Paylaş
Hikayeyi hepiniz biliyorsunuz.
E.’yi, yanında çalıştığı hurdacı dükkanının sahibi, bundan 6 yıl önce tecavüz ediyor. Mesai bittikten sonra küçük kızı alıp otele götürüyor, gece yarısı da eve bırakıyor. Bu böyle üç cumartesi devam ediyor.
Küçük kızı, “Ağzını açıp konuşursan seni öldürürüm” diye tehdit ediyor, silah gösteriyor. Baba ve anneye de, kızlarını derin devlet için ajan olarak yetiştirdiği, geceleri de MİT’in okula götürdüğünü söylüyor.
Gazetelerde gördüğümüz satılma belgesine gelince, inşaat işçisi baba, boş kağıda imza attığını, üzerindeki yazıların sonradan eklendiğini iddia ediyor. Kız da, babasından yana şikayetçi değil, ailesini sonuna kadar savunuyor.
Ortada, tecavüze uğramış, istismar edilmiş bir kız var. O kız, zaten o yaşta, başına gelenenin farkında bile değil. Bir gün okulda, hocası, tacizden, tecavüzden bahsedince ağlamaya başlıyor. Öğretmenin şefkati ve sevecenliğiyle sayesinde de konuşmaya, başına gelenleri anlatmaya…
İşte o zaman bütün rezillikler ortalığa dökülüyor. Öğretmenin öncülüğünde aile, karakola gidip şikayetçi oluyor. Tecavüzcü kendini “Bu kızı bana onlar sattı” diye savunuyor. Anne, baba “Ne satması, bize çocuğumuzu devrin devlet için yetiştireceğini söylüyordu” diyor.
Tabii hangi dava hemen sonuçlanmış ki… Yıllar sürüyor…
Tecavüzcü bir süre tutuklu kalıyor, sonra serbest...
Başka çocukları da rezil emellerine alet etti mi bilinmiyor.
Hürriyet’in manşetinden sonra Müge Anlı bir gazetecilik başarısı göstererek, aileyi buluyor, programına çıkarıyor.
E. 18 ama hala küçük bir kız. 15-16 gibi duruyor. İncecik, narin, küçücük bir şey. Gayet aklı başında ama az konuşuyor. Başına gelenleri anlatmaktan sıkılıyor, okula giderken insanların ona bakıp arkasından konuşmasından çekiniyor. Aslında yaşananları yok saymak ve hayatına devam etmek istiyor.
Aile, İstanbul’a taşınmanın peşinde. Bir kapıcılık işi bakıyorlar.
Benim tanık olduğum şey, bir insanlık dramı.
Bize küçükken ne öğrettiler? Bir iyiler vardır, bir de kötüler. Hayat iyilerle, kötülerin mücadesiyle geçer ve sonunda iyiler kazanır. Ama her zaman öyle olmuyor işte.
Görüyoruz ki, iyiler nah kazanır!
Yoksullar, çaresizler, güçsüzler nah kazanır!
Herkes beni parmağıyla gösterecek
Olayların ortaya çıkmasına sebep olan öğretmeninle bu 6 yıl içinde hiç görüştün mü?
E. - Hayır biz Antalya’dan Sivas’a taşındık. Ama o öğretmenim bana hep iyi davrandı. Bu olayı dinlerken de elimi tuttu...
Sen şu anda ne olsun istiyorsun?
E. - Bizi rahat bıraksınlar istiyorum. 6 sene oldu bu dava başlayalı, sonuç alınmadı. Suçlunun yanına kâr kaldı. Şimdi yine içeri almışlar. Bana hep aynı soruları soruyorlar. Tam “Bitti” derken yeniden başlıyor...
O adama karşı ne hissediyorsun?
E. - Nefret. İğrenme...
Otele gittiğinizde ona, “Yanındaki bu çocuk kim?” diye soran olmuyor muydu?
E. - Hayır. Zaten öyle büyük bir otel değildi. Girişte de sadece bir kişi oluyordu. “Kızım” diye tanıtıyordu beni, direkt yukarı odaya çıkıyorduk.
“Öldürürüm” demesine gerçekten inanıyor muydun?
E. - Evet. O zaman küçüktüm, inanıyordum. Çünkü silahı gösteriyordu.
Peki eve dönünce...
E. - Öylece durmak istiyordum ya da uyumak, unutmak. Anneme söylemek gelmiyordu içimden...
ANNE: (Bu sefer o ağlıyor...) Para pul istemiyoruz, sadece bizim onurumuzu temizleyin. Öz abim bile inanmıyor, “Siz kızınızı satmışsınız” diyor. “Abi mümkün mü? Yapar mıyım?” diyorum, “Sen yapmazsın ama kocan yapar!” diyor. Ben kendimden nasıl eminsem kocamdan da öyle eminim. Yapmaz. O bildiğin saf. Bir de, “Bize niye söylemediniz biz o adamı öldürürdük” diyorlar. Söyler miyim? Kaç aile yıkılacak düşünsene, değer mi? Öğretmen söyler söylemez, bir an bile durmadık, karakola gittik...
Peki siz hiç kızınız eve geldiğinde kıyafetlerinden, iç çamaşırlarından filan bir şey anlamadınız mı?
BABA: Hayır. Şüpheleneceğim bir şey yoktu. Bildiğim şu: Çocuk, çok büyük acılar çekmiş. Ölümle tehdit edildiği için de susmuş. O Allah’ın belası devam edeceğini sanmış. Zaten söylüyormuş, başka çocuklar da var, “Kimse sesini çıkarmıyor, bak çıkarırsan seni öldürürüm” diye. Allah’tan öldürmemiş, bu tür sapıklar istismar ettikten sonra, bir de öldürüyor çocukları.
Son 6 senen nasıl geçti?
E. - Nasıl geçer? Gizlilik içinde, başıma gelenleri herkes öğrenecek korkusuyla...
Senin bir suçun yok ki!
E. - Olsun. Herkes beni parmakla gösterecek, ayıplayacak! Öyle oluyor. Kendimi kötü hissediyorum. Tam kapanmıştı her şey, şimdi yeniden başladı. Evimizin önü gazeteci kaynıyor, herkes fotoğrafımı çekmek istiyor. Benim yüzümü kapatıyorlar, ama annemin- babamın yüzünü kapatmıyorlar. “Aaa bunlar E.’nin annesi babası!” deniyor, yine beni tanıyorlar...
Unutmak istiyorum
Pazartesi okul başlıyor...
E. - Ya işte... Ben nasıl gideceğim, nasıl oradakilere bunu izah edeceğim? Herkes soru soruyor. Bıktım. Herkes benim yüzümden perişan. Babam ağlıyor. Babam suçsuz, gerçekten haberi yoktu, onu da kandırdılar. Annem desen şeker hastası oldu. Benim yüzümden diğer kardeşlerim de perişan, onları bıraktık, İstanbul’a geldik. Bütün akrabalar arıyor. Onlar da bize kızıyor. Ben kimselere bir şey anlatmadım ki öğretmenim dışında. Kuşlara anlatıyordum. Ama sonra bir gün öğretmenime açılıverdim.
Niye annene değil öğretmenine?
E. - Bilmiyorum. Anneme zarar verebilirdi o adam ama öğretmenime veremezdi. Belki de böyle düşündüm. Zaten ağzımdan çıkıverdi. Bize taciz, tecavüz gibi şeylerin ne kadar kötü olduğunu anlatıyordu. Ben o zamana kadar tecavüz nedir bilmiyordum. Canım çok acımıştı ama bana ne yapıldığını da bilmiyordum.
O adamı en son ne zaman gördün?
E. - Mahkemede bir kere göz göze geldik, çok korktum. Parmağıyla, “Konuşursan fena yaparım” gibi bir işaret yaptı.
Daha çok yaptıklarından mı, ondan mı korkuyorsun?
E. - İkisinden de...
Neden burada olduğunu biliyor musun?
E. - Evet. Benim düzelmemi sağlayacaklar. Doktorla konuşacağım, rahatlayacağım, psikolojik destek alacağım...
Sen gerçekten yaşadığınız yerden ayrılmak istiyor musun?
E. - Evet. Bu olayı unutmak ve yeni bir hayat kurmak istiyorum.
Babamı artık ağlatmasınlar
İnşaatlarda çalışıyormuşsunuz, aylık kazancınız nedir?
BABA: Bin lira. Kiramız da 200 lira. Yuvarlanıp gidiyorduk. Ama şu anda herkes bize tepkili. İstanbul’a gelmek istiyoruz. Kapıcılık filan bulamaz mıyız? Artık bizim oralarda yaşayamayız. Kızım da bir gelecek kuramaz orada...
Sen E... Sen ne istiyorsun?
E. - İstanbul’a gelmek istiyorum. Bir de artık babamı ağlatmasınlar istiyorum.
BABA: Nerede oturacağımız önemli değil, bodrum katı olabilir, sığışırız...
Başınıza gelenler çok üzücü. En çok da E.’nin yaşadıkları. Peki sizler, 12 yaşındaki çocuğunuzun, sabah çıkıp gece yarıları eve dönmesine nasıl izin verdiniz. “Bu çocuğa ne yapıyor bu adam, bu saatte ne okulu” demiyor muydunuz?
‘Derin devlet’ diye kandırdı
BABA: Demedik... Bizim eşekliğimiz işte orda! Yaptığımız cahilliğin farkındayız ama artık çok geç, elimizden bir şey gelmiyor...
O “derin devlet” laflarına gerçekten de inandınız mı?
BABA: Evet, öyle kandırdı. “MİT’in okulu var” dedi, “Ona gidecek, vatana millete hayırlı olacak, onu yetiştireceğiz” dedi.
Peki E. eve geldiğinde nasıl bir halde oluyordu? Küçücük bir çocuktan söz ediyoruz. Hiç yüzüne bakıp, “Neyin var senin?” demiyor muydunuz?
ANNE: Söylemezdi ki bir şey. Pek konuşmaz zaten. Öyle kafası önünde durur. Bilseydim, kendi ellerimle öldürürdüm. Zehri kordum su bardağına içirirdim o adama. Biz de perişan olduk neyin ne olduğunu öğrenince. Ben bu derdi içime ata ata hasta oldum. Ama gelmedi işte elimizden bir şey. Bir de bir çocuğum yok ki, bir sürü var: hepsi de küçüktü, hangi biriyle ilgileneyim? Ev işiyle mi ilgileneyim, yemekle mi, çocuklarla mı? Zaman olmadı, “Kızım ne var, neyin var?” diyemedim.
Nasıl bir gelecek hayal ediyorsun, ne olmak istiyorsun büyüdüğünde?
E. - Grafik tasarım okuyorum ama Türkçe öğretmeni olmak istiyorum. Derslerim iyi ama okulu nasıl bitireceğimi bilmiyorum. Bakıyorlar, arkamdan konuşuyorlar. Bize yardım etmek istiyorlarsa insanlar, sadece sussunlar... Babamı, beni ve annemi artık ağlatmasınlar.
Cahilim, şerefsiz değil!
Biz sizi “çocuklarını satan anne-baba” olarak tanıdık, sonra işin şekli değişti, kandırıldığınızı söylediniz...
ANNE: Evet. Ama hâlâ kızıyorlar bize. Akrabalar filan da öfkeli. Herkes arıyor. Niye onlara söylememişiz, nasıl gizlermişiz. Söyleseymişiz, o adamı temizlerlermiş! Olur mu öyle şey! Herkesten sakladık. Ben öz anneme bile söylemedim. Daha da fazla insan duymasın ve çocuğum mağdur olmasın diye. Zaten perişan oldu. Bu konu açılsın bile istemiyordu o...
BABA: “Kızını 5 bin liraya sattı” diyorlar. Olabilir mi öyle bir şey? Ben babayım, onun için canımı veririm. Yemin ederim, bir kuruş bile almadım. Böyle bir şey yok. Cahilim ama şerefsiz insan değilim (ağlamaya başlıyor).
Boş kağıda imza atarken, sonradan doldurulabileceği, kandırılabileceğiniz hiç aklınıza gelmedi mi?
BABA: Gelmedi...
ANNE: Benim okumam yazmam yok ama kafam, beyimden iyi çalışır. Benden habersiz imzalamış, ben bilsem, engel olurdum. Durup dururken suçlu duruma düştük. Değiliz oysa. Ama o kadar saf ki beyim, Müge Hanım ya da siz, şimdi ona bir kağıt verin, “Bunu imzalayınca her şey düzelecek!” deyin, hemen imzalar. Çocuğuma o eziyetleri eden adam, namazında niyazında bir adamdı, iyi biri zannetti, kızımızı devlet için yetiştirecek zannetti...
YARIN: ARİF VERİMLİ VE MÜGE ANLI’NIN GÖRÜŞLERİ..
Paylaş