Adı Abuzer. Adıyamanlı. Genç, ince, uzun sinirli suratlı bir adam. Pis sakallı. Kapkara bir şey. Allahtan eve girdiği zaman ben yokmuşum, karşılaşsaydık, korkardım.
O adamın, evimin içinde dolaştığını, yatağımın kenarına oturduğunu hayal etmek bile iyi bir şey değil. Çünkü o hayal, gerçek halini gördükten sonra rahatlıkla bir kabusa dönüşebilir.
Duruşunda bir tedirginlik var, büyük bir ihtimalle hapçı. Bakışlarında hareketlerinde bir yavaşlık ve manasızlık var.
Ama asıl önemlisi mağdur gibi duruyor. Daha doğrusu o rolü, çok benimseyerek oynuyor. Polislere ‘‘Nasıl olsa sizinle savcılıkta hesaplaşacağız!’’ diyecek kadar da küstah.
Tabii bu arada...
Görüntü çok komik, çünkü ayağında ayakkabıları yok, terlik çorap vaziyetinde.
Ayakkabılar nerede?
Yanımdaki erkeğin jipinde.
Yanımdaki erkek kim?
Kocam.
Abuzer'in, kocamın ayakkabılarıyla işi ne?
***
Alınmamak elde değil...
Çünkü benim bütün ayakkabılarımı elden geçirmiş ama hiçbirini beğenmemiş.
Zafer'inkilerden bir çift alıp götürmüş.
Onlar da öyle ayakkabılar ki, tanımamak mümkün değil. Singapur'dan almıştık birlikte. Çok aşıktık birbirimize. Bej, süet, bağcıklı, spor. Pek beğenmemiştim ben. Ama aşıktım ya, itiraz edememiştim. Aşk öyle bir şey, zaman duruyor, itiraz edemiyorsunuz, bir uyumluluk duygusu çöküyor üzerinize, herşey güzel görünüyor gözünüze.
Ortalıkta çok rastlanan türden bir şey değil yani.
40 yıl geçse tanırım o ayakkabıları.
***
Polisler bizi Hırsızlık Masası'na, Gayrettepe'ye çağırıyor.
Son derece iyiler, kibar davranıyorlar.
Bir takım şeyler imzalamamız gerekiyor. O arada kapı açılıyor, görüş alanımıza terlik çorap vaziyetinde bir adam giriyor. ‘‘İşte hırsızınız bu'' deniyor.
Hırsızımız karşımızda.
Savcı Bey ve karısı diye tanıtılıyoruz.
Polisler, ‘‘Derdini Savcı Bey'e anlatacaktın ya. Bak burada. Hadi anlat’’ diyorlar.
Savcının karısı olmak...
Hemen o rolü üstleniyorum.
Hırsız için, savcı nedir?
Otorite.
Yaşasın, bir otoritenin karısı konumundayım!
Ne işe yarıyorsa?
O anda kestiremiyorum, ama dikleşip, ciddileşip, kendime savcı karısı havası vermeye çalışıyorum.
***
Polisler, üç gün boyunca herşeyi inkar ettiğini anlatıyor...
Ama evden alınan parmak izleri -nedense- tıpa tıp bizim Abuzer'inkilere uyuyor. Maşallah, yakalandığında, Zafer'in ayakkabıları da ayağında. Yani deliller yüzde 101 alehyinde olmasına rağmen, adam açık ve küstah bir biçimde oynuyor.
‘‘Ben yapmadım kardeşim?’’ diyor.
‘‘O ben değilim!’’
İşin aslı, beyefendi nasıl davranması gerektiğini iyi biliyor.
Çünkü artık alışmış. Gire çıka. Zaten bu işin suçu da neredeyse yok. Çalıyorsun, çırpıyorsun, taş çatlasa, içeride 6 ay yatıyorsun. Sonra, hooop yine dışardasın. Kolay gelsin, yeniden bir takım insanların mutfaklarından, salonlarından evlerine süzülebilirsin.
Haliyle tecrübeleniyorsun.
‘‘Ne zaman yaptın? Saat kaçta girdin?’’ dediklerinde, ‘‘Gece’’ diyorsun, ‘‘Gündüz’’ dersen daha fazla ceza alıyorsun. Tercihen, polisin seni dövdüğünü, tartakladığını anlatıyorsun. Mümkünse, ‘‘Bana bir takım şeyleri zorla söyletiyorlar, şunlar şunları baskı altında imzaladım’’ diyorsun.
Tabii bizim Abuzer gibi uyanık biriysen, sırtını, nezaretteki kaloriferlere filan sürtüyorsun ya da eline geçirdiğin bir şeyle bir yerini kesiyor, polisi suçluyorsun...
İyi iş yani.
Sonra da Savcı Bey uğraşsın dursun...
Karısı da aval aval baksın!
Şimdi lütfen bu cümleden savcı eşleri alınmasın, zaten alyanslarıma kadar herşeyim gitmiş, Abuzer soyup soğan çevirmiş beni, o gün Gayrettepe'de ruh halim iyi değildi, savcı karısı rolündeyken aval aval bakıyordum yani. Onu demek istiyorum.
***
Bir de bize Mesut'tan söz ettiler. Takma adı Balık. Bizim Abuzer'le meslektaşlar. Bu Balık denilen arkadaş, Abuzer'den iyi olmasın, ele avuca sığmıyor, o denizlerde yüzen güzel canlılar gibi kaygan, sürekli elden kayıyor. Ama kader işte, en sonunda yakalanıyor.
Çünkü girdiği ev, Hürriyet Gazetesi'nin yayın yönetmeninin evi.
Gayrettepe'de söylediler, çok güldüm.
Bakar mısınız şu Balık'ın salaklığına!
Sanki İstanbul'da eve kalmamış, bula bula Ertuğrul Özkök'ün evini buluyor!
Enseleniyor tabii...
Ne oluyor?
Yedi ay içeride yatıyor.
Eeeee?
Geçenlerde çıkıyor, çıkar çıkmaz, 48 saat içinde 7 soygun daha attırıyor. Arkadaş hızlı. Ama demek ki Balık, o eski Balık değil ya da polisler artık daha iyi çalışıyor.
Çünkü tekrar yakalanıyor ve ona yine cezaevi yolları gözüküyor.
***
İyi de...
Abuzer hırzımın bulunması benim işime yaramıyor.
Çünkü Tuncay'ın da bulunması gerekiyor.
Tuncay kim?
Ortak.
Zavallı kedimi korkutup, herşeyi çalıp çırptıktan sonra, iki kafadar taksiye biniyorlar ve birbirlerine giriyorlar. Ve Abuzer'in iddiasına göre, Diyarbakırlı Tuncay, bizim Abuzer'e Topkapı'da 250 milyon veriyor ve silah eşliğinde ‘‘Adios’’ diyor.
Türçesi evden çalınan bütün herşey Tuncay'da kalıyor.
Yani ne oluyor?
Ben nal topluyorum!
Evet, hırsızım bulundu, Emniyet Teşkilatı'nın ileri gelenleri beni cep telefonumdan aradılar, çok teşekkür ediyorum, çok iyiler, çok şekerler.
Ama...
Ben hala kendimi iyi hissetmiyorum.
Asıl teşekkürü takılarım ele geçtiği zamana saklıyorum...