Annem, bir gün, Alman kanallarından birinde Uri Geller’in programına denk geliyor, o sırada Uri Geller, "Evde çalışmayan saatlerinizi ekranın önüne getirin" diyor. Mami hepsini topluyor, televizyonun önüne diziyor. O da ne Uri Geller bir şeyler yapıyor, evdeki bütün çalışmayan saatler birden çalışmaya başlıyor! Annem hayretler içinde "Nasıl oldu bu şimdi!" diye, babam da şaşırıyor ama daha cool takıldığı için çaktırmıyor. Bana anlattığında, küçük bir yazı yazdım, "Ah ahhhh!" şimdi Uri Geller’le röportaj yapmak vardı diye. Tamamen laf olsun diye.
Bakar mısın kadere, bilmem kaç ay sonra adam karşımda. Almanya’da, Hollanda’da, Macaristan’da, Rusya’da ve ABD’de olay yaratan yarışma programını Sinan Çetin şimdi "Fenomen" adı altında Türkiye’ye getiriyor. Bundan böyle Uri Geller de her hafta İstanbul’da olacak. Size ilk intibamı söyleyeyim: İnsan, kaşıkların önce boynunun, sonra belinin büküldüğünü görünce küçük dilini yutuyor! "Allah Allah nasıl olur?" oluyorsun. Elini filan araya sokmak istiyorsun, elektrik akımı filan hissetmek için. Nitekim soktum, hiçbir şey hissedemedim. Ama acayip heyecanlandım. Sonra durduk yerde, ortada makul bir sebep yokken bana, "Anneniz nasıl?" demesin mi? Desin. Bir tuhaf oldum, şimdi bu da nereden çıktı diye. "Arar mısınız annenizle konuşmak istiyorum" dedi. Uri Geller’i kıracak halim yok ya, aradım. Mami inanamadı, dalga geçiyorum zannetti, gerçek olduğunu anlayınca mutluluktan öldü. Bir süre konuştular...
Sonra bana döndü, "O elindeki deftere bana göstermeden bir şekil çizsene" dedi ve arkasını döndü. "Tamam mı? Bitti mi?" diye sordu. "Tamam" deyince bir süre suratıma baktı ve "Çok tuhaf" dedi, "İnsanlar genellikle ev, ağaç, daire, üçgen, yıldız ya da kalp çizerler, sen soru işareti çizdin" dedi. O da elindeki kağıda benim çizdiğim soru işaretinin aynısını çizmişti. Gösterdi. Milimetrik olarak aynı ölçülerdeydi. Oturduğum sandalyeden düşecektim! Özel yetenekleri olduğu kesin. Siz de gözlerinizle göreceksiniz zaten. Çok çok acayip bir adam. Ben çok etkilendim. Sıra sizde...
1946’da Yahudi bir çocuk olarak doğmak nasıl bir şey?
- Benim için normal. Tel Aviv’de doğdum, etrafımdaki herkes zaten Yahudi’ydi ama annem ve babam için durum aynı değil. İkisi de, 2. Dünya Savaşı’nın vahşetini dibine kadar yaşamış. Bütün akrabaları Naziler tarafından öldürülüyor, onlar ise İsrail’e kaçmayı başarıyor.
Anneniz Avusturyalı, babanız Macar asıllıydı öyle değil mi?- Evet. Annem Sigmund Freud ile kuzen oluyor. Berlin’de doğuyor, bir yaşındayken Macaristan’a geliyor, 19 yaşındayken de babamla Budapeşte’de evleniyor. 2. Dünya Savaşı sırasında malum sebeplerle terk etmek zorunda kalıyorlar orayı. İkisi farklı gemilere binip kaçıyor ve Filistin’de buluşuyorlar. Hayatta kalmaları bile mucize. Sonra Hayfa’ya yerleşiyorlar ve ben doğuyorum.
Savaş sona erince her şey yoluna giriyor ve sonunda mutlu aileye kavuşuyoruz. Öyle mi?- Keşke öyle olsa. Çok fakirdik ama mesele o değildi. Babamın korkunç bir kusuru vardı.
Neymiş o?- İnanılmaz çekici bir adamdı. Çok çok yakışıklıydı.
Bu bir kusur mu?- Ne yazık ki öyle. Çünkü kendimi bildim bileli, kadınlar babamın peşindeydi. Onun da kadınlara karşı müthiş bir zaafı vardı. Bu da evde huzursuzluk demek. Babamla birlikteyken annemi hep üzgün gördüm. Sürekli aldatan bir adamla birlikte olmak bir kadın için çok ağır bir şey.
Hep mi aşıkları vardı?- Evet. 7 yaşındaydım, babam beni Tel Aviv’in en meşhur kafelerinden birine götürdü. Saat 5 filan, tam çay saati, içeride bir sürü kişi sohbet ediyor, bardak ve fincan sesleri duyuluyor. Hiç unutmuyorum, babam içeri girince herkes birdenbire sustu. O kadar acayip bir karizması vardı ki, insanlar onu görünce donup kalırdı ya da gözlerini ondan alamazdı. Babam o zamanlar bana tanrıymış gibi gelirdi. Ama tabii bu durum, evliliklerinin sonu oldu. Annem dayanamadı ve babamı boşadı.
Kaç yaşındaydınız?- 10 civarı. Hayatımın en kötü zamanları. Annem beni bir kibbutza bıraktı, her şeyi yoluna koyunca beni geri alacaktı. Onu o kadar özlerdim ki, geceleri aya bakardım, annemin de aynı aya baktığını hayal ederek. Gençken anneme bir söz verdim: "Senden hiç ayrılmayacağım!" Sözümü de tuttum: Annem hep bizimle birlikte yaşadı, üç sene önce 92 yaşında öldü, her zaman da çok iyi bir ilişkimiz oldu.
Tek çocuk musunuz?- Bu da hayatımın başka bir travması! Evet, annemin doğurduğu tek çocuğum ama meğer annem, benden önce 8 kere daha hamile kalmış. Babam çocuk istemediği için onu her seferinde kürtaja zorlamış. Dokuzuncuda annem ona rağmen beni doğurmuş. Ben de hayatım boyunca o doğmamış kardeşlerimi etrafımda hissettim ve onlar için çok üzüldüm. Gerçi babam kötü bir adam değildi, askerdi, düzenli, disiplinli bir adam. Ayakkabılarını öyle gelişigüzel çıkaramazsın, aynı hizada duracaklar. Ama işte genellikle evde değildi ya görevdeydi ya da kadınlarlaydı. Annem, babamdan ayrıldıktan sonra başka bir Macar Yahudisi’yle tanıştı ve hayatımızda güneş açtı. Güney Kıbrıs’a taşındık, Lefkoşa’ya...
Vayyyyyyyyyyyyyyy!- Evet, birden ada çocuğu oluverdim. Üvey babam bir dansçıydı, aynı zamanda piyanist. Lefkoşa’da küçük bir müzik dükkanı vardı. Üç piyanomuz vardı, kiraya veriyorduk. 12 yaşındaydım, görevim piyanolara nezaret etmekti. Arada gidip kontrol ediyordum, akorda ihtiyaçları var mı, çizik mizik var mı? Piyanoların bir tanesi de Lefkoşa’nın Türk kesimindeydi. İşte bir gün oraya gittiğimde bir Türk imamıyla karşılaştım. Ve o hayatımı değiştirdi.
Nasıl yani?- Aval aval piyanonun olduğu mekana giderken, birden o camiyi fark ettim, minaresi beni büyüledi. Kapı açıktı, farkına varmadan merdivenleri çıkmaya başlamışım, tepeye kadar çıktım ve birden karşımda yaşlı bir imam gördüm. Göz göze geldik. "Burada ne arıyorsun?" dedi. "Bilmiyorum" dedim. Ama tuhafıma da gitti, çünkü imam mükemmel bir İngilizce konuşuyordu. Sonra arkadaş olduk. Ben 12 yaşındaydım, o 70. Bir gün dedim ki "Sana bir şey göstereceğim" ve ona cebimden çıkardığım kaşığı sana yaptığım gibi eğdim. Çok coşku gösterecek zannettim ama nedense kılı bile kıpırdamadı. "Bu normal" dedi. İşte o imam, hayatıma farklı bir yön verdi, kendime inanmayı öğretti, pozitif düşünmeyi öğretti, hayal ettiğim şeyleri hayata nasıl geçirebileceğimi öğretti. Bana dedi ki "Hayal ettiğin her şey gerçek olabilir!" Bunu ilk ondan duydum. "Nasıl olabilir ki?" dedim, "Hayal, aklımın içinde. Gerçek değil ki" O da dedi ki "Öyle deme, dünyadaki en büyük güç, hayal etmektir!" Üç yıl düzenli aralıklarla onu ziyaret ettim. Ve ne öğrendiysem ondan öğrendim. Sonra maaile İsrail’e döndük.
İNSANLIK İÇİN ÇALIŞAN BASİT BİR ADAMIMBen guru değilim, insanlara şifa veren biri de değilim. Basit bir adamım. Ama birtakım yeteneklerimin olduğu kesin. Ve pozitif düşünceye inanıyorum. İnsanlık için bazı şeyler yaptım ve yapıyorum. İhtiyacı olanların yardımıma koşuyorum. Kanserli, özellikle de lösemili çocuklar için çalışıyorum...
5 yaşındayken çorba içiyordum elimdeki kaşık bükülmeye başladıBu kaşıkları filan eğebildiğinizi ne zaman fark ettiniz?- 5 yaşındayken kendiliğinden oldu. Çorba içiyordum, elimdeki kaşık eğilmeye başladı. Ama daha önce çok acaip başka bir şey oldu.
Neydi o acayip şey?- 4 yaşında bizim apartmanın karşısındaki oyun bahçesinde oynuyorum. Birdenbire nereden geldiğini bilmediğim bir ışık huzmesi gördüm, korktum tabii. Tepemde duruyor, çok güçlü, çok aydınlık bir ışık ve onun içinden lazer ışığı gibi bir şey çıktı ve alnıma çarptı. Ben yere düştüm. O kadar güçlüydü, 10 dakika filan yerde öyle yattım, sonra kalktım ve koşarak eve gittim anneme anlattım. Dedi ki "Ah Uricim, hayal gücü çok geniş bir çocuksun. Hava sıcaktı tabii, parkta uyuya kalmışsındır ve rüya görmüşsündür!" Yıllarca kimseye inandıramadım. Herkes, "Ne yani? Uzaylılar geldi seni ışınladı mı?" diye dalga geçti. Yine de kimseye aldırmadım, kitaplarımda yazdım, hakkımda yapılan belgesellerde anlattım. İki yıl önce BBC benimle ilgili bir belgesel hazırladı, yine aynı hikayeyi anlattım. Ve ertesi gün şöyle bir mail aldım: "Uri Geller, ben o gün oradaydım ve bahsettiğiniz olayı gördüm. Hayatım boyunca da o beyaz tişörtlü, siyah saçlı çocuğa ne olduğunu merak ettim! Demek o sizdiniz!" Adı Yakup Abrahim, 70’li yaşlarının ortasında yüksek rütbeli bir asker Tel Aviv’de yaşıyor, hali vakti yerinde bir adam, yani yalan söylemesi için bir sebep yok, benden bir beklentisi de yok. Genç bir adammış o zamanlar, anne ve babasının evi, parkın olduğu sokaktaymış, parkın köşesine geldiğinde o ışık huzmesini görüyor ve bir çocuk yatıyor yerde. Sonra bu çocuk, ayağa kalkıyor ve karşıdaki apartmana doğru koşuyor, ışık huzmesi de onun peşinden gidiyor, çocuk apartmana giriyor, ışık huzmesi birden simsiyah oluyor ve kayboluyor birazdan da her şey normale dönüyor. "Bu görüntüyü hayatım boyunca unutmadım" dedi. Ben tabii çok sevindim, 55 sene sonra bir tanığım olmuştu...
Sadece kaşıkları mı eğebiliyorsunuz?- Hayır. Bütün metalleri.
Nasıl yapabiliyorsunuz?- Bilsem. Kimse bilmiyor...
Peki çocukken doktora-moktora götürmediler mi sizi, "Bu çocukta bir tuhaflık var" diye...- Annem götürdü tabii. Psikolog çok şeker bir adamdı, "Belki soyaçekimdir" dedi, Freud’la akrabalığımız var ya! Ama bir açıklık getirmedi.
Okulda arkadaşlarınız nasıl değerlendiriyordu bu durumu?- Hafif çatlak olduğumu düşünüyorlardı! Çünkü saatleri hareket ettirebiliyordum, sınıftaki duvar saatini bir saat ileri alıyordum, öğretmen dersin bittiğini zannediyordu. Bir de tabii çok iyi kopya çekiyordum. Çalışkan öğrencilerin cevaplarını telepatiyle görebildiğim için aynısını ben de kağıdıma yazıyordum. Her zaman başarılı oldum.
Öğretmenler?- Kopya çektiğimi biliyorlardı ama kanıtlayamıyorlardı. Sinir oluyorlardı.
Siz kendinizi nasıl gördünüz: Ucube mi, üstün yetenekli mi?- İkisi de değil.
Peki sorununuz ne?- Sorun-morun yok, ben böyleyim.
Nasıl açıklıyorsunuz böyle olmayı?- Açıklamıyorum, çünkü açıklayamıyorum. Kimse açıklayamıyor. Bunu bir yetenek gibi kabul ettim. Başka çocuklar resim çizebiliyordu, müzik aleti çalabiliyordu, ben akıl okuyordum ve metal büküyordum, bir de saatleri hareket ettirebiliyordum.
Kadınları da hep etkilemişsinizdir...- Tabii, tabii. Kıbrıs’tan döndükten sonra savaşa katıldım, kolumdan kurşunlandım, hálá elim tam çalışmaz. Mecburen insan öldürmek zorunda da kaldım. Felaket zamanlardı. Sonra tekrar sivil hayat. 20 yaşında filanım. Hálá fakirim. Bir Vespam var, tek mal varlığım. Fakirim ama bütün güzel kızlar benimle. Model kızlar. Babamın Tel Aviv’de küçük bir evi var, o şehirde değilse kızları oraya götürüyorum. Çünkü kendi evim dökülüyor, otele götürecek param da yok. Kadınlar gizemli şeyleri sever. Onlara numaralarımdan gösteriyorum, hoşlarına gidiyor. Sonra bir gün, kız arkadaşlarımdan birini çekime götürdüm. Erkek model gelmeyince fotoğrafçı bana dönüp dedi ki "Hadi onun yerine geç de seni çekelim, şu çekimi bitirelim." "Nasıl yani?" dedim. "Senin fiziğin de uygun" dedi. Yere yatıp poz verdim, plaj havlularıyla ilgili bir reklam çekimiydi. İki hafta sonra gazeteyi bir açtım, gözlerime inanamadım, tam sayfa fotoğrafım var, "Aman Alah’ım!" dedim, "Hayatımda ilk defa gazetedeyim." Ondan sonra gerisi geldi, İsrail’deki en meşhur erkek model oldum.
Ama telepatik yeteneklerinizi henüz sergilemiyorsunuz?- Hayır, hayır daha kimse adımı bile bilmiyor. Sadece düzgün fizikli bir adamın orada burada fotoğraflarını görüyorlar. İsmim yok, sadece yüzümün ve bedenimin görüntüsü var. Bir gün "Bu iş daha ne kadar sürecek?"diye düşündüm. Sadece poz veriyorum, başka yaptığım bir şey yok ve resimlerimi çeken fotoğrafçıya "Cebinden anahtarlarını çıkarsana" dedim, "Neden?" dedi, "Bir şey göstereceğim de ondan!" Ve anahtarlarını bükmeye başladım. Bu korktu, "Nasıl yapıyorsun?" dedi. "Beynimle" dedim. "Bu inanılmaz bir şey!" dedi. "Bu akşam bir parti veriyorum. Bir sürü insan gelecek, sen de gel ve bu numarayı yap." "Para ödersen gelirim" dedim. Kabul etti.
O zaman mı anladınız bu elinizdeki gücü paraya çevirebileceğinizi?- Aynen. Herkesin ağzı açık kaldı. Sonra bir şehir efsanesi oluştu, "Genç bir adam var, Uri Geller, bir erkek model, beyniyle kaşıkları ve anahtarları eğip büküyor..." Beni ev partilerine davet etmeye başladılar. Bu partiler gittikçe daha önemli oldu. Avukatlar, yargıçlar, generaller ve derken bir partide İsrail Başbakanı Golda Meir vardı...
Ooooooooooooooo!- Evet, yanına gittim, bir kalem ve boş bir kağıt uzattım, "Lütfen" dedim, "Kendinizi tuvalete kilitleyin, bu kağıda bir şekil çizin ve kimseye göstermeyin. Size o şeklin ne olduğunu söyleyeceğim." "Kimse beynimi okuyamaz genç adam!" dedi. İçeri gitti, bir şeyler çizdi. Dışarı çıktığında, ben de kağıda onun çizdiği şekli çizdim ve gösterdim. Gözlerine inanamadı. Davut’un yıldızıydı. Ertesi günkü yapılan bir röportajda ona "İsrail’in geleceğini nasıl görüyorsunuz?" diye sormuşlar, o da espri yapmış, "Bana değil, Uri Geller’e sorun!" diye. O andan itibaren telefonlarım çalmaya başladı. Dünyanın her tarafından arıyorlardı. "Partilerde yaptığınız gösterileri sahnede de yapar mısınız?" "Tabii" dedim, "Kaç para vereceksiniz?"
Tek motivasyonunuz para mıydı?- Gençken anneme ev almak istiyordum, televizyon almak istiyordum. Tabii ki para kazanmak istiyordum. Daha 22 yaşındaydım. Bir süre sonra doyuma ulaşıyorsunuz. Büyük şirketler için petrol buldum, altın buldum, pırlanta buldum. Çok para kazandım, kazandırdım da. Artık ihtiyacım yok, kazandığımın büyük bir bölümü yardıma muhtaç çocuklara gidiyor.
Peki bu yeteneğiniz nasıl bir şey? Egzersizi filan var mı? Çalışmak gerekiyor mu?- Hayır, hayır, hiçbir şey yapmıyorum.
Solak olmanızın bu işle bir alakası olabilir mi?- Bilmiyorum ki.
Peki doğmamış 8 kardeşinizle bir bağlantısı olabilir mi?- Bir sürü teori var. Parapsikolojiye göre başka bir şey, metafiziğe göre başka bir şey. Telekinesis olduğunu söyleyenler de var. Herkesin farklı bir yorumu var.
Size hiç ürkütücü geldiği olmuyor mu?- Yok canım. Neden ürkütücü gelsin? Hayatta her şeyin enerji olduğuna inanıyorum. Annem üç yıl önce öldü, ama ondan hálá işaretler alıyorum. Hepimiz ölülerin enerjisini hissederiz. Bu söylediğim de soyut değil, gayet somut bir şey. Einstein’ın "E=MC2" ile anlatmaya çalıştığı bu. Yeryüzündeki her şey enerji aslında. Sen de enerjisin, ben de enerjiyim, enerji yok olmuyor. Annem de yok olmadı, sadece artık farklı bir boyutta.
Peki bu yetenek kafanızı hiç karıştırmadı mı?- Karıştı tabii. CIA ve FBI benimle çalışmak istediği zaman. Kendimi bir action filminin içindeymişim gibi hissettim. Ruslara yönelik olarak nükleer silahların azaltılması için bir şeyler yapmamı istediler. Müthiş bir tecrübeydi.
Bu arada şarlatan olduğunuzu söyleyenler de var...- Olmaz mı? İtiraf edeyim, onlar çok işime yaradı, beni daha da efsaneleştirdi. Kötü PR diye bir şey yok, isminizi doğru yazsınlar yeter! Oscar Wilde ne demiş, "Hakkınızda ileri geri konuşulmasından daha kötü bir tek şey vardır, hiç konuşulmaması..." Katılıyorum. Hayat boyu hakkında atıp tutulan bir adam oldum, bazıları yeteneklerime inandı, bazıları insanları kandırmakla suçladı. Göreceksiniz Türkiye’deki şov da çok konuşulacak, acayip şeyler olacak, kaşıklar uçacak, saatler çalışacak...