Paylaş
Bir efsane, bir abide.
Adı geçtiğinde herkesin bir an sessiz kaldığı, saygıda asla kusur etmediği bir isim.
Müthiş bir ekol, müthiş bir gırtlak.
Bardak yemesiyle, elmayı ortadan ikiye bölebilmesiyle, rakısıyla, tarzıyla, kimselere benzemeyen kadın.
Ve “Akşam oldu hüzünlendim ben yine”yi en iyi okuyan Türk sanat müziği divası.
SAHNELERİN İLK SOLİSTİYDİ
O, Atatürk’e şarkılar okuyan kadın.
Türk gazino tarihinde solistlik müessesesini başlatan kadın.
Sahnelerin ilk solisti ama hayatı boyunca hiç assolistlik yapmayan kadın.
Dünyanın en alçakgönüllü insanlarından biri.
Zeki Müren’i de, Bülent Ersoy’u da sahneye çıkaran kadın.
Müzeyyen Senar şarkılarıyla, sesiyle, kimseye müdanası olmayan haliyle Türkiye’nin en sembol değerlerinden biriydi.
10 yıl önce kendisiyle röportaj yaptım.
Ve tabii bir sürü iltifat ettim.
E çünkü Türk sanat müziği deyince ilk akla gelen üç-beş isimden biri.
O da, “Bırak ya bunları!” dedi, “Şöhret, para, pul, han, hamam, apartman geçici. Keşke bir adam olsaydı hayatımda da onunla birlikte yaşlanabilseydim!”
Güldüm.
Bu kadar büyük bir şöhrete erişmiş insanların mütevazı davranışları beni hep büyüler.
Onun tamamen normal, sıradan bir insan gibi yaşayabilmesi beni şaşırtmıştı.
Asla ve asla “Ben koskoca Müzeyyenim!” kompleksine kapılmamıştı ve bu onun büyüklüğünü gösteriyordu.
Bir de muzip bir tarafı vardı.
Röportaj esnasında sorulara cevap vermeden önce rakısından bir yudum alıyor, öyle yanıtlıyordu, “Bir yerde dostluk varsa, orada rakı da vardır!” diyordu.
Onun anısına, on yıl önceki röportajdan bir bölümü bugün buraya alıyorum.
O bizim hayatımızı güzelleştirdi, biz de onu çok sevdik.
Mekânı cennet olsun!
Ben Müzeyyen Senar’lığı beceremedim
“Bir hayat içinde 10 bin hayat yaşadım” diyorsunuz...
Evet, yaşadım. Benim 70 yaşında oğlum var, sen ne diyorsun! Torununun torununu görmek kaç kişiye nasip olur? Her şeyi tattım ben. Fakirliği de, zenginliği de. Ama hep aynı kaldım, hiç değişmedim. Ne var ki zenginliği ve iktidarı hazmedemeyenler var...
Siz hazmetmeyi nasıl başardınız?
Bir özü var insanın. Sağlamsa, yırttın. Çünkü o öz değişmez. Ben buyum. Yüreğim bu. Hiç şaşırmadım kendimi. Allah şaşırtmasın! Kapıcıyla da rakı içerim, boyacıyla da, berduşla da. Anlayacağın, ben Müzeyyen Senar’lığı beceremedim.
Kaç doğumluydunuz siz?
Sen kitabımı okumadın mı! 1918. Tam 88 yaşındayım. Dizimde sorun var ama kireçlenme filan yok. Bak nasıl ayaklarıma değebiliyorum. Sen de yapabilir misin? Kalk ayağa yap. Ah bu Arko kremcinin aklı olsa...
Sizi reklama çıkarırdı, değil mi?...
E tabii! Onun ürününe benim kadar sadık kim var? Tam 50 senedir Arko krem kullanıyorum. Yüzüme başka hiçbir şey sürmüyorum. Zaten makyaj filan da yapmam. Ne allık ne fondöten ne de pudra. Gözlerim de lens değil, iyi bak, iki renk. Bunu da hep sorarlar. Ben de “Gözlerim Allah vergisi gri-mavi” derim. Bak, ortası da kahverengi. Burnumu yaptırmak istedim. Sene 1960. Doktorlar beni kovdu. Neymiş? Ben Müzeyyen Senar’mışım, böyle kalmalıymış. “İyi peki, ne haliniz varsa görün!” dedim.
İnsan bu yaşta geçmişi daha mı iyi hatırlıyor, yoksa unutmaya mı başlıyor?
Yok yok hatırlıyorum. Hem de çok iyi. Aaaaa rakı var, dur bir yudum içeyim. Buz ver buz! Allah, hâlâ bu yaşta içirtiyor ya, daha ne ister insan...
Nasıl bu kadar dinç ve diri kaldınız?
Allah’ın işi. Diriyim hakikaten. Geçmişte çok jimnastik yaptım. Çok iyi balıklama atlarım. Kışın bile denize girerim. Soğuk suyla yıkanırım. Kahvaltıyı kıtırla geçiştiririm, bir tek öğlen yerim, akşam da sadece meyve...
Sizin ailede herkes uzun mu yaşamış?
Maalesef annem 49 yaşında öldü. Meme kanseriydi. Tıp o yıllarda bu kadar gelişmemişti.
AMA GEÇ AMA ERKEN ÖLECEĞİZ
Hayatınızda annenizin rolü neydi?
Annemin sesi çok güzeldi, çok güzel şarkı söylerdi. Çok gençtim onu kaybettiğimde. Mezarımız aynı mezardır. Onun yanına gideceğim inşallah. Nasıl olsa öleceğiz. Ama erken ama geç. Ne zaman alır bilmiyorum, istiyorum ki bir an evvel alsın.
Öyle demeyin...
Derim, derim. Elden ayaktan düşmek kötü, öyle olacaksa alsın canımı. Ben konuşuyorum ‘O’nunla, arkadaşız...
Sizi alacağı malacağı yok, gayet iyisiniz.
Alacak, alacak. Alsın da zaten. Bana her şeyi yaşattı. En son sefire de oldum, onu da tattım. Hiç yüzüm kara çıkmadı. Kekemeliğim yüzünden okuyamadım ben.
Nasıl olmuştu bu kekemelik?
Nazar yüzünden oldu. 5 yaşında tutuldum. Düğüne gittim, oynamışım, şarkı söylemişim. Sabah bir uyandım ki, konuşamıyorum. Doktora da gittik, hocaya da, minareye çakıltaşı da koyduk. Nafile. Bir tek şarkı söylerken kekelemiyordum. Sonra 15 yaşındayken kendiliğinden açıldı. Ama hâlâ çabuk konuşurum tutulmamak için. Korkarım, yavaşlarsam kekelerim diye.
Peki babanız?
Kahveciydi. Aynı zamanda bir tür cerrahtı. Yunanlara bakardı. Onların cinsel hastalıklarını tedavi ederdi. Bu sayede zengin oldu. Ama paraları karılarla yedi. Annem kaçtı, ben de annemin peşinde İstanbul’a geldim...
BİR KOCAYLA ÖMÜR GEÇİRMEK İSTERDİM
Genç Müzeyyen nasıl bir kadındı?
Delidolu. Kendime güvenim de vardı. Çok adam dövdüm ama çok da kazık yedim. Ben inanırdım insanlara. Kabahatim bu.
Ne tür çılgınlıklarınız vardı gençken?
1947’de ehliyet aldım. İstanbul’da iki kişide Playmouth araba vardı. Beyoğlu’nda topu topu 100 araba vardı. O yıllar öyle yıllardı, ne trafik ne başka bir şey. Ve ben direksiyon sallıyordum. Çok alışılagelmiş bir şey değildi.
Geçmişe bakınca ne düşünüyorsunuz? “Şu şu aptallıkları yaptım” diyor musunuz?
Demez miyim? Çok aptallık yaptım. 1933’te sahneye çıktım, daha doğrusu çıkarıldım, 10 lira yevmiye ile. Büyük paraydı. Yemdim ben ailem için. Ben bu işi hiç istemedim. Ama hayır da diyemedim. Bugün sorarsan, “Hiç mi pişmanlığın yok?” diye, “Var!” derim “Müzeyyen Senar olmak yerine, bir kocayla bir ömür geçirmek isterdim!” Keşke bir adamla birlikte yaşlanabilseydim...
Paylaş