Paylaş
Sevgilinizle el ele, göz göz olmak, dünyanın en şahane bahçelerinde gezinmek, birlikte maharacaların yatağına uzanmak, saçma sapan şeylere gülmek, hayal kurmak, hayatın karmaşasından uzaklaşıp ‘durmak’ istersiniz...
Udaipur’daki Taj Lake Palace’i tavsiye ederim.
Geçtiğimiz hafta sonu ordaydık. Benzersiz bir deneyimdi, sizinle de paylaşmadan edemedim.
*
Udaipur, Hindistan’ın kuzeyinde ufacık
bir şehir.
500 bin nüfuslu şehirler Hindistan’da minik sayılıyor. Buraya “Doğu’nun Venedik’i” de deniyor. Çünkü şehir suyun içinde. O su da yapay bir göl. Udaipur, Rajasthan bölgesinde. Bence Hindistan’ın en güzel yeri.
Bana hep “O pislikte, fakirlikte nasıl yaşıyorsun?” filan diyorsunuz ya, işte o bölgede tam tersine zenginliğin ve estetiğin âlâsını görüyorsunuz. Şansınız varsa da saraylarında kalıyorsunuz, çünkü onlar artık otel...
Biz de onlardan birinde kaldık. Maharaca’nın, yani mihracenin yazlığıymış. Gölün tam ortasında. 400 yıllık bembeyaz bir saray. 1754’te Maharaca 2. Jagat Sing’in yazlık sarayı olarak inşa edilmiş.
Nefis gerçekten. İçinden kahkaha yükselmeyen, duvarlarında, bahçelerinde aşk hissedilmeyen binalar ölüp gidiyor. Burası canlı, diri. Çünkü ruhu var. Bütün yaşanmışlıkların izini görebiliyorsunuz...
*
83 odalı bu göl sarayını ben ilk Mehmet Ali Birand’ın eşi Cemre Birand’dan duymuştum. Biliyorsunuz, o İkizler burcu bir gezgin, Hindistan’a da en az 15 kere gitti.
“Ah, ben o otele âşık oldum! Bugüne kadar gördüğüm en romantik otellerden biri! Mutlaka gidip kalın” demişti.
Biz de geçen hafta sonu onun sözünü dinledik, bir sevgili kaçamağına gittik.
Az bile anlatmış Cemre Birand.
James Bond’un “Octopussy” filmine de set olmuş, o meşhur Roger Moore’lu film. O zamandan bu yana pek fazla değişmemiş. Tekneyle sizi karadan alıp bu saraya getiriyorlar. Adım attığınız andan itibaren de size kraliçeymişsiniz gibi davranıyorlar. Tepemizden aşağı gül yaprakları döktüler. E insanın hoşuna gidiyor. Otelin her yeri çok sürprizli ve estetik. Koridorlar, işlemeler, resimler, kullandıkları malzemeler, aksesuarlar, her bir oda ayrı güzel. Öyle böyle değil ama... Ortada da bir bahçe var, sanki cennet...
*
Muhteşem bir oda verdiler bize.
En büyük suitlerden biri. Yüksek tavanlı, devasa bir yatak odası, çift kale maç yaparsın. Oturma ve çalışma alanı da var...
Ama anladım ki ben küçük odaların kadınıymışım, yatak odamın daha kutu gibi olmasını seviyorum. Sarıldıkça sarıldım sevgilime o dev odada...
*
İngiliz kraliyet ailesi ne yapar? Biliyor musunuz siz? Bir işleri var mı? Bir şey yaratıyorlar mı?
Tabii ki ülkelerini temsil ediyorlar, hayır kuruluşlarıyla filan bir arada yer alıyorlar, o tür sosyal sorumluluk işleri yapıyorlar ama nasıl para kazanıyorlar?
Üretkenlikleri, herhangi bir şeyleri yok.
Oysa Udaipur’un kraliyet ailesi, saraylarını çeşitli turizm gruplarına işletmeleri için vermiş.
Girişimci turizmci olmuşlar yani.
Göl sarayını dünyaca ünlü bir turizm grubu işletiyor. Hem de yıllardır. “Şehir Sarayı”nın bir kısmı müze olmuş, bir kısmı galeri, bir kısmı da çeşitli etkinlikler için kiraya veriliyor. Düğünler, şirket organizasyonları, kına geceleri...
Neredeyse bütün Hindistan böyle. Çok akıllıca buluyorum bu sistemi.
Udaipur maharacası 83 yaşında, bir oğlu, iki kızı var. Kızlardan biri Boston’da, biri hekim. Oğlu ise içeride, sarayda çalışıyor. Ofisi var, sen sarayı gezerken onun ofiste çalıştığını görebiliyorsun!
Hoşuma gitti bunlar.
Evet, otel ucuz değildi ama yaşadığımız deneyim ve kaçamak her kuruşuna değdi...
*
Her şeyin çok hızlı aktığı bir çağda yaşıyoruz. Sürekli kafası kesik tavuklar gibiyiz, oradan oraya koşturup duruyoruz. Ve bütün bunlar olurken hep bizden gidiyor. Kendimizden, ilişkimizden. “Self care” diye bir kavram öne çıkıyor dünyada. Kişinin sadece bedenine değil, ruhuna da özen göstermesi. Hepsi bir bütün çünkü. Bu manyak ve vahşi dünyada kendini, ilişkisini korumaya çalışması...
O yüzden kaçamak yapmak iyidir.
Yapın. İki sevgili olarak kopup gidin.
İlle de saray-otellerde kalmak gerekmiyor.
Çadırda kamp yaparak da ilişkiye özen göstermek mümkün.
Yaşasın minik kaçışlar, yaşasın romantizm!
Hamiş: Madem Udaipur’dan söz ettik. Bir otel daha var kesinlikle gidilmesi gereken, o da Oberio. O gerçek bir saray değil ama öyle gibi yapmışlar. Nefes kesici. Gölün ortasında değil, kenarında. Çok daha geniş bir alana yayılıyor. Yolunuz düşerse bir gece Göl Sarayı’nda, bir gece burada kalın... Zaten Udaipur iki günde biter. Sonra tekrar kafası kesik tavuk olarak hayatın akışına dalarsınız!
Paylaş