiçi şiddet”e karşı erkek eğitim programını başlattınız. Neler yapıyorsunuz o programda?
-Biz, kadına yönelik şiddetin sorumluluğunun sadece kadının sırtına yüklenmemesi gerektiğinden hareketle bir eğitim programı başlattık. Almanya Aile Bakanlığı’na bağlı, Hannover Belediyesi Erkekler Bürosu’yla ilişkiye geçerek, eğitmenlerini Türkiye’ye davet ettik. Ataşehir Belediyesi’yle bir protokol imzaladık. Ve belediyenin 1000 erkek çalışanının bu eğitimlere katılmasını zorunlu hale getirtmeyi başardık. Bu süre içinde erkekler şiddetin türlerini, kendi davranışlarının şiddet içerip içermediğini, sağlıklı bir iletişim kurmanın yollarını birlikte tartışıyorlar. Ve bir sonuca ulaşıyorlar. Almanya’da 6 aya yayılmış olan bu eğitim, bizde hızlandırılmış olarak gerçekleşiyor. Biz şu ana kadar 315 erkek çalışanın bu eğitime katılmasını sağladık. Yıl sonuna kadar bu sayı bine ulaşacak.
Sizce eğitimle, adım, adım bu sorun aşılabilir mi?
-Evet, eğitimle aşılacağından eminim. Ama bizim yaptığımız çalışma, gerçek bir eğitimin ancak bir halkası olabilir. Yani sadece bu çalışmayla bu sorunu aşamayız. Pederşahi bir toplumda yaşıyoruz. Ayrıca son yıllarda yukarıdan aşağıya bir anlayış yayılıyor. Kadınla erkeğin eşit olmadığını cesaretle ilan eden bu anlayışın sonucu evde ve sokakta şiddetin boyutlarını artıyor.
Şiddet uygulayan erkeğin kendisini savunması hangi noktada yoğunlaşıyor? Ne diyor? “Yapma dedim, yaptı, dövdüm.” Mü?
-Öncelikle bu eğitime karşı erkek arkadaşlar başlangıçta direnç gösteriyor. Bu direnç, karşı çıkarak da, suskun kalarak da olabiliyor. En çok karşılaştığımız tepki, “Neden biz? Neden kadınları eğitmiyorsunuz?”, “Niye bizi seçtiniz?”, “Hakkımızda şikayet mi var?” şekilnde. Fakat eğitimin üçüncü günü genellikle hepsi rahatlıyor…
Bu konuda bize aktarabileceğiniz anektodlar var mı?
-Her eğitimin raporunu inceliyorum. Bir arkadaş şiddetin yararını şöyle açıklamış: “Bir kez dayak yedi, ondan sonra eve geldiğimde yemeğin hazır olması gerektiğini öğrendi!”
Peki eğitimli insanların aile içinde şiddet uygulaması nasıl açıklanabilir?
-E çünkü erkek egemen toplumuz. Erkekler, çocukluktan bu yana ayrıcalıklı yetiştiriliyorlar. Bu, bilinç altlarına kazınıyor. Anne de bunu öğretiyor ona. Dolayısıyla böyle bir bilinçaltı, eğitimle çözülemiyor.
RUHİ SU AŞKI
Ruhi Su Vafkı kurucususunuz aynı zamanda. Ruhi Su aşkınız nasıl başladı?
-Ben, sol gelenekten gelen kalabalık bir ailenin sondan bir önceki çocuğuyum. Daha 5 yaşından itibaren bu şarkılarla büyüdüm. Kendimi bildim bileli de şarkı söylemeyi hep sevdim.
Şarkı söylemek mi, siyaset yapmak mı sizi daha çok heyecanlandırıyor?
-Şarkı söylemeyi gerçekten çok seviyorum. Söylerken keyif alıyorum. Ama siyasete de her zaman ilgi duydum. Yaşadığımız her şeyin siyasetle doğrudan ilişkisi var. Siyasetin kendisi değil ama bir değişime katkı sunmak, büyük bir dalganın bir damlası olmak beni heyecanladırıyor. Siyasetin özgürleştirici olduğunu da eklemeliyim.
BENİ ANNE OLMAK SİYASETE İTTİ
Bir diş hekimi neden siyasete atılmak ister?
-Bir mühendis, bir doktor, bir işletmeci nasıl atılmak isterse, öyle aslında. Ama ben Okmeydanı SSK’da, 18 yıl diş hekimliği yaptım. Ve hastanenin yapısı gereği, günde en az 8 saat halkla iç içe yaşadım. Sorunlarını, beklentilerini biliyorum. Ama “Diş hekimi ille de siyasetle ilgilenir” diye bir şey yok. Belki de en fazla anne olmak beni siyasete itti. 3 yaşında bir kızım var. Ve onun geleceğinden gerçekten kaygılıyım. Bu ülkede özgür ve kendine güvenerek yaşamasını istiyorum…
SEÇİLMEZSEM DE MÜCADELEYE DEVAM
Eğer seçilirseniz “etkisiz eleman” olmamak için neler yapacaksınız?
-Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, sorumluluk sahibi herkesin, özellikle de kadınların, siyasetle ilgilenmesi gerektiğine inanıyorum. Meclis’te ya da değil. Tabi Meclis’te daha aktif, daha etkin olabilirsiniz. Ancak siyasetin şu andaki yapılış şeklini değiştirmek kaydıyla. Ben seçilemezsem de, siyasi görüşlerim doğrultusunda mücadeleye devam edeceğim.
EN ÇOK SAHİCİLİĞİME GÜVENİYORUM
Siyaset bilimi üzerine yüksek lisans yapmak, siyasette başarılı olmak için yeterli mi?
-Tabi ki değil. Öyle olsa, siyaseti, sadece siyaset bilimcilere emanet ederdik. Bu, benim tercihimdi. Sahadan elde ettiğim verileri, akademik bilgilerle desteklemek istedim.
Aday olduğunuza göre kendinize güveniniz var. Bunun kaynağı ne? En çok neyinize güveniyorsunuz?
-Ben en çok sahiciliğime güveniyorum! Ve siyasetteki bugün en büyük eksiğin de bu olduğuna inanıyorum. Bugün kaybettiğimiz en önemli erdemlerden biri bu. Ayıbın bittiği bir dönemde yaşıyoruz. Sahiciliğin ortadan kalktığı bir ortamda. Ama ben bunu değiştirmenin mümkün olduğuna inanıyorum.
BU ÜLKE ÇÜRÜYOR
Türkiye’de yaşanan bu kadın vahşeti, kıyımı sizce nasıl durdurulabilir?
-Bakın sorunumuz yasalardan çok bu yasaların uygulanma şeklinden kaynaklanıyor. İstediğiniz kadar yasa çıkartın, bunu uygulayanlar adalet duygusundan yoksunsa, hiçbir caydırıcılığı yok yasanın. Öte yandan, özellikle son dönemde, annesinin diz kapağından tahrik olmayı normal sayan bir anlayış, giderek topluma hakim oluyor. Ve bu, bir cinsin kıyımına gerekçe oluşturuyor. Çok klasik olacak ama eğitim şart. Anne – baba eğitimi, ilkokullarda cinsiyet eşitliği eğitimi, sonrasında cinsellik eğitimi. Bu sosyal dönüşümü sağlayamazsak bu sorunu aşma şansımız yok.
Sizi siyaset yapmaya yönelten nedenlerden biri bu mu?
-En önemli neden şu: Bu toplum çürüyor! Bir toplumun tüm değerleri çürüyorsa, orda büyük bir sorun var demektedir. Ve biz ne yazık ki bunun tam göbeğindeyiz…
AK Parti’nin kadınlara yönelik en çok hangi politikası sizi rahatsız ediyor?
-Hangisi etmiyor diye sorsanız daha kolay yanıt verirdim! “Fıtratta kadın erkek eşitliği yoktur”dan başlayıp hangisini anlatayım size?
ÖZGECAN’DAN SONRA KAYGIM KORKUYA DÖNÜŞTÜ
Bir kız çocuğu annesisiniz. Çocuğunuz adına en çok nelerden endişeleniyorsunuz?
-Uzun zamandır zaten eğitim sistemi, mahalle baskısı beni kaygılandırıyordu. Ama Özgecan’dan sonra kaygım korkuya dönüştü! Ben, kızımın kendi ayakları üzerinde durabilen, tercihlerini özgürce kullanabileceği, tercihleri nedeniyle cezalandırılmayacağı bir toplumda yaşamasını istiyorum. E bu şartlarda da bu çok kolay bir şey değil…
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Paylaş