Paylaş
Evrim Kuran, Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. İnsan kaynakları alanında yüksek lisans yaptı.
Sabancı Üniversitesi’nde Executive MBA derecesi aldı.150’nin üstünde ulusal ve çokuluslu şirkete hizmet veriyor.
Evet, Gezi olayları sırasında da onunla röportaj yapmıştım!
‘Y kuşağı’nı, onun sayesinde yakından tanıdık.
Her şeyi sorgulayan kuşak. ‘Bullshit detector’leri sayesinde sahte olanı ayırt edebiliyorlar. ‘2P’ yani akran ve ebevyn çok önemli. ‘Helikopter anne babalar’a sahipler. Adalet duygusu ağır basıyor. Farklılaşma değil benzeşme önemli, sahicilik, samimiyet, takım oyunu, yardımlaşma öne çıkan değerler ve çok gelişmiş bir mizah anlayışları var…
Peki, bu geçen sürede neler oldu?
Gezi’den kim ne dersler çıkardı?
Ve Kuran, Başbakan’ın son açıklamalarını nasıl değerlendiriyor?
Buldum, sordum…
VAHİM AÇIKLAMALAR
Başbakan’ın, gençlerin ‘aynı evde kızlı-erkekli oturmaları’na itiraz eden açıklamalarını sen nasıl değerlendiriyorsun?
- Bana sorarsan vahim! Bırak Başbakan’ı, bunu bir ebeveynin, bir genel müdürün ya da bir marka müdürünün söylemesi de vahim! Biz X kuşağı olduğumuz için, bizim merak ettiğimiz, “Parlamenter sisteme etkisi olacak mı, olmayacak mı? Sandığa yansıyacak mı, yansımayacak mı?” Hayır, bence yansımayacak! Ama günlük yaşantımıza etkisi olacak. Sadece sosyal medyayı takip edenler bile, Başbakan’ın o açıklamaları üzerine gençlerin bu konuda ne kadar ‘sarkastik’ bir tavır içinde olduğunu görür...
Nasıl izah ediyorsun peki olup biteni?
- Ben bunu, ‘derinlik sarhoşluğu’na benzetiyorum. Dalgıçların başına gelir ya. O irtifa ister yukarıda, ister aşağıda fark etmiyor galiba. Yeni jenerasyonun söylediği bir şey var: “Fildişi kulenden in artık!” diyor. Ve bunu sadece siyasi lidere söylemiyor. Markaya da söylüyor. Köşe yazarına da söylüyor. Şirkete de söylüyor. Müdürüne de söylüyor. “Fildişi kulenden in ve dünyaya aynı seviyeden bakalım !”
BU ÜLKEDE İNSANI ZORLA FEMİNİST YAPARLAR!
Bu konuda seni en çok etkileyen tweet hangisiydi?
- Oyuncu Rıza Kocaoğlu’nun tweet’i. “Bu ülkede insanı zorla feminist yaparlar!” Derin bir mesaj bence. Korkum, bu işin “Komşularınızı ispiyonlayın kardeşlerim!” noktasına gelmesi. “Apartmanında böyle insanlar varsa, şikâyet et!” Mevcut anayasa, bu tür müdahalelere izin vermiyor. Ama toplum mühendisliği yaparak, mahalle baskısı yaratarak, bu ‘ötekileştirme’ derinleşir. Ve ülke George Orwell’ın 1984’üne döner…
Peki böyle bir durumda, Başbakan’ı uyaran olmuyor mu?
- Biat kültüründe ne yazık ki bu mümkün değil. O da zaten yanlış yaptığını düşünmüyor. İktidar partisine baktığım zaman beni şaşırtan şöyle bir tablo var: AK Parti, Gezi’den sonra gençlik çalışmaları, analizleri ve araştırmaları yapan tek siyasi parti. Ama uygulamada, tamamen ‘dışlayıcı’ ve ‘ötekileştirme’ye hizmet eden bir liderlik söz konusu. Bu ikisi bir araya gelemiyor bir türlü…
Bu, onlara oy kaybettirmiyor mu?
- Şu anda öyle görünmüyor. Ama bu, mevcut seçim sisteminin bir sonucu. Yüzde 10 barajı yüzünden. Gençler diyorlar ya, “Barajı kaldır, seçim sistemini değiştir, delikanlı kim bakalım!” Haksız da değiller. Bir başka mesele de 76 milyonluk ülkede yaş ortalaması 30. Peki Meclis’in yaş ortalaması kaç?
Kaç?
- 53! Einstein’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Delilik, sürekli aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar beklemektir!” Meclis, yaş ortalaması 53 olan amcalardan ve teyzelerden oluşuyor. Hem gençleri siyasete dahil etmiyorlar hem de 30 yaşındaki gençler onları anlasın istiyorlar!
Peki ne yapmak lazım?
- Hayatta, siyasette ve işte, mutlu ve başarılı olmanın bir sırrı var. O da her sabah kalktığında şunu hatırlamak: İnsanlar ölümlü. Ölüyorlar. Seçmen ölüyor. Tüketici ölüyor. Müşteri ölüyor. Ve yerine yenileri geliyor. Dolayısıyla, hep yeni bir şey söylemen gerekiyor…
TERSİNE MENTORLUK
Meclis’te hiç ‘Y kuşağı’ yok mu?
- Bu da çok acı, sadece iki kişi var. İsimlerini söylesem de bilmezsin. Çünkü herhangi bir şekilde sahnede değiller. Etkileşimleri yok. Bu iş, öyle siyasi partilerin tüzüklerine ‘gençlik kotası’ koymakla çözülebilecek bir şey değil. Önümüzde hem yerel hem genel seçimler var. Bütün belediye meclislerinde, gençlik konseyleri var. Yasa gereği olmak zorunda. Peki mitinge adam toplamaktan, bayrak dizmekten, şiir dinletileri ve iftar davetleri vermekten başka ne yapıyorlar? Hiçbir şey! Gençler, siyasete dahil edilmiyor!
Onlar mı dahil olmuyor, yoksa dahil olmalarına izin mi verilmiyor?
- Sistem, önlerini açmıyor. Ama aynı gençler, şirketlerde, milyon dolarlık ciroları yönetiyorlar. Artık bu kuşaktan genel müdürler var bu ülkede. Ama yerel yönetimlerde bile esameleri okunmuyor. Milyonlarca dolarlık ciroları yöneten bu gençler, iki belediyeyi mi yönetemeyecek! Güldürmesinler! Ondan sonra da, “Yok efendim gençlik kotası koydum, kadın kotası koydum!”
Sence neden tüm bunlar?
- Çünkü sistem, statükoyu korumaya endeksli! Gençlerin isyanı da bu statükonun tiranlığına, despotluğuna. Gezi, bu zorbalığa karşı kendini ifade etmenin ‘lansman partisi’ydi. Lansman bir başlangıç. Bundan sonra çok çeşitli platformlarda kendilerini ifade etmeye devam edecekler. Belki Greenpeace’te, belki bir alışveriş merkezinin önünde ya da bir şirketin toplantı salonunda. Parlamentoya girememişsin, parlamenter sistemde yer almamışsın ne önemi var?
İyi ama bu durumda değişimi nasıl sağlayacaklar?
- Bizi yöneten Meclis’teki 550 kişi, bin yıldır n’aptı ki? Statükoyu mu zorladı, herhangi bir değişim mi gerçekleştirdi? Türkiye’de gençler bence siyasi sistemin marabaları! Irgatları! Ayak işleri yapıyorlar. Getir götür yani. Eskiden şirketler, stajyerleri böyle kullanırdı. Sadece fotokopi çektirirlerdi. Sonra baktılar ki orada bir değer, bir inovasyon var. O yüzden tavır değiştirdiler. Şirketlerde, ‘tersine mentorluk başladı. Eskiden sen genç bir çocuğa mentorluk yani akıl hocalığı yapıyordun. Şimdi tam tersi, o sana yapıyor. Şirketler bu gerçeği yakaladı.
Nasıl oluyor da gençler, mentorluk yapabiliyor?
- Sokak, hayat, teknoloji, yenilikler, pazar, tüketim, “Dünya nereye gidiyor?” bunların kralı onlar! Bu konularda artık tepe yöneticilere mentorluk yapıyorlar. Şirketlerin bu resmi gördüğü bir Türkiye’de, biz hâlâ getir götür yaptırıyoruz bu çocuklara! Bu çok acayip bir şey. Eyvah yani! Ben Gezi’de en çok şuna şaşırdım: Gençleri sevmeyen bir ülke olduğumuzu biliyordum. Türkiye Cumhuriyeti tarihi bunu kanıtlayan binlerce örnekle dolu. Ama bu kadarı sevmediğimizi tahmin etmiyordum!
Sence sebebi ne?
- Çünkü konformistiz. O gençler, yeni bir dünya, yeni bir dönem anlamına geliyor. Bu da ne demek? Bizim eski dünyalarımızın devre dışı kalması demek. İşimize geliyor mu? O kadar statükocuyuz ki, hayır gelmiyor!
Gezi sayesinde dijital devrim
Gezi’den bir ay önce, Türkiye’deki toplam Twitter kullanıcı sayısı yaklaşık 7.5 milyondu. Gezi’den sonra 11.5 milyona çıktı. Şu anda Twitter’a giren insan sayısında dünya birincisiyiz. Türkiye’deki toplam internet kullanıcısının yüzde 33’ü Twitter kullanıyor artık. Dijital devrim gerçekleşiyor. Japonlardan daha çok Twitter kullanıyoruz. Gezi sayesinde!
GEZİ'DEN KİM NE DERS ÇIKARTTI?
Gezi’den sonra neler oldu? İktidar, ne ders çıkarttı?
- Bence çıkaramadı! Gezi ruhunu okuyamadı. “Bu gençler yapma denileni yapıyor!” diyorlar. Oysa bu gençler, sadece ‘yönetişim’ ve ‘etkileşim’ istiyor. “Benim adıma sen karar verirsen, külahları değişiriz!” diyor. Ben yıllardır bunu ebeveynlere de şirketlere de siyasi liderlere de söylüyorum. Gençleri dahil etmeniz gerekiyor diyorum. Edilmediklerinde “Yaşam tarzıma müdahale etme!” mesajı veriyorlar, vermeye de devam edecekler. “Bunlar, Türkiye’nin sadece yüzde 50’si” demek de bizi doğru bir yere götürmüyor.
‘Y kuşağı’, Gezi’den ne ders çıkarttı?
- Direnmenin güzel olduğunu, direnince çok güzel olduklarını gördüler! Gezi bir dönüm noktası. Bir araya geldiklerinde ve örgütlendiklerinde neler yapabildiklerinin farkına vardılar. Artık buradan geri dönüş yok!
Anneler babalar ne ders çıkarttı?
- Gezi’den önce kendilerine ait değerlerle çocuklarını yargılarken, Gezi’den sonra, onlara ait değerlerle ölçmeye başladılar. Burada toplumsal bir diriliş söz konusu. Türkiye’nin dört bir tarafından hatta yurtdışından bir sürü mesaj geldi bana. “Anladım” diyorlar, “Bizim oğlanın, bizim kızın niye böyle yaptığını anladım!” Benim çok sevdiğim şair Adnan Özer der ki: “Trajik yakınlık, en anlamlı dostluktur.” Gezi, böyle bir sonuç doğurdu. Bir de anneler babalar için ‘vicdan banyosu’ oldu. O güne kadar bir ebeveyn olarak, “Benim çocuğum bir baltaya sap olamayacak!” diye bir korkuya kapılıyordum diyelim ama birden fark ettim ki, çocuğum klavyenin başında Türkiye’yi ayağa kaldırıyor! Dolayısıyla vicdanım rahatlıyor…
Ana muhalefet partisi ne ders çıkarttı?
- İletişimci yazar Ateş İlyas Başsoy, CHP için ‘Ana Muhalefet Bakanlığı’ diyor. Bu süreç bence bir kez daha bunu ortaya koydu. Bana kızmasınlar. AK Parti’ye hizmet eden bir bakanlık gibi çalışıyorlar. Çünkü sürekli aynı şeyleri söylüyorlar. Sürekli aynı şeyleri yapıp, farklı sonuçlar bekliyorlar. Ana muhalefetin yaş ortalaması, iktidar partisinden daha büyük bu arada. Bir de şöyle çarpıcı bir gerçek var: AK Parti, özellikle de Başbakan’ın son dönemindeki tavrıyla, kendi muhalefetini kendi yapıyor. Yani muhalefet de iktidar da kendisi…
Şirketler ne ders çıkarttı?
- Neredeyse bütün söylemleri değişti. ‘Y kuşağı’nı fevkalade ciddiye alıyorlar. Daha iyi tanımaya çalışıyorlar. Çünkü ‘Y kuşağı’nı kazanamamak ya da kaybetmek eşittir derin bir para kaybı. Bünyene aldığın yeni nesillerin, başka şirketlere gitmesi erozyon yaratıyor. Marka imajını da zedeliyor. Pazarlama dili bile değişti. Mesela artık, “Yoksa siz hâlâ annenizin margarinini mi kullanıyorsunuz!” demiyor da “Tıpkı annemin margarini!” diyorlar. Bizim ‘X kuşağı’ için, anne margarini kullanmak havalı bir şey değildi. Hatta kıroydu. Bizim daha ileri olmamız, daha iyi bir şey kullanmamız gerekiyordu. Oysa bizden sonraki kuşak, yani ‘Y kuşağı’, “Ben annemin kızıyım. Aa ne güzel tıpkı annemin margarini diyor!” Bundan gurur duyuyor. Anne, baba çocuk, ölümüne kanka. Best friends forever!
Bir lider çıksın da “Gençlerin fikirlerini hayata geçireyim” desin
Bir aday ya da bir lider çıksın da, “Benim gençlik politikam şudur!” desin. “Gençlere daha fazla konser yapacağım, daha fazla iftar düzenleyeceğim ya da daha fazla sosyal sorumluluk projesi yaptıracağım” yerine, “Gençleri şu şekilde kullanacağım, fikirlerini hayata geçireceğim” desin. Böyle bir örnek yok. Ne Meclis’te ne ana muhalefet partisinde. Oysa gençlik kollarında çok kıymetli gençler var, oralarda harcanıp gidiyorlar. Sonra da “Gençler apolitik!” deniyor. Gelebilecekleri bir platform vardı da onlar mı gelmediler? Mevcut statükocu sistem, bu gençlerin Meclis’te temsil edilmelerine olanak tanımıyor.
Evrim Kuran Y Kuşağı ve Gençlik araştırmaları uzmanı
Balkon konuşmalarının üstü çizildi
Başbakan’ın balkon konuşmalarında yarattığı etkinin üstü çizildi. Çünkü o kapsayıcı, dahil edici yaklaşım yok artık. “Biz herkesle kol kola, omuz omuza bütün özgürlüklerin ve birlikte yaşamanın garantisiyiz” diyen bir söylem, ertesi gün derin bir ötekileştirmeye doğru hamle yaptığında, bu gençler konuşuyorlar. Hiçbir şey yapamıyorsa, espri yapıyorlar ve o espri 2 bin 500 retweet alıyor!
BİLAKİS AŞK GERİ GELİYOR
‘Y kuşağı’yla ilgili yeni araştırmalar var mı?
- Dünyada, ‘Y kuşağı’nın şirketlerle ilgili algısını 25 yıldır ölçen bir araştırma şirketi var. Bu şirketin Ortadoğu ve Türkiye’de yaptığı çalışmalardan ben sorumluyum. Nisanda başlayıp ağustosta bitirdiğimiz yeni bir araştırma var. 20 üniversiteden 7766 ‘Y kuşağı’ gence ulaştık…
Ne tür sonuçlar çıktı?
- Y kuşağında yükselen bir değer var: ‘Girişimcilik.’ Şirketler ya da siyasi arena buna ne kadar izin veriyor, bu ayrı bir tartışma konusu ama gençler girişimci olmak istiyor. Girişimci demek, “Ben bir holding kurmak istiyorum” değil. Köfteci de olabilir. “Kendi iş yapma anlayışımı, estetiğimi ve duygularımı bir işe yansıtmak istiyorum.” Dolayısıyla artık şirketler, “Şirket içi girişimciliği nasıl destekleyebiliriz?” ona bakıyorlar. Bir başka konu da eskiden gençlerin çalışmak istedikleri ilk 10 şirket, uluslararası büyük şirketlerdi. Bugün ise şaşırtıcı bir sonuçla karşı karşıyayız. Küresel yatırımları olan Türk şirketlerinde çalışmak istiyorlar.
Neden?
- Makro yaşam trendleri arasında Türk gençliğinde bir ‘pop milliyetçilik’ yükseliyor. Ama bunu doğru okumak lazım. Bu ‘kafatasçı’ ve ‘Ya sev, ya terk et!’ tarzı bir milliyetçilik değil. Eurovision’da birinci olmaya sevinen, Facebook’ta profiline Türk bayrağı koyma güdüsü olan popüler bir milliyetçilik anlayışı. Muhteşem Yüzyıl’ın yükselmesi de buna örnek olabilir...
Peki aşk ne ifade ediyor ‘Y kuşağı’ için?
- Bu gençler, tutku ve duygu döneminin çocukları. O yüzden aşk önemli. Bir önceki ‘X kuşağı’, yani bizler, bireysellik kuşağıyız. Bu, bizim dönemimizde nüfusa bile yansıdı. Doğum oranları düştü. ‘Y kuşağı’ öyle değil, ilginçtir, önce evlenmek ve mutlu olmak, daha sonra kariyer yapmak isteyen çocuklar bunlar. İstatistikler de bunu destekliyor. Komünite içinde güvende olmaya ihtiyaçları var. Aşk da bu anlamda çok değerli. Seks ise sürecin bir parçası. Ulaşılması gereken hedef değil.
Ama Nuran Yıldız, aşk yüzyılının bittiğini söylüyor…
- Ben buna katılmıyorum. Bilakis, derin duygusal döneme girdiğimizi düşünüyorum. Pazarlamada bile, ‘aşk markası’ değer yaratıyor. ‘Y kuşağı’nın, cirosu en yüksek, dağıtım alanı en geniş olan markaya değil; en çok duygu ve etkileşim yaratan markalara gittiğini görüyoruz. Yediği çikolatanın bile ‘aşk markası’ olmasını istiyor. Nasıl aşk yüzyılı bitti diyebiliriz? Beni affetsin ama ben buna inanmıyorum. Bilakis geri geliyor…
Dijital küratörlük
Olan biteni ‘Y kuşağı’ daha çok Twitter’dan takip ediyor. Peki ya oradaki bilgi kirliliği?
- Bak, bu da önemli bir mesele. Bir bilgi kirliliği olduğunda şirketler n’apar? “Bunlar yanlış, gerçek bu!” diye basın açıklaması yapar. Hedef kitlesine bilgiyi doğru aktarır. O zaman senin de hükümet, ana muhalefet ya da yerel yönetim olarak benzer bir sorumluluğun var. Biz buna ‘dijital küratörlük’ diyoruz. Küratörlük yapman, yanlışsa, bilgiyi düzeltmen senin en önemli görevlerinden biri. Ama nerdeee…
Şirketlerde, sosyal medya departmanları kuruluyor. Aynı şeyi siyasetçilerin de mi yapması lazım?
- Kesinlikle. Ama tam tersini yapıyorlar, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Sosyal medyada, maaşlı propaganda yapan arkadaşlar var. Ben Twitter’da AK Parti için propaganda yapan 6 bin maaşlı kullanıcı olduğunu duydum. Vazifeleri muhalefet edenlere küfretmek. Ama parayla tutuldukları, yazdıkları şeylerden çok belli, hep aynı şekilde saldırıyorlar.
YİYORLAR AMA YAPIYORLAR
Tipik bir ‘X kuşağı’ olarak, oy vermeyi düşündüğüm siyasi partinin, bir büyükşehir belediye başkan adayına oy vermeyi istemiyorum. Çünkü beni temsil ettiğini düşünmüyorum. Ama mevcut sistemde, kime verebilirim ki? Şimdi “Vermeyeceğim” diye köpürüyorum ama sandığa gittiğimde tabii vereceğim. ‘Kötünün iyisi’ diye seçiyoruz. Ya da “Çalıyorlar ama yapıyorlar!” diyoruz. “Yiyorlar ama kalkındırıyorlar!” Bunlar gerçekten çok demode yaklaşımlar. Sistem de bu statükoyu korumaya hizmet ediyor zaten. Ama eninde sonunda tekamül edecek. Bir kısım statükocu zihniyet, doğal ya da doğal olmayan yollarla sistemden çekildikçe, yerine gelen yenileri sistemi iyileştirecekler. Vakit kaybedeceğiz o ayrı…
Fotoğraf: Emre YUNUSOĞLU
Paylaş