Paylaş
Bir kısmı gerçek hikâye, bir kısmını gerçekten yola çıkarak kurgulamış. İçeridekiler diyor ki, “Kimse büyük konuşmasın. Asla diye başlayan cümleler kurmasın. Hiç ummadığınız bir anda, kapkara bir çukurun içerisinde bulabilirsiniz kendinizi. Tıpkı bizim gibi!” Kitabı okudum ve hak verdim.
Yine can alıcı bir konuya değinmişsiniz ve enteresan bir kitap yazmışsınız: ‘Kelepçe’.
- Teşekkür ederim. Toplumun her kesiminden kadını yazıyorum ben. Bu defa da, içeridekileri yazmak istedim. Cezaevine girdim.
Kadın suçluları araştırmak ve yazmak nerden aklınıza geldi?
- Türkiye’deki kadın suçluluk oranı yüzde üç. Erkeklerle kıyaslanırsa, çok düşük bir oran. 97 erkeğe karşı, üç kadın suçlu! Sadece üç. Ülkemizdeki cinayet faillerinin de yüzde 95’i erkek. Sadece yüzde beşi kadın...
Fotoğraflar: Fethi KARADUMAN
CEZAEVLERİ ARASI AŞK
Kadın cezaevlerinde, erkek cezaevindeki tutuklularla platonik aşk yaşanıyor. Yüzünü görmeden, sesini duymadan, dokunamadan... Kıskançlık kavgaları bile oluyor. Peki nasıl mı tanışıyorlar? Gazete ya da televizyon haberlerinde birbirlerini görüyorlar. Yazışmaya başlıyorlar...
Peki kadın suçlularla erkek suçlular arasında ne tür farklar var?
- Aslında bu kitabı yazmaya iten sebeplerden biri de bu: Erkekler ‘töre cinayeti’ diyor, öldürüyor. “Namusumu temizlemem lazım!” diyor, öldürüyor. “Kafam kızdı” diyor, öldürüyor. “Gözünün üstünde kaşın var” diyor, öldürüyor! Kadınsa genellikle bıçak kemiğe dayanmadan cinayet işlemiyor. Ama tabii evladının üzerinde ona tecavüze yeltenen birini görürse, öldürüyor. O da bir cinnet anı. O anda artık gözü hiçbir şey görmüyor.Türkiye’de erkek de olumsuz şartlandı
Erkekler?
- Onlar daha planlı. Bunu ben söylemiyorum, istatistikler söylüyor. Erkekler, kadınları planlı bir şekilde öldürürken, kadınlar genellikle planlamıyor. Kadınlarda şiddete maruz kalma, yoğun öfke ve birikimler cinayet işlemelerine sebep oluyor.
Peki siz buradan nasıl bir sonuç çıkardınız?
- Kadın, şiddete yatkın değil! En azından erkek kadar değil. Daha uzlaşmacı. Konuştuğum örnekler arasında da gördüm ki, kadın önceden planladığı bir cinayeti işlemiyor. O anda eline geçen bir vazoyla veya bir bıçakla cinayet işliyor. Erkek ise genellikle önceden tasarlıyor. Diyor ki, “Ona âşıktım, barışmak için gittim!” Peki yanında neden bıçak var? Tabanca var? Bunların cevabı yok. Barışmak için gittiysen, 30 yerinden niye bıçaklıyorsun sevdiğin insanı? Ne biçim bir vahşet bu! Araştırmalar da ortaya koyuyor ki; şiddet, vahşet daha çok erkeğin içinde var.
Peki siz, iki cinsiyet arasında cinayet işlemedeki farkı neye bağlıyoruz?
- İnsan doğasına! Böyle yaratılmışız. Kim ne derse desin, erkek şiddete daha meyilli. O yüzden dünyayı ve Türkiye’yi kadınlar yönetse, rahatlayacağız! Bir de tabii o kadar çok şiddet haberleriyle karşı karşıya kalıyoruz ki, kadın ayrılmak istiyor ve öldürülüyor, artık hepimize olağan geliyor. İşin kötüsü bazı erkeklere de. “Ayrılmak mı istedi, o zaman cinayet işleyebilirim!” algısı oluşuyor. Kendinde bu hakkı görüyor. Erkek de olumsuz şartlandı Türkiye’de. Yaptırımlar ve cezalar da yeterli değil. Sadece geçen yıl 303 kadın öldürüldü! Tecavüz edildi, boğazlandı, kesildi, yakıldı, katledildi. Bu rakamlar korkunç! Bu yılın başından beri ölen kadın sayısı ise 94. Düşünün sadece son üç ayda...
Geçen yıl erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı, ‘Soma Faciası’nda ölen insan sayısına neredeyse eşit..
- Aynen öyle! Bir süre ah, vah diyoruz, yas tutuyoruz, sonra... Sonra değişen hiçbir şey olmuyor, normal hayatımıza dönüyoruz. Kanıksadık... “Şu öldü, bu öldürüldü!” normal geliyor artık. Ve bu, yalnız kırsal kesimde değil, mesela İzmir’de, çok iyi tanıdığım, iki üniversite bitirmiş bir kadın, kocasının vahşi bıçak darbeleriyle can verdi. Bir ilaç firmasının satış müdürüydü. Boşanırken malı paylaşamamışlar. Adama göre fazla istemiş, o da öldürmüş. İşte kadınlar bu ülkede bu kadar vahşice katledilirken, ben de çok daha az oranda suç işleyen ya da işlemek zorunda kalan kadınların hikâyelerini, onların ruh hallerini, içeride nasıl yaşadıklarını merak ettim ve yazdım.Kimse “Asla” diye başlayan cümle kurmasın
Hadi bize tespitlerinizi anlatın... İçerideki kadınlarla ilgili en çok ne çarptı sizi?
- İçerisiyle dışarısı arasında beş saniye fark var... Bence en çarpıcı olan bu!
Nasıl yani?
- Herkes kendini bir anda içeride bulabilir. Hiç aklına gelmeyen bir anda! İçeride biriyle tanıştım mesela, öyküsünü kendi ağzından dinledim. Son derece donanımlı genç bir kadın. Arkadaşlarıyla buluşuyor, yemek yiyor. Hatta, “Araba kullanacağım!” diye o gece içki içmiyor, zaten raporlarda da alkol almadığı belirtiliyor. Fakat evine doğru, yayaların girmesinin yasak olduğu bir yolda, hız limitlerinin içinde ilerlerken, birden ‘küt’ diye bir ses duyuyor... O da ne! Ön camında iki kafa...
Ayyy çok fena!
- Evet. Yayaya kapalı olan bir yolda, karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir anne-kıza çarpıyor. O şehre, Anadolu’dan kanser tedavisi için gelmiş bir anne-kız. Olay yerinde ölüveriyorlar. Sürücüyü de kapalı kadın tutukevine gönderiyorlar. Evet, bilerek yaptığı bir şey yok! Ama işte iki kişinin canına mal olduğu için ben gittiğimde oradaydı. Mahkemeden sonra eğer suçlu görülürse, hüküm giyecekti. Orada bekliyor tutukevinde. Kim bilir ne zaman görülecek davası... O yüzden diyorum, içerisi ve dışarı arasında fark beş saniye diye. Beş saniye önce katil değil, aklına bile gelmemiş ama arkasından gelip de, ona sarkıntılık eden bir erkeği öldürebiliyor kadın. Eline geçen sürahiyi kafasına vuruyor, öyle bir niyeti olmadığı halde, beş saniye içinde katil oluveriyor. İçeridekiler diyor ki, “Kimse büyük konuşmasın, asla diye başlayan cümleler kurmasın. Hiç ummadığınız bir anda, kapkara bir çukurun içerisinde bulabilirsiniz kendinizi. Tıpkı bizim gibi!”
EN ACIKLI DURUMDAKİLER CEZAEVİNDE BÜYÜYEN ÇOCUKLAR
Siz, hangi cezaevini ziyaret ettiniz?
- İzmir Aliağa Kapalı Kadın Ceza İnfaz Kurumu’na... Benim aklımda filmlerden filan başka bir cezaevi konsepti vardı. Meğer değişmiş. Artık öyle değil. Hele beni kabul ettikleri yer, örnek bir cezaeviydi.
Ne farklılıklar var?
- Bir kere o eski koğuş sistemi yok. Artık kocaman hangar gibi bir yerde, ranzalarda yatmıyorlar. Amaç, bütün cezaevlerini bu hale getirmek. İki katta, toplam 11 oda var. Hepsi de geniş bir kullanım alanına açılıyor. Alt katta beş oda var, üst katta altı oda. Her odada bir karyola, etajer ve dolap var. Diyorlar ki, “Kendi küçük buzdolabınızı, televizyonunuzu koyabilirsiniz ve orada bir hayat kurabilirsiniz!” Ama konforlu da olsa, nihayetinde hapissin tabii, öyle dünya kurmak filan kolay değil...
Her odada bir kişi mi var?
- Evet. Banyosu ve tuvaleti de var. Tabii bu, benim gördüğüm yerler. Hâlâ koğuş sisteminin devam ettiği cezaevleri de varmış, onları da bu sisteme çevirmek istiyorlar.
Başka ne tür tespitleriniz oldu?
- O kadar bakımlı kadınlar gördüm ki içeride, şaşırdım. “Acaba ben geliyorum diye mi?” dedim. Yoo, hep öylelermiş. Hayattan elini eteğini çekmiş tipler göreceğimi zannediyordum. Sonra son derece katılımcılar, edebiyat sohbeti yaptık, soru soruyorlar ama en çok sordukları: “Af var mı?” Bu arada, pek çok atölye ve kurs var. Gitar kursundan bağlamaya, nakış kursundan seramiğe kadar...
Peki eğitim seviyesi...
- Arada eğitimliler var ama genel olarak okuma-yazma oranı düşük. Okuma yazma kursu da var kendini geliştirmek isteyenler için. Fakat ilginçtir, fazla bir beklentileri yok. Onları ne mutlu ediyor? Etkinlikler. Bir konuşmacı gelsin, konser grubu gelsin, şarkıcı gelsin. Oyun havaları, göbek atsınlar... Romanlar var aralarında, “Dokuz sekiiiiz!” diye bağırıyorlar, orası yıkılıyor eğlenceden! Ama kadınlar nerede olurlarsa olsunlar yapıcılar, yaşadıkları yeri güzelleştiriyorlar. Bir canlılık getiriyorlar oraya. Cezaevi için de böyle tespitlerim oldu.
Ya özel günler...
- Mesela yılbaşı hepimiz için özeldir ya, cezaevindeki kadınların nasıl kutladığını ben de merak ettim. Yılbaşı gecesi kutlamalarında yaratıcılık konuşturuluyor.
Nasıl yani?
- Mesela öğlen bezelye yemeği mi çıkmış? Bezelye yemeğinin suyunu bir güzel süzüyorlar, kantinden mayonez alıyorlar, Rus salatası yapıyorlar. Bulgur pilavını yıkıyorlar, kurutuyorlar, salatanın malzemesiyle kısıra dönüştürüyorlar. Marul yaprağına pilav sarıyorlar, size zeytinyağlı dolma oluyor! Masalar kuruluyor, yemekler diziliyor. Televizyon açılıyor, danslar, göbek atmalar. Tam bir şenlik! Evet, eskisine göre daha konforlu yerlerde kalıyorlar ama sonuçta yine demir parmaklıkların arkasındalar. Ve gökyüzünü, minicik bir dikdörtgenden görebiliyorlar. En acısı da, orada doğup büyüyen çocuklar...
HAPİSHANE TOZU YUTMUŞ PARLAMENTERİN JESTİ
Geçen yılbaşı, savcı hanım, “Bu insanlar yıllardır buradalar. Bir hamburgere hasretler!” diye düşünüp, bir firmayı arıyor. “Yılbaşı akşamı için bize 300 hamburger, patates ve içecek ayarlayabilmeniz mümkün mü?” diyor. Ne yazık ki cevap, “Hayır” oluyor! “Böyle bir ödeneğimiz yok!” Oysa dünyanın en büyük hamburger zinciri! Hayır olurdu, iyilik olurdu. Ama yapmıyorlar...
Buna karşılık, orada içimi ferahlatan şeylere de tanık oldum. Mesela kocaman bir salona girdim. Eşofmanlar, pijamalar, iç çamaşırları, terlikler, çoraplar vardı... İki firma yığmış oraya. LC Waikiki ve Defacto. Çok alışveriş yaptığım yerler değil, ama şimdi sempatiyle bakıyorum.
Hapishane tozu yutmuş bir parlamenterimiz de, adını da söyleyeyim, Mustafa Balbay, çok sayıda pasta, meyve, kuruyemiş göndermiş yılbaşı gecesi. Bu da beni duygulandırdı. Orada bu tür şeyler nasıl makbule geçiyor anlatamam.
KİTAPTAN...
Aysel, bebeğini öldüren bir anne. O yüzden içeride. Travmatik bir hayatı olmuş. Çocukken annesi-babası ayrılmış. Onu da ‘abla’ dediği biri büyütmüş. Ablanın pek çok erkek ziyaretçisi var. Aysel de onlardan birini seviyor ve hamile kalıyor. O kadar saf ki, hamile olduğunu ancak dördüncü ayda fark ediyor. Kürtaj için geç. Abla diyor ki, “Boş ver doğurur, birine veririz. Dünya kadar da para alırız!” Çocuk 10 günlükken bir yerlere verecekler ama bir pazar günü bebek fazlaca ağlıyor. Abla, “Birileri duyacak, canımıza okuyacaklar!” diyor. Aysel korku içinde, çocuğu hoplatıyor zıplatıyor. Sonra da sussun diye ağzını şöyle bir kapatıyor. Bir süre sonra fark ediyor ki, bebek, elinin altında hareketsiz kalıyor. Diyor ki “İstemeden bebeğimi öldürdüm... Artık yaşayan ölüyüm!”
SULTAN: İKİNCİ EŞİNİ, KIZINA TECAVÜZ EDERKEN YAKALIYOR VE...
Sultan, evine girmek üzere anahtarla kapıyı açıyor ve korkunç bir manzarayla karşılaşıyor. Ailesinin evlenmesi için direttiği ikinci eşi, kızına tecavüz etmek üzere. Kızı da o esnada “Yapma!” diye yalvarıyor. Sultan ensesine yapıştığı gibi adamı alıyor. Orada da duvara dayalı bir küreği kafasına vuruyor... Başka ne yapabilir? Size bırakıyorum cevabını...
Paylaş