Fazla bileti olan var mı?

Dr. Mehmet Uhri’yle daha önce de tanışmıştınız, bir hikayesini daha yayınlamıştım. Doktorluğu nasıl bilmiyorum ama hikayeciliği iyi. Etkileyici yazıyor. Bence yani. Bu denemesinden de yararlanmanızı istedim. Buyurun okuyun. Sizin değişik, farklı, iyi hikayeleriniz varsa, onları da beklerim...

Sessizce yağan kar, hayatı yavaşlatmaya yetmişti. Kar ve soğuktan kaçabilmek için ilk gelen belediye otobüsüne atmıştım kendimi. Biletim yoktu. Yolculardan bilet için yardım istedim. Kimse oralı olmadı. Şoför, kararlı görünüyordu; arkalardan yaşlıca bir bey bilet uzatmasa inmem gerekecekti. Cebimdeki bozukluklardan denkleştirdiğim bilet ücretini kendisine uzattım, elimi geri itti...

"Bana borcun yok delikanlı."

"Ama nasıl olur? Kabul edemem, zaten bilet vererek yeterince yardımcı oldunuz..."

"Ben de senin gibi biletsiz olduğum bir gün birinden aldığım biletin borcunu ödüyorum, delikanlı. O kişi de ücret almamış, gün gelir sen de birine bilet verirsen ödeşiriz demişti. Sanırım o da başkasına olan bilet borcunu bana intikal ettirmişti."

"Yani?..."

"Bana borcun yok ama bu borcun olmadığı anlamına gelmiyor. Gün gelir sen de otobüse biletsiz binen birine yardımcı olur ödersin elbet borcunu... Fena mı?"

Yan yana oturmuştuk. Uzun yolculuk olacak gibi görünüyordu. Trafik hayli sıkışıktı, kar yağmaya devam ediyordu. Elimdeki gazeteyi okumaya çalışıyordum ama bizimki gazetedeki haberi gösterip "Kar nedeniyle okulları tatil ettiler. Torunuma bakmaya kızımın yanına gidiyorum"
dedi. Daha sonra tekel tütün fabrikasından emekli olduğundan, iki çocuğundan söz etti. Çocuğum olup olmadığını sordu. Sonra devam etti:

"Aslında çocuğum olmasından hep korkmuş, hiç istememiştim. Hanımım ısrar etmese bu dünyaya çocuk getirilmez diye düşünenlerdendim."

"Neden böyle düşünmüştünüz? Nedir bu karamsarlık?"

"Ailecek küçük yaşta göç etmişiz buralara. Korkmamak elde mi? Onlara bakamamaktan, koruyamamaktan korkuyordum. Biraz da çocuk yüzünden özgürlüğümden olmaktan ürküyordum sanırım."

"Şimdi pek öyle düşünmüyor gibisiniz?..."

"Gençlik işte, özgürlük hayatın önünde gider sanıyorduk. Yaşlanınca insan duruluyor, değişiyor. Olgunlaşmak filan diyorlar ama inanma, insan 40’ından sonra ölümlü olduğunu anlıyor. Hele yaşıtlarından bir ikisini toprağa versin, özgür olmaktansa güvenli, sağlıklı, huzurlu ortamda olmayı düşlüyor, ona çabalıyor."

Camdan dışarı baktık bir süre. Trafik biraz rahatlamıştı. Boğaz sahili boyunca ilerliyorduk. Kar olanca sessizliği ile boğazın dalgalı sularına düşüyordu. Kuruçeşme adası beyaz örtü ile örtülmüş, terk edilmiş gibi görünüyordu. Otobüsün sert freni ile irkildik. Yolculardan bir ikisi şoföre çıkıştı. Şoför trafiği bahane ederek yanıt verdi. Bizimki bu tartışmayı önemsemedi. Dışarı bakmayı sürdürdü. Boğaz’ın üstünde uçuşan martıları göstererek, "Karlı günlerde, aç kalmasınlar diye torunumla martılara ekmek atarız" dedi.

"Torununuza bakmak zor gelmiyor anlaşılan..."

"Ne diyorsun? Torunuma arkadaşlık etmek, onun benim yanımda kendini güvende hissetmesi o kadar hoşuma gidiyor ki, çocuklarımdan esirgediğim özgürlüğü ona veriyorum. Hatta kızım şımarttığımdan bile yakınıyor!"

Cüzdanını açıp torununun resmini gösterirken bile gözleri buğulanmıştı, sanki.

"Mutluluk, dedikleri bu olmalı..."
diyecek oldum.

"Saadet ve huzur olmadan mutluluk olmaz, delikanlı. Ben torunumun yanında, kızımın evinde huzur buluyorum. Onların saadeti beni de mutlu ediyor. Bu da bana yetiyor."

"Anlayamadım. Mutluluk, saadetten farklı mı oluyor bu durumda?"

Gülümsedi. Bir süre camdan dışarı baktı. Bebek koyunda demirli yatlar da kar altında martılara ev sahipliği yapıyordu.

"Beyim, zaman değişti, anlaması, anlatması zorlaştı. Sağlıklı nefes aldığına, sevdiklerinle birlikte yaşadığına şükretmeyi unuttu yeni nesiller. Halbuki esas huzur, saadet buradaydı. Elindekilerin farkında olmaktaydı saadet."

"Mutluluk neydi o zaman?"

"Kıvılcım gibi bir şey, mutluluk dedikleri. Bir şeyin bir an için elinde olduğunu sanmak sanki. Salakça bir şey yani. Üstelik elindekilerin farkında değilsen, huzurun, saadetin yoksa mutlu da olamaz insan ve neden olamadığını da anlamaz pek çoğumuz gibi. Televizyonlarda, eğlence mekanlarında hep mutluluğu kovalayan insanları görüyor, üzülüyorum. Mutlu olabilmek için acı çekiyorlar. Çocuklarına Saadet ismini bile çok görüyorlar."

Otobüsümüz Emirgan’a varmıştı. Kar yağışı durmuş, yüzünü gösteren güneş Boğaz sırtlarında gölge oyunları yapıyordu. Beyefendi, inmek için izin istedi. Ayağa kalktı. Kapıya doğru ilerledi, sonra durdu ve geri döndü. "Delikanlı, bana olan bilet borcunu unutma sakın. Ne de olsa gönül borcu, nakde çeviremezsin..." dedi ve indi. Arkasından el salladım. Otobüsün hareketi ile birlikte binen yolculardan birinin "Fazla bileti olan var mı?" sesi yükseldi.
Yazarın Tüm Yazıları