Paylaş
100 bin satan yazar olmak nasıl bir şey?
- Şahane! Bir sürü insana ulaşabilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Mutluluk var, gurur var, heyecan var…
Peki bu kadar çok satmanın sırrı ne? Formülünüz ne?
- Buna ben cevap veremem. Akademik olarak bu sorunun cevabını arayan üniversiteler bile oldu. Sanırım okurlarım, yazdıklarımda kendilerinden bir şeyler buluyorlar. Böyle yazmak için özel bir çaba da sarf etmiyorum, içimden geldiği gibi yazıyorum. Uzaklara bakıp, “Şimdi edebiyat yapacağım, şöyle bir cümle kuracağım” demiyorum. Yüreğimi ortaya koyuyorum.
Bir taraftan da çok satan kitaplar, ‘edebiyat’ sayılmıyor, siz de bazı çevreler için, ‘edebiyatçı’ sayılmıyorsunuz! Üzülüyor musunuz?
- Yok, hayır. Başlangıçta bir direnç vardı ama görmezden gelemeyecekleri bir noktadayım. Doğrudur, belli bir kesim, beni edebiyatçı saymıyor. Ama neden o zaman üniversitelerin edebiyat fakülteleri beni söyleşiye çağırıyor? Neden benim kitaplarım üzerine tezler hazırlanıyor? Kütüphaneciler Derneği’nden bile ‘en çok okunan yazar’ ödülünü aldım. Geçen hafta, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, medya ödüllerinde ‘en iyi yazar’ olarak beni seçti. Sürekli üniversiteler ödül veriyor.
Türkiye’nin en çok satan yazarlarından olup da sıradan bir edebiyatçıya göre bile tanınmamış olmanızı neye bağlıyorsunuz?
- Galiba İzmir’de olmak, İstanbul’daki edebiyat çevrelerine pek girmemek. Ben biraz ayrık otu gibiyim. Bir röportajda bana, “Sizi Cihangir kafelerinde görmüyoruz?” dediler, “Yazar olmak için oralarda olmak şart mıdır?” dedim.
Buna karşılık, Anadolu’da pek çok imza gününe, fuara gittiğiniz doğru mu?
- Evet. Evde, bavulum köşede hazır duruyor, atlayıp gidiyorum. Ama yazarken kampa giriyorum, etkinlik- metkinlik kabul etmiyorum. Önümüzdeki günlerde, Fransa’da ve İngiltere’deki kitap fuarlarına katılacağım Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak. Bana pek yakıştırmıyorlar ama edebiyatçı olarak çağrıldım!
İmza kuyruklarınız dillere destan. Dövmelilerden başörtülü kadınlara kadar pek çok insan saatlerce kuyrukta bekliyormuş…
- Malatya’daki imza sekiz saat sürdü. Müthiş görüntülere tanık oluyorum. Göbeği piercingli bir kızla, başörtülü bir kız Nâzım Hikmet şiirlerini tartışıyorlar mesela. Bence inanılmaz bir uzlaşma tablosu. Bakın, hiçbir yazar okunmamak için yazmaz. Bütün herkesin amacı çok okunmak ve çok satılmaktır. Ben de çizgimden ve okurlarımdan memnunum. Ben kimseden edebiyat ödülü beklemiyorum, ödüllerimi okurlarımdan zaten alıyorum. ‘Eroinle Dans’ı okuyan bir genç, “Ben sayenizde maddeyi bıraktım” dedi, bu benim için Nobel’den bile değerli!
Peki son romanınız ‘Hasret’…
- Son bebeğim. Çok uğraştım. Sekiz yıldır bende olan bir hikâye. Eski İzmir Valisi Oğuz Kaan Köksal’ın eşinin aktardığı bir hikâye bu. “Bizim aile
hikâyemizi, sizin kaleminizden okumak isterim” demişti. Gerçek bir aşk hikâyesi. Bir mübadeleyi anlatıyor. Çok sevdim. Ama dinleyince korktum. Çünkü çok incelemek gerekiyordu. Sonunda gözümü kararttım, yazmaya karar verdim. Ama kendime söz verdim, her şey doğru olacak, isimler bile. Hepsi birebirdir. Çok araştırma yapmam icap etti. Son iki senedir inanılmaz yoğunlaştım. Selanik’e bile gittim, sadece Keskin bölgesinden giden Ortodoks Rumların hangi yolla Selanik’e ulaştığını öğrenebilmek için. Lozan Mübadele Derneği’yle de çalışmalarımız oldu. Ben çok severek yazdım, umarım okurlarım da severek okurlar…
Âşık olmak, bir yetenek Bu yetenek bende yok!
Nasıl bir aileden geliyorsunuz?
- Ankaralı bir aile. Babam, İller Bankası’nda müfettişti. Sonradan bakan danışmanlığı filan da yaptı. Annem de bankada çalışıyordu. Onlar çalıştığı için ben çocukluğumu, iki teyzem, anneannem ve dayımla geçirdim. Amcamın bir kitabevi vardı, babam her hafta götürürdü. Oradan sürekli kitaplar alırdım. Çok okuyan bir çocuktum. İlk yazdığım kitabım mizah öyküleri. Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ödüllerim var. Neden mizah yazdım? Çünkü babamın başucunda Aziz Nesin kitapları vardı. Ama edebiyat dünyamız, mizahı da edebiyattan saymaz. Çocuk edebiyatını da. Ama şimdi ister saysınlar, ister saymasınlar!
Eczacılık okumuşsunuz. O ne alaka?
- Basın yayın okumak istiyordum. Ama babam, “Ben emekli olunca eczanede otururum, yazık etme puanına” dedi, puanım yüksekti, onu kıramadım, girdim işte. Ama babam benim eczanemde filan oturamadı. Çünkü 21 yaşında Diyarbakır’a gelin gittim.
Eşinizle nerede tanıştınız?
- Üniversitede. Öğrenci konseyi başkanıydı. Ve benimle tanışır tanışmaz, “Ben seninle evleneceğim!” dedi. “Aaa deli misin!” dedim, ben daha 18’dim.
Şimdi prenses gibisiniz, o zaman da öyle miydiniz?
- Fakültenin güzel kızlarından biriydim. Eşim de, Diyarbakır Gazi Köşkü’nün sahiplerinin torunu. İyi bir aile.
O da yakışıklı mıydı?
- Evet yeşil gözlüdür, kendine güveni olan bir adam. Çok inatçı ve ısrarcıydı. Yani aramızda çok büyük bir aşk olduğu için değil de onun ısrarlarına itiraz edemediğim için evlendim. Ama tabii ki sevdim, gözüm de karadır, “Madem bu kadar ısrar ediyor. Bari bir deneyeyim, bakalım yaşayabilecek miyim Diyarbakır’da” dedim. Herkes, “Canan, 6 ay sonra döner” dedi. Bana âşık olmasına âşık oldum. Bir insan, bunca seneden sonra “Hâlâ sana âşığım” der mi? Kocam diyor.
Gittiniz Diyarbakır’a, nasıl bir yer çıktı?
- Bir yıl ağladım “Ben buraya niye geldim?” diye. Ama sonra çok sevdim. 10 yıl yaşadık. Ayrıldıktan sonra da bir yıl, “Niye ayrıldık?” diye ağladım. Diyarbakırlılar kendi içinden olanlara karışır da bize “Yabancı gelin” derlerdi. Baskı yok, çok güzel günlerim geçti. Şimdi beni gelinleri gibi görüyorlar ‘Piraye’ Kürtçeye çevrildi, geçen bir söyleşi oldu. Çıldırıyorlar benim için! Ben de onları çok seviyorum.
Yazmaya orada mı başladınız?
- Evet, yazdım köşeye koydum. Kendimi bildim bileli yazıyorum. Şiir, senaryo, öykü, aklınıza ne gelirse. Kocama tonlarca mektup yazdım. Askerdeydi. Ben yazmayı hep sevdim.
Siz eşinizin en çok nesinden etkilendiniz?
- Benim kitabımda, öyle kör kütük âşık olmak yok. Bir insanın beyni, yüreğinden önce adım atıyorsa, o insanın körkütük âşık olma şansı zaten olmuyor, beyin izin vermiyor. Bende biraz bu var. Ve âşık olmak, bir yetenek. Bu yeteneğin bende olmadığına inanıyorum. Bir kere bir yerde böyle söyledim, “Canan Tan, kocasına âşık olmadan evlendi” diye yazmışlar. Benim canım kocam biraz üzüldü, “Ben biliyordum da bütün Türkiye öğrendi!” dedi. Oysa o benim için değerli ve çok özel
bir adam.
Kitaplarımı okumadan hakkımda yorum yapıyorlar
Hakkımda önyargıyla karar veriyorlar. Üstelik kitaplarımı okumadan. Ekşi Sözlük’lere filan bakıyorum, “Canan Tan’ı hiç okumadım ama…” diyor. O zaman yorum yapma! Ya da “Canan Tan, aşk romanı yazar” diyor, oysa kitaplarım arasında bir tek ‘Yüreğim Seni Çok Sevdi’ aşk romanı…
Aşk, hormonal bir yanılsama
Aşk, duygusal değil, hormonal bir yanılsama. Eczacı olduğum için çok iyi biliyorum. Üç, dört sene sürer, sonra söner. Hormon-ların başlangıcı ve bitişiyle ilgilidir. Ama tabii bir de bizimki gibi uzun süren beraberlikler var. Onlar nasıl sürüyor? O deli aşk, o tutku, altı ayda yatışıyor. Sonra şanslıysanız, o beraberlik, yavaş yavaş aşktan öte bir dostluğa, arkadaşlığa dönüşüyor. Temeliniz sağlamsa tabii. Değilse, aşk bitince beraberlik de bitiyor.
Transfer parası alırsam kendimi satmış gibi hissederim
Diyarbakır’dan İzmir’e neden taşındınız?
- Eşimle aramızda sözleşme yapmıştık, iki yıl kalırız Diyarbakır’da diye ama 10 yıl kaldık. Sonra çocuklar da büyümeye başladı, “Artık zamanıdır” dedik, Ankara, İstanbul ya da İzmir’e taşınacaktık, İzmir daha sıcak geldi...
Çocuklarınız…
- Bir kızım, bir oğlum var, ikisi de Boğaziçi mezunu. İkisi de Amerika’da master yaptı.
Ailenin en meşhuru sizsiniz galiba…
- Evet, eşim başta istemiyordu ama şimdi en büyük destekçim.
Artık sadece meşhur olmakla kalmayıp, iyi de para kazanıyorsunuz. Forbes’un listesinde en çok kazanan üç yazardan biriydiniz…
- Para konuşmayı sevmem. Ama o listede bir yanlışlık var. Oradaki sıralamada daha üstte olmam gerekiyor. Yüzdemi yanlış hesaplamışlar. (Forbes’un listesinde sırasıyla en çok kazanan yazarlar Elif Şafak, Ayşe Kulin ve Canan Tan’dı. Tan, üçüncü değil, ikinci olduğunu söylüyor.)
Yazarlar da artık takım değiştiren futbolcular gibi yayınevi değiştirirken transfer ücreti alıyorlar…
- Evet. Ama ben bir kuruş almadım.
Niye? Üzüldüm şimdi sizin için…
- Ortadaki eser benim kitabım, ben değilim. Eğer ben, havadan para alırsam, kendimi satmış gibi hissederim. 100 bin satan kitabımın karşılığını zaten alacağım. “Transfer parası için bunca yıllık yayınevini bıraktı” dedirtmem. Daha önce Altın Kitaplar’daydım, onlarla da çok iyi ilişkilerim var.
Niye geçtiniz o zaman buraya…
- Doğan Kitap farkını görmek istedim. Şimdi iki yayınevinin de imza günlerine gideceğim, onlarla da hâlâ üç yıllık anlaşmam var.
Ben hep bahar yaşıyorum
Hayatınızın hangi dönemindesiniz?
- Hep bahar yaşıyorum. Kışım hiç olmadı. Kendini seven bir insanım. Bir de iyimserim.
Bundan sonrası için neler hedefliyorsunuz?
- Günün getirdikleri bana yetiyor. Mesela dün akşam bir film sözleşmesi yaptım, ‘En Son Yürekler Ölür’ bir sinema filmi oluyor. Hep karşıma bu tür sürprizler çıkıyor.
İzmir’de nasıl bir hayatınız var?
- Huzurlu. Yazın Urla’ya gidiyoruz, orada bir evimiz var, Urla’yı çok seviyorum. Diğer zamanlar İzmir’deyiz, cam bir binada oturuyorum, deniz manzarası var. Söylemesi ayıp, çocukları 160 metre karede büyüttük, dört kişi öyle oturduk. Şimdi iki kişi 250 metre karedeyiz.
Fotoğraf: Fethi Karaduman
Paylaş