Paylaş
Kamp mı? Ne kampı? Nereden çıkardın şimdi bunu?”
“Bütün arkadaşlarım gidiyor! Yelken kampı! Ben de gitmek istiyorum. 15 gün. Hem yelken öğreniyoruz hem özgür oluyoruz. Anneler babalar yok. Telefon da yok. Alıyorlamış. Günde sadece bir saat veriyorlarmış. Sekiz kız aynı odada kalacakmışız. Çok güzelmiş. Pırıl bu sene ikinci kez gidiyor...”
Sorduk soruşturduk, gerçekten de Karacasöğüt’teki Global Sailing Academy Kampı iyiymiş.
“Peki” dedik.
Siz bu satırları okuduğunuzda 15 günlük kampı tamamlanmış olacak, kızımızı teslim alacağız.
Hayatımda ilk defa Alya’dan bu kadar uzun ayrı kalıyorum.
Ben görünüşte cool bir anneyim ama gel de içimi sor, itiraf ediyorum o değil, ben zorlandım.
Çünkü kampa gitti, beni unuttu! Bazı akşamlar telefon konuşmamız 45 saniye bile sürmüyordu.
“Burası harika! Çok eğleniyoruz. Yelkeni baya öğrendim, rüzgâr da iyiydi bu sabah. Herkesle aram iyi. Hayır, dağınık değilim, atmıyorum hiçbir şeyi bir yere. Hadi, ben gidiyorum. Çirkinlik yarışması var. Nasıl çirkinim anlatamam. Tamam atarım fotoğraf ama söz vermeyeyim, vaktim yok. Daha fazla konuşamayacağım...”
Hatta bir akşam, şarjı bitmiş aramadı, depresyondayım tabii!
11 yaşında bu kadar bağımsızlık, bu kadar özgürlük bana biraz fazlaymış gibi geldi.
Ama sonra kendi kendime, “Manyak mısın? Çok mutlu. Daha ne istiyorsun? Annesinin dizinin dibinde oturan bir kız mı?” dedim.
Sanki ben öyleydim ama anladım ki armut dibinden biraz öteye düşecek.
Karacasöğüt’teki kampın kurucuları, Karamanoğlu Ailesi. 1988-1993 arası Deriskan adlı tekneleriyle 42 bin deniz milini yelkenle kat eden dünyayı dolaşan ikinci Türk denizci ailesi onlar. Denize gönül vermiş dostlarıyla Gökova’da Yelken Kulübü’nü kuruyorlar. Bir süredir de Global Academy ile hizmet veriyorlar. Hem sporcu yetiştiriyorlar hem de birbirinden ilginç kamplar düzenliyorlar. Her yaşta insanı bir araya getirip doğayı, denizi sevdiriyorlar. Bence yelken müthiş bir spor. Doğayla, yani hayatla baş etmeyi, rüzgârı yönetebilmeyi öğretiyor. İnsanın hem ruhunu hem beynini hem de bedenini geliştiriyor. Kamptan çıkan çocukların boyu uzuyormuş, kendilerine bir güven, bir güven...
Bu yaz da böyle başladııııı...
O kadar sevdi ki, “Gelecek sene de gideceğim!” diyor... Neyse önce bir gelsin, ilk akşam, birlikte uyumak istiyoruz ve elini tutacağım uyurken, 11 yaşında filan anlamam. Özledim çocuğumu ya, işte o kadar!
EL KADAR BALIĞA FAHİŞ FİYAT ÇEKTİK
İnsanın içi acıyor. Ben Bodrum’u şimdiye kadar hiç böyle görmemişim. Gazetede haberleri okuyoruz, turizm felaket vaziyette diye ama gözünle görünce bir başka hüzünleniyor insan. Umarım bu hafta sonundan itibaren değişir. Burada konuştuğum esnaf durumu şöyle özetliyo: Bombalar, şimdiye kadar kazıklanan turistler ve tabii Ramazan...
Çuvaldızı kendisine de batırıyor yani:
“E biz de fahiş fiyatlar çektik el kadar balığa! Kaçtılar tabii Yunan’a” diyor. Bodrum’un tekrar canlanması dileğiyle...
YAZ HAZIRLIKLARI TAMAMLANDI MI?
Her şeye hazırlık gerekir. Bence yani.
Herhangi bir şeye kafamı hazırlamayı severim, kalbimi, zihnimi, bedenimi, ruhumu.
Aşka da hazırlanıyorsun. Sevişmeye de. Hem kafanı hem bedenini...
Ben röportaja da hazırlanıyorum. Ve aslında her şeyin hazırlığı, bana en az onu yaşamak kadar keyif veriyor.
Yazın da bir hazırlığı var. Ve ben onu çok seviyorum. Fazla kilolarından kurtulmaya çalışıyorsun, kendini bikiniyle hayal ediyorsun, sadece kendini mi, evini de hazırlıyorsun. Evi hazırlamak benim için, o yazı yaşamaya başlamak aslında.
Bir hafta filan sürüyor. Eksiklere bakılıyor, listeler çıkarılıyor. Bazı şeyler tamir ediliyor, yeniden bitkiler, çiçekler ekiliyor, boya, vernik yapılıyor, bahçe elden geçiyor, eski yüzlü her şey yenileniyor, eve tekrar canlılık, dirilik, enerji geliyor.
Ve ruhun, “Yaşasın yine yaz!” diye çocuklar gibi seviniyor. Bu hazırlık beni hiç yormuyor, aksine mest ediyor.
Benim için yolculuk, varmak değil, yolda geçirdiğim zaman, yolun kendisi, o yolda olma hali... Bu da böyle bir şey... Hazırlıklar bitti. Şimdi arkadaşlarımızı bekliyoruz, bu işler böyledir, evi hazırlarsın ama sadece kendin için değil, sevdiklerin için...
Paylaşmayınca bir halta yaramaz!
TÜRKİYE’DE YOK, YOK!
Bodrum’daki ev için ben her gittiğim yerden hasır sepet getirmeye çalışıyorum. Farklı boylarda. En son Ruanda’da düştüm onların peşine... Çarşı pazar dolaştım. Ve buldum, nasıl mutlu oldum anlatamam! Hiç üşenmedim taşıdım onları. Başka bir yerde bulamam ki diye düşündüm. Ama ne oldu? Geçen gün Bodrum’a gelmeden önce Vali Konağı’nda yürüyorum, o da ne, bir etnik Afrika dükkânı, benim dünyanın bir ucundan taşıdığım sepetler önümde duruyor... Amanıııınn! Üstelik 100 liranın altında, boy, boy... Taşımaya değmez! Dün de Bodrum Ortakent’te Nepal’dan ve Hindistan’tan taşıdığım kolyeleri gördüm. Biz Türkler işte böyleyiz, dünyanın her tarafını kolaçan edip, nerede ne varsa milletin hizmetine sunmaya meraklıyız!
Paylaş